YAZARLAR

Rejimin tuzağı: Havaya yumruk attırmak

Türkiye’de muhalefetin parça parça yarattığı “kamusal alanlar” bir yurttaşlar topluluğu yaratmakta başarısızdır. Her seferinde iktidarın tuzağına çekilmektedir. Yani kamusuz bir ortamda boşluğa siyasal eleştiri sunmakta ve görev savmaktadır.

Bir siyasal topluluğu, yurttaşlar topluluğunu bir arada tutan en önemli araçlardan biri kamusal tartışma Türkiye’de ortadan kalkmıştır. Kamusal mecrada birbirine taban tabana karşıt fikirleri savunan partilerin, düşünürlerin, yazarların, gazetecilerin, yurttaşların argümanlarını savunabilecekleri, belirli müzakere prosedürleri içinde tartışmayı sürdürebilecekleri zeminler yok edilmiştir. Ülkenin vicdanı olma işlevini üstlenen, özellikle de insan varlığına, yaşamına ilişkin konularda ara buluculuk görevini icra eden kamusal aydınlar ve sanatçılar itibarsızlaştırılmıştır. Türkiye’de bugün en tepede iki kamu vardır. İlki herhangi bir kamusal tartışma kurabilme kapasitesine zaten sahip değildir, Erdoğan ne yapsa olamamaktadır. İşlevi kamu mefhumunu yok etmektir. İkincisi, kendi içinde ayrışmış, kapalı kamusallıklara sahiptir; iktidarın topyekûn saldırısının karşısında çok parçalı bir birlikteliği kurma kapasitesini kullanmak için kamusal stratejiler üretememekte, tuzağa düşmekte; Erdoğan’ın yaratmakta başarılı olduğu boşluğa yumruk savurmayı ve görev savmayı tercih etmektedir.

ERDOĞAN'IN KAMUSU

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve onun yaratığı olan medya mecrasının, saray sanatçılarının ve yazarlarının kamusal bir tartışma yaratma kapasitesi kalmamıştır. Artık böyle bir işlevi de yoktur. “Kandırılma” süreci bunun başlangıcı olarak görülebilir. Kandırılmanın anlamı açıktır. Verilen söz, taraflardan birince yerine getirilmemiş, karşılıklı çıkar ilişkisinde bir taraf diğer tarafa hakkını vermemiştir. Yani kandıran ve kandırılan arasında her zaman bir sözleşme vardır. Bu sözleşme ilişkisinin bir tarafı suçlu ise diğer tarafın da verdiği söz oranında suçu vardır. Çünkü ancak ortaklar birbirini kandırabilir. Ortaklık yapılan konular bugün suç teşkil ediyorsa kandırılma ilişkisi bu suçtan muaf tutulmayı değil, onun faili, ortağı olmayı kanıtlar. Erdoğan’ın kamusunda herkes kandırılmıştır. Kandırıldığı oranda suçludur da. Bu nedenle bu kamunun yukarıda bir yurttaş topluluğu bakımından olmazsa olmaz olarak tanımlanan bir kamusal müzakere yaratma kapasitesi yoktur. Bunlar herhangi bir temelli argüman dile getiremezler, çünkü dile getirdikleri argümanın tam tersini hemen sonrasında savunmak zorunda kalırlar, çekinmeden savunurlar da. Kandırılmanın sınırı yoktur. Çünkü hiyerarşik olmak, hiyerarşik olarak özdeki kandırılma ilişkisini telafi etmek zorundadırlar. Hiyerarşinin temelinde kendini her türlü kamusal tartışmanın dışında tutmak üzere yasanın ve özellikle de ceza yasasının imkanlarının yanında kaba zoru kullanan Erdoğan vardır. Konumu, ülkedeki bütün siyasal sorumluluğa sahip olsa da hiçbir sorumluluk taşımayan bir siyasal kurumsuzlaşmanın içinde tarif edilebilir. Erdoğan’ın dengi yoktur, kimseyle muhatap olmaz, ‘sen kim oluyorsun ya’ ağzından en çok duyduğumuz ifadedir, karşısına istemediği bir gazeteci çıkmaz, kendisine istemediği sorular sorulamaz. “Çünkü Kral hata yapmaz.” Parlamentarizmin bu temel ilkesi, kralın siyasal sorumsuzluğu ve yetkisizliğiyle ilişkilidir. Ama Erdoğan’ın konumu hem sınırsız bir yetki hem de sınırsız bir sorumsuzluk ile tanımlanır. Bu nedenle de kendisini bütün hatalardan temiz tutacak bir kandırılmışlar ordusu besler.

Üçüncü cümlesinden sonra küfür ve hakaretten başka söz üretemeyen, ulusal bayramın adını doğru yazamayan, silahlı, öldürmeli, tecavüzlü açık tehditler savuran bir kandırılmışlar ordusundan söz ediyorum. Kandırılanların işlevi, kapasitelerinden bağımsız olarak, zaten kamusal bir müzakere, rasyonel bir tartışma yaratmak değildir. Aksine müzakereyi, eleştiriyi imkansız kılmaktır. Sınırlı kelime haznelerinin temel kavramları, hain, terör sevici, dış mihrak, millet düşmanı gibi hamasi olmanın yanında mevcut koşullarda ciddi tehdit içeren hedef göstermelere yönelik olarak geliştirilmiştir. Bugüne kadar çokça söylenenin aksine kendi kamularını konsolide etme işlevi değildir bunlar için asıl olan, doğrudan doğruya kamuyu yok etmektir. Beslenen bütün bir trol ordusu, kamusal meselelerin duyurulmasını, tartışılmasını engelleme işlevine yönelik olarak kurulmuştur. Maniple etme becerilerinin bile olmadığını söylemek mümkündür. Temel işlevleri sınırlı kelime hazneleriyle tuzak kurmaktır. Muhalefetin yumruğunu üzerine alarak yumuşatmak değil, muhalefetin sürekli boşa yumruk sallamasını sağlamak, yumruğun temas imkanlarını yaratan kamusal alanı yok etmektir. Kandırılmışlar ordusu, bu işlevi güçlü biçimde yerine getirse de Erdoğan’ın nihai başarısızlığıdır aslında. Harcanan bütün para, kullanılan siyasi zor ve onca kayırmacılığa rağmen hiçbir kurucu niteliği olamamıştır. Odağında sadece yıkıcılık vardır, yıktığının yerine bir şey gelmez, sadece iktidarın bekasını güvenceye alacak palyatif tedbirler, taktiksel ilişkiler, kurnaz pazarlık örgütlenmeleri ortaya çıkar. Erdoğan’ın “yeni Türkiye” hayalinin, yeni kurucu iktidar olma arzusunun imkansızlığının en güçlü kanıtıdır bu. Zaten gerçekliğe çekilmek zorunda kaldıkça bu arzusunun yerini her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma güdüsünün alması da gösterir bunu.

MUHALİF KAMULAR

Türkiye’de muhalefetin parça parça yarattığı “kamusal alanlar” bir yurttaşlar topluluğu yaratmakta başarısızdır. Her seferinde iktidarın tuzağına çekilmektedir. Yani kamusuz bir ortamda boşluğa siyasal eleştiri sunmakta ve görev savmaktadır. Muhalefetin parlamentoda söz söyleme hakkı vardır ve kullanmaktadır ama parlamento çoktan etkili bir kurum olmaktan çıkarılmıştır. Kendi televizyonları ya da görüşlerini dile getirebildikleri televizyonlar vardır ama buralarda muhalefetin gündemi iktidarın kamuyu yıkmak üzere beslediği orduya cevap yetiştirmektir. Müşterek mücadele alanları vardır ama iktidarın bir oraya bir buraya savurduğu hain, terör sevici, millet düşmanı, dış destekli argümanları ile müşterek mücadele alanlarına çektiği sınırlar muhalefetin parçalı kamuları nezdinde de kabul görmekte, sınırlar geçişkenleştirilmemektedir. Özünde muhalif kamu çok parçalıdır, bu yurttaş kamusu önünde tek başına bir engel olmamakla birlikte iyi bir şeydir de. Fakat çok parçalı kamular arasındaki geçişkenlikler de bizzat muhalefet stratejilerinin dayanağı olan iktidara seslenme arzusunca engellenmekte, muhalefetin paralize edilmesi ve politikasız kılınmasının yolu bizzat muhalefet tarafından açılmaktadır. Olmayan bir yere, bir boşluğa seslenmek, iktidar perspektifinden yoksun olmak demektir. Türkiye’de iktidara seslenilebilecek bir kamusal müzakere alanı yoktur. İktidar, stratejisini zaten bunun üzerine kurmuştur. Muhalefet tuzağa çekilmekte, yumruğunu boşa sallamaktadır. Görev savmakta, iktidar perspektifinden yoksun olarak, Erdoğan’ın kendi kendini tüketmesini umutsuzca beklemektedir.

Aslında buna karşı izlenecek yol kolay olmasa da en azından bir yol haritasının son yerel seçimlerde ortaya çıktığını gördük. Bu yerel seçimlerde izlenen strateji muhalif kamuların birbirine seslenmesiydi. Yani parçaları birleştirmek değil, parçalar arasındaki geçişkenliği, konuşkanlığı mümkün kılacak bir strateji izlemek. Bu strateji bir siyasal topluluğun ortak kamusallığını belirlemek için belki de ilk adım olacaktır ve başarısı da görülmüştür.

Elbette ikinci adım, iktidarın çoktan kaybettiği kurucu potansiyeli taşıyan bir kamusallığı yaratabilmektir. Siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel bütün alanlarda kurumsallaşacak bir kamusal tartışma yaratma kapasitesinden bahsediyorum. Bu ise iktidara seslenmeyi bırakıp tutarlı program ve kadrolar ile; dar çıkar çevrelerine değil, nüfusun en geniş kesimlerine seslenme gücünü haiz siyasal ve toplumsal örgütlenmelerden geçer. İlkine göre çok daha zordur ama iktidar perspektifinin gerek koşuludur.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.