YAZARLAR

Mütereddit modernler

Uğur Tanyeli, ‘yadsıdığı dünyayı seven mimar’ olarak tanımladığı Sedat Hakkı’nın ömrü boyunca bir Türk mimarlık kimliği geliştirmek için uğraşmasını, hatta ‘Türk evini icat eden’ mimar olmasına karşın tüm hayatını bir Avrupalı entelektüel, hatta aristokrat gibi yaşamış olmasının altını çiziyor. İşin ilginci, ondan çok daha farklı dünya görüşüne sahip pek çok mimar da bu geleneksel tasarımdan ilham alma fikrini benimsedi ve bu uzunca bir süre solcu sağcı fark etmez, yaygın kabul gören doğrulardan biri oldu.

Hassan Fathy'nin bir eseri

“Bu kitap Türkiye’de yaygın bir eğilimi tartışma ihtiyacından kaynaklandı” diye başlıyor Prof. Uğur Tanyeli Mütereddit Modernler adlı kitabına. Ve şöyle devam ediyor: “Sık sık (hele geçmişte çok daha fazla) dile getirilen inanç o ki, Türkiye bazen dünyada gündemde olan ‘çağdaş’ ve ‘sağlıklı’ eğilimlere katılır, bazense o yoldan uzaklaşıp kendi özgül yanlışlarını yapmaya koyulur. Örneğin, 20. yüzyıl Türkiye mimarlığını anlatan metinlerin önemli kesimi Modernizm’in sınırları içine yerleştirilebilecek eğilimleri doğru yolda atılmış adımlar, oradan uzaklaşmaları da yanlış sapmalar diye ele alır.”

Anlaşılacağı gibi Uğur Tanyeli, meselenin bu kadar basit olmadığını, ‘dünyayla buluşma’nın bir yanıyla düşsel bir şey olduğunu anlatıyor. Modernizmin eleştirisine yönelik bir kitap bu. Ama bakış açısı sürekli değişen bir çalışma; öyle hemen bildiğiniz zaviyelerden birine yerleştirebileceğiniz bir kitap değil. Modernizmi de onu eleştirenleri de eleştirmekten çekinmiyor Uğur Tanyeli. Böylece kitap boyunca genel geçer kanaatlerin pek çoğunu sorgulama fırsatı veriyor. Üstelik de bütün bunları beş mimarı tanıtarak yapıyor. Paul Schmitthener, Dimitris Pikionis, Hassan Fathy, Sedad Hakkı Eldem ve Charles Correa… Alman, Yunanlı, Mısırlı, Türk ve Hintli mimarların ortak yanı modernizme kayıtsız şartsız teslim olmamaları. Ama tüm modernizm karşıtları gibi onlar da kendi çağının insanı olmanın kaçınılmaz çelişkisini yaşıyor ve modern olanın nimetlerinden sonuna kadar yararlanıyorlar. Onları yaşadıkları dönemin önemli mimarları yapan sistem, kullandıkları teknikler, ürettikleri yapılar hep modernist yaşam biçiminin içinde yer alıyor. Ama onların farkı kendi dönemlerinde ve coğrafyalarında esen güçlü yenilikçi rüzgarlara direnmeleri, gelenek ve toplumsal bellekten yararlanarak, ondan kopmamaya çalışarak kendi tarzlarını oluşturmaları. Hatta Sedat Hakkı’da ve mesela Pikionis’te olduğu gibi biraz da ulusal kimlik arayışları sayesinde gelenekselciliği yenilikçi bir yaklaşıma dönüştürmeleri.

Uğur Tanyeli, bu beş mimarı anlatırken onların zaaflarına da işaret etmekten geri durmuyor. Mesela yaşadığı dönemin en tanınmış isimlerinden biri, Schmithenner 1. Dünya Savaşı sonunda yapılar tasarlamaya başlar, Nazi döneminde ve sonrasında da hep saygın ve popüler bir mimar olarak kalır. Le Corbusier’i, betonarmeyi ve tüm modern eğilimleri eleştiren, ‘Alman toprağına içsel olarak bağlı tekniklerin savunuculuğunu yapan’ Schmithenner’in pek az yapısı günümüze kadar gelebilir. İsmi de bugün Alman mimarlık tarihinin en etkili isimleri arasında sayılmaz…

Uluslararası modernist hareketlerin içinde farklı bir yol arayan bu mimarların neredeyse hepsinin ortak yanı geleneksel olana, kendi topraklarındaki birikime göz kulak olan bir yaklaşım göstermeleri. Yunanlı mimar Pikionis tıpkı Sedat Hakkı Eldem gibi ‘halk mimarlık geleneği’nden yola çıkıyor. Yine Sedat Hakkı gibi aslında yüksek sınıflar içinde ve son derece Avrupalı bir ortamda yetişmesine rağmen tamamen dışarıdan bakıp gördüğü halk kültürüne odaklanıyor. Ama ikisi arasındaki temel fark, yine Tanyeli’ne göre Sedat Hakkı Eldem’in öncelikle İstanbul’un Boğaziçi’nin üst sınıf konutlarına yönelmesi iken Pikionis’in köylü evlerini ilham kaynağı yapması. Tabii her iki mimarın da ulusal kimliğini oluşturan genç cumhuriyetler içinde yıldızlaştıklarını, simgesel projeler alıp ulusal mimari dilin üretilmesi çabasının önemli aktörleri olarak ün ve başarı kazandıklarını da görüyoruz. Elbette, Yunan ve Türk toplumlarının farklı tarihselliği bu iki mimarın da yaklaşımlarındaki yol ayrımını oluşturuyor, o ayrı mesele.

Dimitris Pikionis'in bir eserinden detay

Toprak sahibi zengin bir aileden gelen Hassan Fathy de Mısır’ın iklimiyle ve yerel kaynaklarıyla uyumlu bir mimarlığın arayışı içinde ün kazanmış, hatta kısa bir süre 70’lerde ODTÜ’de ders vermiş. En büyük projesi, arkeolojik kalıntıları korumak için başka yere taşınan Gurna Köyü’nün tasarımı. Yeni Gurna köyü mimarisiyle tipik Mısırlı ama camisi, tiyatrosu, sanat okuluyla Fathy’nin hayalindeki modern toplumun ihtiyaçlarına uygun bir yerleşim yeri. Çünkü Fathy tipik bir mütereddit modern. Yani ‘yeni’nin kaçınılmazlığının farkında olan, ama ‘yeni’yi ‘eski’nin içinde arayıp bulmaya çalışan…

Müteredditlerin bulduğu ‘yeni’ ne kadar kabul gördü ve ne kadar kalıcı oldu çok tartışılır. Mesela bu kitap için fotoğraf çekmeye Mısır’a giden Cemal Emden, Yeni Gurna Köyü’nde tek bir orijinal Fathy evi bulamamış… Neyse ki içinde otlar yükselmiş tiyatro ve okul binası hala ayakta… Söz konusu mimarların hepsinin biraz popülizme çıkan bir ‘halkçılık’ anlayışı içinde olduklarını, sömürgecilik sonrası dönemin tipik aydınları olarak kültürel bir milliyetçiliğin geliştirilmesine katkıda bulunduklarını görüyoruz. Tam da içinde olmadıkları halk kültürünü yüceltip oradan yeni bir bakış açısı geliştirmek için çalışıyor ve epey de ilham verici olmayı başarıyorlar. Evet, bu kitapta anlatılan mütereddit modernlerin yaygınlığı tartışılır, ama ilham verici oldukları kesin. Yarattıkları tasarımlar ve geliştirdikleri anlayış modernizmin kesinliği karşısında kırılgan kalıyor ve yaygınlaşmıyor belki. Ama kesinlikle mimarlık çevrelerinde etkili oluyor, bazı seçkinleri ikna ediyor ve hiç değilse onların özel konutlarında ve bazı anıtsal projelerde uygulanıp kalıcı olabiliyor.

Uğur Tanyeli, ‘yadsıdığı dünyayı seven mimar’ olarak tanımladığı Sedat Hakkı’nın ömrü boyunca bir Türk mimarlık kimliği geliştirmek için uğraşmasını, hatta ‘Türk evini icat eden’ mimar olmasına karşın tüm hayatını bir Avrupalı entelektüel, hatta aristokrat gibi yaşamış olmasının altını çiziyor. İşin ilginci, ondan çok daha farklı dünya görüşüne sahip pek çok mimar da bu geleneksel tasarımdan ilham alma fikrini benimsedi ve bu uzunca bir süre solcu sağcı fark etmez, yaygın kabul gören doğrulardan biri oldu. Bugün hala çevresiyle uyumlu mimarlık en yaygın doğrulardan biri. Geleneksel evi arayan mütereddit modernlerin de bunda etkisi olduğunu söyleyebiliriz sanırım.

Mütereddit Modernler, Uğur Tanyeli, Işık Üniversitesi Yayınları

Uğur Tanyeli’nin söylediği gibi Sedat Hakkı Eldem’in bıraktığı miras ise hala etkili olmayı sürdürüyor. Günümüzün ‘yerli ve milli’ mimarlık arayışı tekrar Eldem’in, hatta ondan çok daha önce 1910’larda İttihat ve Terakki döneminin geniş saçaklarını ve eli böğründelerini geri getirdi.

‘Mütereddit Modernler: Dünyada ve Türkiye’de Mimar İdeologlar’, 2018’de Işık Üniversitesi Yayınları arasında çıkmış. Tasarımı Bülent Erkmen’e ait. Cemal Emden, farklı ülkelerde mimarların izini aramış ve ayaktaki yapıların günümüzdeki hallerini fotoğraflamış. Yani bol ve nitelikli görsel malzeme de içeriyor. Mimarların ve mimarlık tarihine meraklı olanlar zaten çoktan edinmiştir bu kitabı diye düşünüyorum. Ama modernizm ve gelenek arasındaki gerilime meraklı herkesin okuma listesine ekleyebileceği, çok şey öğreneceği önemli bir kitap.

(Yazının kapak fotoğrafı: Sedad Hakkı Eldem'in mimarlığında yapılan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi binası)