YAZARLAR

Konumuz pandemi, günlerden hüzün…

Dikkatlerimiz işin bilimsel veçhesine çekildiğinde pandeminin insani boyutu bütünüyle görünmez kılınıyor. Duygular örneğin… Korku görünmüyor, kaygı görünmüyor, acı görünmüyor. Oysa korkuyoruz, korkumuza odaklanmalıyız. Kaygılarımızı ortaklaştırmalı, çıkar yol ararken dayanışmalıyız. Bilimin soğuk diliyle duyguların dilini susturmamalıyız. Hastalananlar bizleriz, komşularımız, dostlarımız, arkadaşlarımız, ailemiz… Ölen de biziz, ölenin ardında bıraktığı da…

Kafam öyle karışık ki hiç öyle bildimcik bir edayla, uzmanlık taslayarak yazamayacağım. Televizyonlarda, sosyal medyada herkes istisnasız korona veya Covid-19 hakkında konuşuyor. Ama sabah programlarından başlayarak soluksuz üzerimize akıtılan pek çok bilginin tıp jargonuna hiç de aşina olmayan bizler için ne ifade ettiği konusunda kimsenin sesi çıkmıyor. Karşısındaki uzman doktorların, mesela virüsün genetik dizilimi konusunda yaptığı açıklamaları anlar gibi yapma konusunda görüyorum ki televizyon sunucuları veya programcıları neredeyse uzmanlaştı. Yakında astronot giysilerimizle laboratuvarlarda, elektron mikroskopların başında yeni korona virüsünün olası mutasyonlarını araştırmaya başlarsak şaşırmayacağım.

Karşı karşıya olduğumuz bu “görünmez düşman”ı anlama arzumuzun, bu düşmanı ne kadar iyi tanırsak onunla o kadar iyi mücadele edebileceğimize dair bir inançla bağı var mıdır, bilmiyorum. Öyle bile olsa çoğu yıllar süren bir eğitimle laboratuvarda veya klinikte edinilmiş deneyimin süzgecinden geçmiş bilgilerin, biz sıradan faniler için yararı veya işlevi nedir sorusunu da sormadan edemiyorum. Bütün bu uzmanlık deneyim ve bilgisinin ekranlardan, sosyal medya üzerinden boca edilişi, örneğin her birimizin yetkin virüs savaşçıları olmasını sağlamıyor. Sadece kafamız daha da karışıyor.

Bilimsel bilginin kesinliğine dair önyargılarımızla birleştiğinde, aslında farklı çıkış noktalarından hareketle aynı olgunun farklı yüzlerine, özelliklerine odaklanan açıklamaları çelişik, kafa karıştırıcı, fazlasıyla muğlak buluyor, meseleyi en iyi bildiğimiz yere, inanç zeminine çekiyoruz. İnanmakla inanmamak arasında salınırken başımız dönünce de açıklamayı yapanı yargılamaya başlıyoruz. Dağarcığımızda yapıştıracak etiket çok… Politikacılarımızın dilinden düşmeyen pek çok sıfat var başvuracak. Terörist, hain, kökü dışarıda olan paralel yapıların adamı, emperyalizmin uşağı, yandaş trol bunlardan en bilinenleri… Kolay olan etiketleyerek karalamak… Karmaşıksa indirge, kategorize et ki basitleşsin. Slogan netliğine alışkın kulaklarımız, indirgemeden kavrayamayan zihnimiz, arkasındaki düşünme, ayrıştırma, birleştirme, mantıksal bağıntılarla ifade süreçlerinin binde birine bile vakıf olmadığımız bilimsel bilgi üretiminin değerini de takdir edemiyor maalesef. Aralarındaki bağlantıyı, arkalarındaki varsayımları, kuram bilgisini, yaklaşım farklarını bilmediğimiz sürece çelişik, hatta biri diğerini tümüyle hükümsüz kılan açıklamalar olmaktan öteye geçemeyecek bir dolu bilgimsi içinde kaybolduk. En tehlikelisi bu ayaküstü edinilmiş, aslında nüfuz edilememiş, bize ulaştığında sorgulayabileceğimiz bir altyapıya sahip olamadığımız bilginin tekrarlandıkça değerini, işlevini yitirmesi sanırım.

Yeni TV starlarımız doktorlar, virologlar, enfeksiyon uzmanları, halk sağlığı uzmanları… Yeni modamız ise matematikten ilkokuldan itibaren nefret etmeye şartlanmış bir halkın bireyleri olarak her gün çok değişkenli bir olgu için geliştirilmiş, kavranabilmesi yüksek soyutlama yetisi gerektiren matematik modelleri, istatistiksel verileri, grafikleri anlama çabamız… Belli bir bilgiyi popülerleştiren bu tarzın bıktırıcılığı bir yana, herkesi uzmana dönüştürmek mümkünmüş gibi bir havayı yaygınlaştırması, durumun vahametini gözlerden ırak kılmaya yarıyor en çok. Ölüm bir teknik meseleye dönüşüyor; ölen kapanmış bir vaka, hatta istatistikler içinde bir sayıdan öte anlam taşımaz oluyor. Dikkatlerimiz işin bilimsel veçhesine çekildiğinde pandeminin insani boyutu bütünüyle görünmez kılınıyor. Duygular örneğin… Korku görünmüyor, kaygı görünmüyor, acı görünmüyor. Oysa korkuyoruz, korkumuza odaklanmalıyız. Kaygılarımızı ortaklaştırmalı, çıkar yol ararken dayanışmalıyız. Bilimin soğuk diliyle duyguların dilini susturmamalıyız. Hastalananlar bizleriz, komşularımız, dostlarımız, arkadaşlarımız, ailemiz… Ölen de biziz, ölenin ardında bıraktığı da… Çalıştığı işyeri paydos etmediği için hastalık riskine rağmen çalışmaya zorlanarak hastalanan da biziz, işini kaybedip açlıkla hastalık arasında sıkışıp kalan da… İşyerini tatil etmek zorunda kalıp kirasını ödeyemeyen, evine ekmek götüremeyen de biziz, herkese sipariş ulaştırsın diye ölümüne çalıştırılan kurye de… Günlerdir evinden çıkamayan da biziz, evine ne zaman döneceğini bilemeyen sağlık emekçisi de… Evi ev olamayan, uğradığı şiddetin dehşetiyle eve sığamayan kadın da biziz, çocuk da… Evde sıkılan da biziz, evini sığınağa dönüştüren de… Salgını umursamayıp virüsün varlığını inkar eden de biziz, panikle astronot giysilerine bürünmeden sokağa çıkamayan, evde dezenfeksiyonu saplantıya dönüştüren de… Pandeminin öyküsü, virüsün sadece elektron mikroskobu altında incelenmesiyle erişilen bilgiye bağlı yazılamaz. Uzmanlar, makalelerini yazıp akademik dergilerde yayımlanmak üzere kendilerinden daha uzman olanların değerlendirmesine sunacaklar. O makalelerde hastalardan vaka diye bahsedecekler, tıpkı Bakanlığın istatistiklerindeki gibi. Oysa pandeminin öyküsü, virüsün birleştirdiği hayatlarımızda, dayanışmalarda, isyanlarda, itirazlarda, umutta, korkularımızda, kaygılarımızda, bildiklerimizden çok bilemediklerimizde, gördüklerimiz kadar göremediklerimizde gizli…


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.