YAZARLAR

Bir kıvılcım mı düşer önce?

“Yeni bir siyaset anlayışı geliştiriyorum” derken iktidara gelmekten feragat, sağduyu ile mıymıntılık, cüret gereken yerde sağduyu adı altında el frenine asılmak gibi tercihleri yerinde kullanmalı, ıskalamamalı. Bakınız o “yeni anlayışı” rapçiler de, Diyarbakır’a “bilgisi dahilinde” giden ve belediye araçlarını karpuz sergisi gibi yan yana Yenikapı’ya dizen İmamoğlu da esasen onun adına geliştiriverdi bile.

Sen kafana göre kalkıp “aklıma öyle eserse, pazar sabahı uyanınca (16 milyon nüfuslu İstanbul’un 23 Haziran hukuksuz-tekrar-seçimlerini sekiz yüz bin oy fark atarak kazanmış) Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun yerine kayyım atayacağım” diyemezsin. Dersen, demokrasiden de, kanun devletinden de, onları geçtim salt hukuktan dahi söz edemezsin.

Pazar günü kimi Yenikapı’ya giderek yerinden, kimi alternatif medya mecralarından İmamoğlu'nun dolgu alanda yan yana dizdiği bini aşkın ihtiyaç fazlası, (hafifletilmiş, politize, stilize tabirle) “israf” göstergesi araçları izleyecek. İster çevirirsin etrafını Yenikapı’nın Çevik Kuvvet ile, ister atarsın kayyumunu, elini kolunu tutan yok: “Devlet” sen değil misin?

Keşke yarın İstanbul’un belediye billboardlarından ve metro-metrobüs kapalı devre televizyonlarında Şanışer’in başı çektiği onyedi rapçinin #SUSAMAM ve Ezhel’in #OLAY klipleri dönse biteviye. Zira yukarısı bağırdıkça, aşağısı homurdanıyor. Önce Arap Baharı’nda, şimdilerde Cezayir, Sudan ve Hong Kong’da örneklenen bir “degajizm” dalgasının üzerinden iç ürpertici serpintiler havalandıran sağnaklar deniz ufkunda sanki belli belirsiz seçilir oluyor.

Sayın ana muhalefet liderinin de sanırım anlaması gereken bu: “Yeni bir siyaset anlayışı geliştiriyorum” derken iktidara gelmekten feragat, sağduyu ile mıymıntılık, cüret gereken yerde sağduyu adı altında el frenine asılmak gibi tercihleri yerinde kullanmalı, ıskalamamalı. Bakınız o “yeni anlayışı” rapçiler de, Diyarbakır’a “bilgisi dahilinde” giden ve belediye araçlarını karpuz sergisi gibi yan yana Yenikapı’ya dizen İmamoğlu da esasen onun adına geliştiriverdi bile.

Bu andan sonra saniyeler akar, süre hızla tükenirken, Kılıçdaroğlu pas mı verecek, “üç sayı çizgisinin oldukça gerisinden” şutu potaya mı gönderecek? Pas verecekse, topu “eli sıcak olana” mı geçirecek? Yoksa o bildik, iç kıyıcı, al gülüm-ver gülüm ezber set oyununa mı dönecek? Tam zamanında, hele çembere dahi değmeden giren bir üçlük, malûm, yeri gelir maçı çevirir. Sözünü ettiğim “anın” içinde Kaftancıoğlu’na verilen neredeyse on yıllık hapis cezası da var.

Üst katlardaysa, sözde ulusal güvenlik sınamaları yaratıp, yapay “milli duruş” dayatmasıyla, seferberlik havası yaratma yaklaşımı halen egemen. Cumhurbaşkanı Erdoğan -daha ötesi var mı, en hatta tek yetkili ağız işte- ülkemizin nükleer başlıklı füze sahibi olması gerektiğini vurguladı. Durmadı ertesi gün bu defa Fırat’ın Doğusu’nda 32 km.lik ve doğrudan TSK denetiminde ama lokomotifi TOKİ olacak “güvenli bölge” verilmezse, ülkemizdeki Suriyelilerin “kapıların açılıp” AB yönüne “salıverilecekleri” uyarısında bulundu.

Nükleer kısmına en veciz yanıt (kendi dokuz yıl NATO’da üst düzey uluslararası memurluk görevinde bulunmuş olan) CHP Gn. Bşk .Yrd. BE. Çeviköz’den geldi: “Bir NATO üyesi olan Türkiye; nükleer tehdide karşı koruma altındadır, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına (NPT) taraftır, Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi (MTCR) üyesi olarak kısıtlamalara tabidir. Söz konusu NATO olunca ortaya çıkan Ey alzheimer! Sen nelere kadirsin!”

Suriye faslını ise diğer iddia gibi ilk kez duyuyor değiliz. Yine işler mi, göreceğiz. O arada Danimarka'nın Fırat'ın Doğusu'na asker göndereceği açıklandı. ABD Genelkurmay Başkanı Org. Dunford da, (soruya cevaben) “Ankara’nın Suriye’deki güvenli bölgeyi kendi başına kontrol etmesinin ikili çıkarlar için faydalı olmayacağını” belirtti. TSK, ABD ile üçüncü ortak havadan silahsız gözlem devriyesi görevini icra etti. Kara devriyesinin de 8 Eylül’de başlayacağı duyuruldu. Münbiç, orada. Tel Rifat da, az beride.

Ve iki önemli günü andık: 4-11 Eylül 1919, Sivas Kongresi ve 6-7 Eylül 1955, İstanbul Pogromu. Halkın iradesi bu iki olaydan hangisinde tecelli ettiydi sizce? Devletin kudretinden ve merhametinden dem vuran sabık başbakan Davutoğlu’nun kavrayamadığı tam budur. Beştepe’de adli yıl açılışında “inanışa göre” adaletten söz ederken hukuku ve anayasayı gözardı eden Erdoğan’ın da herhalde. Sivas Kongresi mevcut devlete karşı, halk iradesiyle yeni ulusal egemenliği kurucu, 6-7 Eylül devletin içinden, kurucu temelleri güçlendirme kisvesiyle, halkın bir bölümünü dışlayıcı, çoğunluk eliyle çoğulluğu yok edici.

Ama “vanminuts olmaaz”: ne demek Arap Baharı, Cezayir, Sudan?! Gelin biz ışıldakları demokrasi beşikleri Britanya ve İtalya’ya tutalım. Britanya halkı da referandumda, üç yılı geçti, AB’den çıkma iradesi ortaya koydu. Bugün, meclis hükümete anlaşma müzakeresi ödevi mi yüklüyor, yoksa kendini hükümetin yerine mi koyuyor? Muhalefet neden erken seçimden kaçıyor? Yeniden referandum deseniz, eskisi geçersiz mi? Muhalefet lideri Corbyn, neden “bu ülkede başkanlık rejimi yok” vurgusu yaptı? Atanan hatta kiminin sandalyesi atadan miras kalan “lordlar” demokrasinin neresinde?

İtalya’da günümüzün tipik göç ve İslâm karşıtı aşırı sağcısı İçişleri Bakanı Salvini, erken seçimle başbakan olma hayalleri kurup, ava giderken avlandı. Beş Yıldız ve Sosyal Demokratlar, partisiz Conte’yi başbakanlık koltuğunda bırakmak kaydıyla yeni koalisyon hükümeti kurmakta uzlaştı. Gemilerini İtalya limanlarına yanaştıran iki genç Alman kadın kaptan Rackete ve Klemp’in ahları tuttu. Cumhurbaşkanı Matarella’nın bilgeliği de rol oynadı. II. Dünya Savaşı bittiğinden bu yana siyasi “istikrar” yüzü görmeyen, ama dünyanın ilk on ekonomisi içindeki yerini hep koruyan İtalya. Halkın iradesi demokrasiyi erken seçimden, çoğunluğun tasallutundan mı korudu?

Çin’in özel statüyle yönetilen bölgesi Hong Kong adasında da halk, suçluların anakara Çin’e iadesi yasasını reddetmek için sokağa çıktı. Neredeyse hepsi beyaz yakalı, hepsi işinde gücünde yurttaşlar. “Kaybedecekler” demiştim, şimdilik iyi ki yanılmışım. Nihayet, Çin’in atadığı yönetici Lam yasayı geri çekti. Ama mücadele ve zaferin tadını alan halk çoğunluğu ve çoğulluğu artık bu taleplerinin karşılanmasıyla yetinmiyor. Oy hakkı istiyor, kendi geleceklerine, yönetimlerine kendileri karar vermek istiyor. Lam’ın da geleceği belirsiz. Halkın iradesi merkezin boyunduruğuna karşı sokağa mı çıktı?

“Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş”: 1974’te Yılmaz Güney’in “Arkadaş” filmine Melike Demirağ bu şarkıyı söylediğinde, perşembe gecesi karanlığında bir kibrit çakan rapçiler de, Klemp ve Rackete kaptanlar da henüz doğmamışlardı. Siyasi karşılaştırma “elma-armut” olur ama belki o nesil de yenilmemişti. Öğreti tortusunu bize doğru devretti. Misal, 1980’lerde Almanya’da taksi şoförlüğü yapan adaşım Aydın Engin ağabeyin de yenilmediği gibi. Nasıl günümüzde bu ülkenin yüzakı Barış Akademisyenleri de yenilmediyse, Gezi de bitmediyse, öyle. Belki tarihin doğru tarafında olmak önemli olan. Belki yürümek, yürür kalmak “el ele ve daima ileriye.”


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.