YAZARLAR

Sevincin peşinde, güvensizliğin pençesinde…

Rejim kendine tehdit olarak gördüğü herkesi hedefine yerleştirmeye devam ediyor. Ayrıca belli ki bunu gizlemeye de pek gerek görmüyor. İktidara İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığını kaybettiren sürecin mimarlarından Kaftancıoğlu’nun aldığı cezanın tesadüf olmadığı bu nedenle açık.

Ağladım… Uzun süredir ilk kez üzüntüden değil sevinçten ağladım. Başımızın üstünde dolanan kara bulutlar hafifçe aralanmış gibi geldi, içimde bir ferahlama, ağladım. Hastanedeki yatağında sessizce yatan babamın haberi aldığında küçük bir çocuk gibi sevindiğini gördüm, aylardır kahkahasını duymamıştım; o gülüşü hiçbir sözcükle tarif edemem. Dilin yetmediği o anda, o gülüşe ben ağladım. Yıllar süren hukuk mücadelesinin ardından gelen Anayasa Mahkemesi'nin barış bildirisini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiren kararı ilk sonucunu verdi, bugün bir beraat haberi aldık. Bütün evrensel hukuk ilkelerinin hilafına yürütülen ağır ceza yargılamalarını olması gerektiği gibi kesintiye uğratan o kararla yüreğimi sıkan o koca el bir an için gevşedi, bedenim hafifledi; ağladım. Bizi bir kara komedinin baş oyuncuları haline getiren, hukuku hiç eden bu süreçte ayakta kalma mücadelesi veren herkesi düşündüm. Yıkılıp yeniden kurulan hayatları, onurunu her şeyin üstünde tutanların hikayelerini, özgürlüğe, adalete inançlarını hiç yitirmeyenlerin çırpınışlarını, bir ucundan diğerine işkence evine dönüşmüş şu memlekette ilkeleriyle var olmaktan vazgeçmeyenlerin “anlatma” çabalarını, anlamaya niyeti olmayanların bile günün birinde anlayacaklarını umanların inadını buldum yanımda. Bilendim.

Haber yayıldıkça ilk coşkuyu temkinli olma çağrıları izledi. Düzenin talim terbiyesinden herkes kadar nasibini almışlar olarak öyle tek haberle kendimizi sevince kaptırmamamız gerektiğini acı biçimde öğrenmiştik. Bu bilgiyle sonradan gelebilecek hayal kırıklığına hazır olmalıydık. Güvenmemeliydik. Güvensizlik, ağacı içten çürüten hastalık gibi aslında. Duyduğumuz her şeyin ardında bir bit yeniği arar hale geldik. Haksız mıyız, sanmam. Daha bu yazı bitmeden, Canan Kaftancıoğlu’na beş ayrı suçlamadan ertelemesiz dokuz yıl sekiz ay ceza verildiği haberi geldi mesela. Dolayısıyla temkinle bekleyeceğiz. Mücadeleyi bırakmadan, çaresizliğe düşmeden, yılmadan devam edeceğiz. Unutmayacağız. Unutulmasına da izin vermeyeceğiz. İnatla anlatacağız; düzene güvenemediğimiz yerde kendimize, dayanışmanın gücüne inanacağız. Bunu atlatacağız. İnadına inadına…

Rejim kendine tehdit olarak gördüğü herkesi hedefine yerleştirmeye devam ediyor. Ayrıca belli ki bunu gizlemeye de pek gerek görmüyor. İktidara İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığını kaybettiren sürecin mimarlarından Kaftancıoğlu’nun aldığı cezanın tesadüf olmadığı bu nedenle açık. Ekrem İmamoğlu’nun son hamlesiyle belediyenin milyonlarca lira harcayarak kiraladığı ihtiyaç fazlası araçların Yenikapı’da sergilenmesi, Büyükşehir Belediyesi'nde nasıl bir talan düzeni kurulduğunun işareti. Hemen bu hamlenin ardından Kaftancıoğlu’na mahkemenin ceza yağdırması şaşırtıcı değil, ama hakikaten üzücü. Hukukun çerçevelemediği çıplak bir iktidarla mücadele etmek zorunda olduğumuzu göstermesi açısından da ürkütücü. Burada anahtar soru şu: siyasal (?) iktidar kendisini sınırlandıran her tür mekanizmadan soyutlandıkça elimizde geriye onu bir haydut çetesinin iktidarından ayıran ne kalabilir ki? Meşruiyet meselesini kavramanın anahtarını içeren bu soru, elinde rızayı inşa etmek için hiçbir aracı kalmayan, emrindeki bütün kolluk güçlerini seferber etmekle yetinmeyip bağımsızlığını yitirmiş bir yargı eliyle ceza mekanizmasını zor aracına dönüştüren bir iktidarın neye benzeyebileceğini de pek güzel özetliyor aslında. Hukuk olmadan adalet gibi soyut bir ilkenin boş bir idealden öteye gidemeyeceğini, birbirini denetleyerek dengeleyen erklerin birbiri içinde erimesinin soyut adalet ilkesini somutlaştıracak bütün mekanizmaların yok edilmesi anlamına geldiğini anlamak gerekiyor. Ortak ideallerin, özgürleşme imkanının var olabileceği, eşitlik taleplerinin dile getirilebileceği, iktidar karşısında yurttaşa ait olanı koruyan bir hukuki çerçevenin yıkılması, toplumsal imgelemimizi çökertiyor, toplumu varsayabilme imkanını böylelikle elimizden alıyor.

Sevincimizin kursağımızda kalmadığı günler dileğiyle…


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.