YAZARLAR

Azgın azınlık, süzgün çoğunluk

Seni başkan yaptırmayacağız söylemi kaldırmıştı bezginliği, Muharrem İnce seçim gecesi yaptığı bütün hoyratlığa rağmen bir umut olmuştu, İmamoğlu süzgün seçmenin serpilmesini sağladı, sesi sözü çıkmaya başladı herkesin. Öyle açık ki değişime ve birine toplum inandığı anda bezginlik deneyiminin yerini dönüştürme tutkusu alıyor. Çoğunluk içine itildiği depresif karanlıktan çıkmak istiyor.

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan aynı zamanda cumhurbaşkanı. Parti genel başkanı ve cumhurbaşkanı sıfatlarını birleşmesinden çok önce nüfusun bir bölümü ile kendini özdeşleştirme uğraşına girişmişti. Onun milletinin karşısında diğerleri oldu. Onun milletinin başkanı olduktan sonra da parti genel başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı arasında bir çelişki kalmayacaktı artık pratikte. Nüfusun bir bölümü millet, onunla özdeş reis cumhurbaşkanı, onun çıkarlarını savunan parti de devlet oldu. Bunda yeni bir şey yok, özgün bir yanı olmayan partinin devleti ele geçirme süreci. Bu süreçte de şefin hukuk ve yasa tanımadan kendi kurgusal milleti adına örgütsel ve kişisel çıkarlarını halkın ve devletin çıkarı gibi sunması. Öykünün sonucunu da tarihten biliyoruz.

ÜÇ KATEGORİ

Bugün olup biten şey, saray çevresinin ve bu çevrenin dar çevresinin azgın bir halde başta paraya ve güce çevrilebilecekler olmak üzere kamusal olan her şeye el koyması. Halkın çok geniş kesimlerinin herhangi bir siyasal ayrım gözetmeden millet kurgusunun içinden çıkarılması, siyasal birliğin dışına atılması. Kamu görevine girişten kamu ihalelerinin dağıtılmasına; medya organlarında yer almaktan uçağa hangi kapıdan girileceğine kadar her şey bu azgın çevrenin çıkarlarına göre organize ediliyor.

Söz konusu azgın çıkar çevresinin dışında kalanlar var; dışında kalmayı tercih ettiğini açıkça beyan edenler var; bununla demokratik sahada mücadele edenler var, hep vardı. Henüz parti-devlet-millet-şef özdeşliği kurulmadan birinci kategori hakkında kucaklayıcı söylemler yer bulmaktaydı AKP söylemlerinde. İkinci kategori yani tercihini beyan edenler hemen çeperde tutuluyordu. Üçüncü kategori ise daha iktidarın ilk yıllarından başlamak üzere zaten terör çemberinin içine katılmıştı. HES’lere karşı mücadele eden, Gülen çetesi ve AKP’nin birlikte yapıkları pazarlıklar sonucu kamunun dönüştürülmesine karşı çıkan, hızlandırılmış trenin facialara neden olacağını söyleyen, topraklarımızın tarımsızlaştırılmasının ekonomik felakete yol açacağını söyleyen, sağlığın özelleştirilmesini, eğitimin dincileştirilmesi ve paralılaşmasına karşı sokaklara çıkan herkesi daha 2003’ten başlayarak terör ile ilişkilendirmişti Erdoğan. Gezi’de bütün bu kesimler bir araya geldi, temsili imkansız bir halk olarak azgın azınlıkların ve çevrelerinin karşısında durdu. Seslerini söze dönüştürdü.

Gezi sonrası AKP ilk iki kategoriyi de terör çemberine dahil etmeye başladı. Artık sadece haklarını demokratik siyaset içinde verdikleri mücadele ile arayanlar değil; AKP’nin siyasal, toplumsal ve ekonomik olarak el koyduğu alanlara dahil olmak istemeyen, bunu onaylamadığını beyan eden herkes terör çemberinin içine alındı. Azgın çıkar çevreleri, onların dar çevresi ve biraz daha yaygın geçimsel ağlar artık Erdoğan’ın milleti oldu. İSPARK şivesiyle konuşanlar vardı, İstanbul Havaalanı etnik özelliklerini taşıyanlar. Cengiziler, Koliniler, Demirörenciler gibi tarikatları olabilirdi, ama her biri aynı ülküsel “milli” özelliklere, “yerli ve milli” bir gelecek planına inanıyordu. Bu ülküsel birlik ve geleceğin temelinde ise para vardı. Tabii paranın dolar mı olacağı Euro mu altın mı olacağı, ABD’den mi Rusya’dan mı Katar’dan mı, İran’dan mı geleceği fark etmezdi. O bir üst ülkü, idealdi.

UMUDA AÇIKLIK

Türkiye azgın bir sömürü düzeni, derede akan sudan topraktaki ağaca kadar gözünü dikmiş, atölyelerde çalışma yaşını sekizlere kadar düşürmüş, sömürüde hiç ayrım yapmayıp, rantı kendi azgınlığınca dağıtan bir ekonomik ve onun üzerine kurulu bir siyasal rejimin tahakkümü altına. Çoğunluğun ise bezgin ve süzgün bir halde olduğunu deneyimliyoruz uzun bir zamandır. Fakat bu bezginlik ilelebet değil, en küçük umutta atılıveriyor halkın geniş kesimlerinin üzerinden. Seni başkan yaptırmayacağız söylemi kaldırmıştı bezginliği, Muharrem İnce seçim gecesi yaptığı bütün hoyratlığa rağmen bir umut olmuştu, İmamoğlu süzgün seçmenin serpilmesini sağladı, sesi sözü çıkmaya başladı herkesin. Öyle açık ki değişime ve birine toplum inandığı anda bezginlik deneyiminin yerini dönüştürme tutkusu alıyor. Çoğunluk içine itildiği depresif karanlıktan çıkmak istiyor.

Erdoğan tarafından plebisiter nitelik kazandırılmış, demokrasinin değil tek adamlığın sürmesi için siyasal ve mevzuu olarak yeniden organize edilmiş seçimler, parti-devlet-şef üçlüsünün sigortası niteliğindeydi uzun zamandır. Fakat son seçimlerde iktidar siyasal söylemi azgın çıkar çevreleri dışında kalan herkesi terör çemberine dahil etmesi ile sınırlarına dayandı. Seçim kurumunun yeniden düzenlenmesinin kendi sınırlarına dayanması 23 Haziran’a özgün bir nitelik kazandırdı. Evet 23 Haziran’da seçim azgın bir azınlığın yarattığı yağma düzeni bakımından bir kırılmanın da başlangıcı olma niteliğini taşıyacak. Bu açık.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.