YAZARLAR

Sen misin Kürtlerden oy alan!

Açık ki, CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na 31 Mart’ta batıdaki Kürtlerin desteğini almış olmanın bedeli ödetilmek isteniyor. O yüzen CHP, HDP’nin 7 Haziran’dan sonra maruz kaldıklarını yaşamakla karşı karşıya. Kılıçdaroğlu “mesajınızı aldım, geri adım atmıyorum” yanıtı vermiş oldu.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak çağrıda bulunuyor: “Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırı organizedir. Gereken derhal yapılmalıdır.” Gerekeni yapması gerekenlerin organizasyonda yer alıp almadığını ise sorgulamıyor veya sorgulayamıyor.

Oysa Kılıçdaroğlu’na yönelik organize saldırının faillerini de, gayelerini de herkes biliyor. Ama Kılıçdaroğlu dâhil kimse bu organizasyonun başındakileri doğrudan işaret edecek düzeyde güvenceye sahip değil. Çünkü muhalif yurttaş veya siyasetçileri koruyacak bir devlet yapısı yok ortada. Buna mukabil her gün ellerini bellerindeki silahlara götürüp tehditler savuran, “emir gelsin her şeyi yapmaya hazırız” diyen iktidar militanları veya milisleri dokunulmazlık zırhıyla kuşanmış durumda.

Bizim kuşak 1998 yılında Mesut Yılmaz’ın Budapeşte’deyken yumruklu saldırıya uğradığını ve burnunun kırıldığını çok iyi hatırladığı gibi, o yumruğun sahiplerinin de kim olduğunu öğrenmiştir. Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırının akla getirdiği ilk olaylardan biridir o. Zira belli güçlerin belli mesaj verme yöntemleri var. Onlardan biri de hedefe konan siyasetçiye yumruk atmak veya attırmak.

NEDEN “KILIÇDAROĞLU’NUN BİR TATİLE ÇIKMASI LAZIM”?

Anamuhalefet partisinin lideri yumruk yiyebilir ama korunamazken, eli belinde, belli aralıklarla tehditler savuran ekipleri her kademede dokunulmaz kılan bir güç var. Ve o güç pek de mahfuz kalmak istemiyor galiba. Çünkü suretleri görünmeli ki, verdikleri mesajın muhatabı, mesajın kaynağının maksadını da, yapabileceklerinin hudutlarını da iyi anlayabilsin.

Kılıçdaroğlu’na saldıranlara “değerli arkadaşlar” diye hitap edip “şu ana kadar gerekli mesajı verdiniz” diyen Akar, “O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu?” diyen Bahçeli belki de saldırının spontane gelişmediğini özellikle vurgulamak istiyorlardı. Aleni linç ve öldürme girişimini “protesto” olarak nitelendiren Ankara Valiliği’ne ise diyecek laf yok. Vali dediğiniz emir kulu ne de olsa!

Bahçeli’nin pek dikkate mazhar görünmeyen oysa bence esas aba altındaki sopayı gösteren cümlesi ise şu: “Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir tatile çıkması lazım.”

Neden?

Bahçeli’nin epey imalı açıklamasında bir yanıt var aslında: “Bu akşam YSK toplansın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerinde oynanan oyunda kendisi oyunun bir figürü müdür değil midir önce onun tespitini yapsın. Figürü değilse onun partisinin adayının mazbata kavgasına bu akşam son versin.”

Hem de bu akşam! Apar topar! Kılıçdaroğlu’nun yüzündeki yumruğun sıcaklığı geçmeden!

Öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi, YSK’nın İmamoğlu’nun hilafına karar vermesi halinde herhangi bir itirazın yapılmaması, mümkünse ses çıkarılmaması ve bu işin “huzur içinde” nihayetlendirilmesine yönelik bir “mesaj” da içeriyor. Bu durumda YSK’nın da sürecin ruhuna uygun hizalandırılmış olup olmadığını şimdilik kestirmek ise zor.

Fakat esas mesele İstanbul seçimlerinden ibaret olamaz.

CHP’YE KÜRTLERİN DESTEĞİNİ ALMIŞ OLMANIN BEDELİ ÖDETİLMEK İSTENİYOR

Açık ki, CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na 31 Mart’ta batıdaki Kürtlerin desteğini almış olmanın bedeli ödetilmek isteniyor. O yüzen CHP, HDP’nin 7 Haziran’dan sonra maruz kaldıklarını yaşamakla karşı karşıya. HDP, AKP’yi iktidardan indirmenin bedelini ağır bir bilançoyla ödedi, ödüyor. Şimdi benzer bir bedel CHP’ye ödetilmek isteniyor ki, bu partinin etrafında “ehvenişer” de olsa bir araya gelenler dağıtılabilsin.

Nitekim Kılıçdaroğlu da bunu tespit etmiş olmalı ki, saldırıdan sonra yaptığı açıklamada şunu söyledi: “Bu saldırıların sebebi ne biliyor musunuz? İlk kez çok farklı siyasi görüşü olanlar bir araya geldiler. Ne yaparsanız yapın asla vazgeçmeyeceğiz. Birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu ülkeye bahar getireceğiz, ülkenin her karışında bahar olacak.” Böylece Kılıçdaroğlu “mesajınızı aldım, geri adım atmıyorum” yanıtı vermiş oldu.

İKTİDAR, ILIMLI DİLİN SAHİPLERİNE DEVLETİN YUMRUĞUNU İNDİRMEK İSTİYOR

31 Mart öncesinde HDP tabanının, ekseriyetle Kürtlerin CHP’li adaylara oy vermemesi, yahut milliyetçilerin Kürt seçmenin ilgisi karşısında CHP’li adaylardan soğuması için yapmadığı hiçbir manipülasyon kalmayan iktidar ve medyası, maksadına nail olamadı. Daha da ötesi İstanbul gibi, belki de içeride olup bitenleri bilmediğimiz için tahmin edemeyeceğimiz düzeyde hayati önemdeki bir gücü kaybetti.

Böylece iktidar, 31 Mart’la birlikte kendisi açısından işlerin pek de iyi gitmediğini ve bunun esas müsebbibinin de ayrıştırıcı, şiddet yanlısı, militarist söyleminin karşısına dikilen “ılımlı, kapsayıcı, barışçıl” dilin sahipleri olduğunu gördü, anladı. Şimdi bu ılımlı dilin sahiplerini sahaya çağırıp harbe zorlamak ve “meydanda” yenmek, devletin büyük yumruğunu orada indirmek ve mümkünse büyük “elması”, İstanbul’u tekrar almak istiyor.

Yani iktidar bloku, devlet gücü ve “bindirilmiş kıt’aları” kullanarak CHP’yi başta İstanbul olmak üzere kazanımlarından ve “kapsayıcılığından” vazgeçmeye zorluyor. Eskiden bunu ordu yaptığında darbe denirdi. Şimdi darbe dense bile kimse için bir anlam ifade etmiyor.

DEĞİŞİM UMUDU TAŞIYANLAR DAYANIŞMAYI BİR KEZ DAHA ISKALARSA…

Dünkü söyleşimizde Prof. Dr. Korkut Boratav şöyle diyordu: “Türkiye bence temsili demokrasiden faşizme geçiş aşamasında… 31 Mart sivil faşizme geçişi engelleyemeyebilir. Fakat faşizme geçiş konusunda iki önleyici etken var. Birincisi, seçmen tabanındaki değişim arzusu ve bunun mümkün olduğu algısının güçlenmesi. İkincisi de, pek çok aksama ve bozulmaya rağmen bürokrasinin tamamen teslim alınamamış olması. YSK’nın İstanbul konusunda şu ana kadar belli aksamalara rağmen yasal sistemi uygulamaya çalışmasını buna örnek olarak verebiliriz. Tabii bu tespitim, İstanbul’la ilgili vereceği karara göre çökebilir.”

YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal etmesi halinde, Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırı organizasyonunun “inceliği” konusunda fikir yürütmek daha kolay hale gelecektir.

Fakat Boratav’ın, faşizme geçişin önleyici etkenlerinin başında saydığı “seçmen tabanındaki değişim arzusu ve bunun mümkün olduğu algısının güçlenmesi” iktidarın da ana tespitlerinden biri olsa gerek. Büyük olasılıkla iktidar bloku İstanbul sonuçlarını iptal ettirerek bu değişimin seçimlerle de mümkün olmayacağını göstermek, değişim umudunu ortadan kaldırmak istiyor. Bu yapılabildiği an, temsili demokrasi mutlak biçimde sonlanmış, faşist rejim yerli yerine oturtulmuş olacak.

O zaman iktidar bloku, muhalefet liderlerine tatil önerisi yapmakla kalmayacak, belki de tatilin yerini de belirleyip önden rezervasyonu yapacak. Fakat her halükârda 21 Nisan 2019, 7 Haziran’dan hemen önce ve hemen sonra HDP’ye yönelik çok sayıda saldırı gibi, tarihi dönemeçlerdin biri olarak tarihe geçecek. HDP’nin yakın tarihinin CHP açısından tekerrür edip etmeyeceği ise “değişim umudu” taşıyanların daha önce ıskaladığı dayanışmayı bu sefer sergileyip sergilememelerine bağlı olacak.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.