YAZARLAR

Erdoğan'a başkanlık yaramadı

Erdoğan acaba ‘keşke başbakan olarak kalsaydım’ diye düşünmüyor mudur? Ben olsam düşünürdüm ama ben anlamam hiç başkan değilim ve olmadım, çok şükür…

Erdoğan neden başkan olmak istedi? Doğrusu bu konuda hiç ikna olamadım. Neredeyse hiçbir zaman -çok şükür- iktidar açısından bakmadım dünyaya ama yukarıdan, yani bir marangoz hatası olarak da olsa şöyle yüksek yüksek tepelerden şöyle meridyen meridyen bakamadığım için belki yanılıyor olabilirim ama bence Erdoğan kendi açısından yanlış yaptı.

Biraz geriye dönelim o zaman. Öncelikle Türkiye uzun zamandır bir ‘Başbakan’ ülkesiydi. Cumhurbaşkanı -Kenan Evren’den sonra sağı solu cunta dikenleriyle kaplı da olsa- daha çok sembolik bir nitelik taşıyordu. O zaman pratikte Erdoğan Başbakanlığı dönemine bakalım. Kriz içinde -eşiğinde- bir ara Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer döneminde, Evren için bezenmiş cunta dikenleriyle Erdoğan Başbakanlığı bazı güçlükler yaşadı. Ancak bu güçlükler daha çok, Ahmet Necdet Sezer’in kişiliğine ilişkin değil, doğrudan klasik devlet refleksiydi. Ayrıca bu klasik refleks Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi tarihine özgü bir şey de değildi.

Erdoğan döneminin, devletin yeniden neoliberal inşasının resmi başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekte 12 Eylül cuntasıyla, devletle birlikte yeşeren neoliberalizm, Özal’ın koltuk altında büyüyerek iyice semirip, Birinci Erdoğan dönemiyle artık, eski yol arkadaşı ‘Klasik devlet’i tasfiyeye giriştiğinden, Ahmet Necdet Sezer’in, Erdoğan'ın başbakanlığına çelme takmasının ana nedeniydi. Bu dönemi başka zaman belki daha ayrıntılı konuşacaksak da bugün söylemek istediğim şey, kısaca, belki Ahmet Necdet Sezer döneminde Erdoğan’ın başkanlık rejimini arzulamasının mümkün olabileceğidir. Aslında yine çok da mantıklı değildi çünkü mecliste yeterli çoğunluğunuz olduğunda ki bu hiçbir zaman yüzde 50 gibi çılgın bir sayı değildi, istediğiniz şey Cumhurbaşkanının üstünden atlayıp, resmi gazeteyi boyluyordu. Erdoğan Başbakanlığı döneminde çıkan engeller de genellikle zaten böyle aşıldı.

Neoliberal devlet inşasının ilk aşamasından sonra, yani görüntüde tam anlamıyla bir ‘Teoliberal’ yeni devletin ortaya çıkmasıyla, klasik devlet derin devletin dip köşelerinde kendisini saklamaya başladı. Erdoğan’ın Teoliberal iktidarı, yani söylemde dinsel, gerçekte doğrudan özelleştirmelerle birlikte aynı zamanda emeğin güvencesizleştirildiği, her şeyin satılmasıyla aynı zamanda sendikaların güler yüzlü STK’lar olarak kabul gördüğü, ideolojilerin düşünce kuruluşlarına havale edildiği, özgürlüklerin sadece lafta da olsa sağa sola uçuştuğu, hatta arada barıştan söz edilen, -tabii ki bir sürü şeyde iki yüzlü ve riyakar ki Teoliberal devlet de bal gibi devlet- liberalleri yetmezlerinden yakalayan bir başbakanlık dönemiydi bu. Erdoğan Başbakanlığı bu sefer kendi içinden bir cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül’ü seçtiğinde bu zorlukları da pek yaşamadı. Birkaç şey dışında ki bunlar da gizli ya da açık uzlaşmalarla aşıldı.

Yani açıkçası Erdoğan kendisi başbakan, başkası Cumhurbaşkanıyken, çok daha az bir çoğunlukla çocuklar gibi şendi.

Hadi ben iktidarın yüksek koridorlarını bilmiyorum diyelim ve gerçekte o dönemler kendisinin dediği gibi oldukça zorluk çekti diyelim. Peki şimdi mutlu mu? Yani yüzde 51 gibi bir çoğunlukla ite kaka değişen rejim sonrasında, yine yüzde 51 ile devlet başkanı olunca daha mı az kişiye hesap veriyor sanıyorsunuz?

Devlet Bahçeli’nin yüzde 7’si, daha öncekinden çok daha fazla ödün koparmıyor mu? Hadi Bahçeli’nin dediği gibi bu oran iki katı olsun, yine de AKP’nin yüzde 35’inden daha fazla yetkiye ve güce sahip olması, eğer başbakanlık rejimi devam etseydi mümkün olabilir miydi?

Süleyman Soylu’nun simgelediği çizginin iktidarda bu kadar çok payı olması, başbakanlık rejimi olsaydı mümkün olur muydu?

Başkanlık rejimi Doğu Perinçek’i bile, beklentilerle birlikte iktidara taşıdıysa ve buna Erdoğan rejiminin ihtiyacı varsa, bunda bir yanlış hesap yok mu sizce?

Ayrıca tersine bir örnekte, Brezilya’da Lula başkanken, 40 ayrı örgütten meydana gelen PT-İşçi Partisi 13 ayrı partinin koalisyonu ile başkanlığı kazandığında, her şey nihayetinde en azınlık ama en güçlü çıkar birlikteliği olan finans oligarşisinin istediği gibi şekilleniyordu. Yani Lula başkandı ama en güçlü o olmasına rağmen, mesela yüzde 33 ile başbakan olan Erdoğan kadar gücü yoktu. Nihayetinde altından bir taş çekildiğinde yıkıldı Lula başkanlığı.

Erdoğan acaba ‘keşke başbakan olarak kalsaydım’ diye düşünmüyor mudur?

Ben olsam düşünürdüm ama ben anlamam hiç başkan değilim ve olmadım, çok şükür…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...