YAZARLAR

Seçim süreci, gazeteciler için nasıl geçti?

Bir yandan haber kaynaklarıyla bir yandan gazeteciliği ayaklar altına almış meslektaşlarla mücadele ediyoruz haberler üretirken. “Önemli” her haberi kazıdığınızda altından “siyaset-sermaye-medya” üçlüsünün kirli ilişkileri dökülüyor. İşte önünüze gelen haberler bu cehennemin içinden çekip çıkardıklarımızdır.

Herkes için zor ama gazeteciler için çok sancılı geçti. Başta siyasetçiler olmak üzere ülkede insan profilinin içler acısı hali ve memleketin hal-i pürmelali ortada. İşte biz bu insanlarla, bu ağır koşullarda muhatap oluyoruz.

İdeolojik diye yutturulan pek çok kavganın basbayağı kişisel olduğunu biliyoruz. Üstüne üstlük siyasetin, hukukun, ahlakın olmadığı bir zeminde yaşanan bu olayları, bize “güncel siyasi meseleler” olarak yutturmaya çalışanlara inat, doğru biçimde görüp değerlendirip, manipülasyonlardan arındırarak haberleştirmeye çalışıyoruz.

Toplum çürümüş halde! Gazeteciler de bu çürümüşlükten azade değil elbette.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının, 16 yılın sonunda Türkiye’yi getirdiği nokta, karşıtını da kendisine benzetmek oldu. Sadece siyasi partiler değil siyasi iktidara itiraz eden tüm kurumlar, yapılar, eleştirdiği ne kadar hastalık varsa bunları bünyesinde taşıyor bugün.

İnsanlar için, zengin olma hırsı, her türlü hasletin önüne geçti. Herkesi “şöhret olma” hastalığı sardı. Ortalık kibirli, benmerkezci, cahil, bencil, sığ ve kötücül insandan geçilmiyor. Cehenneme düşmüş gibiyiz.

“Güçlü” haber kaynaklarıyla her temas, iğne deliğinden geçmek demek bizim için. Ve ne yazık ki “yeni Türkiye”nin ister siyasetçi ister gazeteci olsun tüm “güçlü”leri, yukarıda saydığım hastalıkların pençesindeler. Gazetecilik, onaylama veya yerme makamı sanılıyor. Gazetecilere “dost/düşman” gözüyle bakılıyor. Kimse soru soralım istemiyor. Sorduğumuzda hakaret kabul ediyorlar. Çünkü her şeyin olduğu gibi gazeteciliğin tanımı da değişti(rildi). Bunda meslektaşlarımızın da payı var.

“Ünlü gazeteci”, “uzman” veya “siyasetçi” sıfatını taşıyanların ve ekranlarda, gazete sayfalarında boy gösterenlerin pek çoğu, olağan koşullarda hayalini bile kuramayacakları makamları işgal ediyorlar bugün. Oralara emekleriyle, işin doğal süreciyle gelmedikleri için ömürlerinin sınırlı olduğunun farkındalar. Bu nedenle büyük bir iştahla saldırıyorlar “pasta”ya…

Nefret söylemiyle kurulan cümleler ağızlarında sakız olmuş; masumiyet karinesinin ihlali vaka-i adiye bu insanlar için. Vatan-millet-Sakarya dedikleri, kişisel çıkarlardan ibaret! Kiminde şan şöhret, kiminde mal mülk, kiminde koltuk sevdası… Büyük sermaye gruplarının sahipliğindeki medyada, gözünü para hırsı bürümüş bu “aç” insanlara rağmen biraz da olsa habercilik yapılıyorsa, vaziyeti kurtaran, üç beş emekçi cengâverdir.

Saygı duyduğum bir meslektaşıma çürümüş siyasetçilerden, çürümüş haber kaynaklarından ve çürümüş gazetecilerden bahsederken derin bir iç çekti ve şöyle dedi, “Biz başımızı eğmedik, gazetecilikte ısrar ediyoruz hâlâ. Bunun gururu bize yeter!”… İç çekme sırası bendeydi. “Evet” dedim, “Başımız dik”… “Dario Fo’nun dediği gibi, başımız dimdik yürüyoruz çünkü boğazımıza kadar pisliğe batmış durumdayız.”

Bu pisliğin içinde habercilik yapmaya çalışmak inanın çok zor. Bir yandan haber kaynaklarıyla bir yandan gazeteciliği ayaklar altına almış meslektaşlarla mücadele ediyoruz haberler üretirken. “Önemli” her haberi kazıdığınızda altından “siyaset-sermaye-medya” üçlüsünün kirli ilişkileri dökülüyor. İşte önünüze gelen haberler bu cehennemin içinden çekip çıkardıklarımızdır. Bu da kayıtlara geçmeli.