YAZARLAR

Erkeklere kıymayın efendiler!

Anayasasında “kadın lehine pozitif ayrımcılık” ilkesi bulunan ülkede bir yargıç, nafaka tartışmasını “erkeklerin kazanılmış hakları”na bağladı. Cinayet davasında mağdurun içkisini, cinsel hayatının alametlerini arayan adli tıp aklı ile nafaka tartışmasında içkiyi, boşanmış kadının olası ilişkilerini konuşan akıl aynı ideolojik zeminde kök buluyor.

“Kadınların kazanılmış haklarını alıyorsunuz deniliyor. Ya siz erkeklerin 80 senelik kazanılmış hakkını aldınız.” Yazık erkeklere!

“Ya siz…” diye başlayan her cümle, konuşanın konuya acayip hakim olduğunu ilan eden bir dil jestidir, “… ne yaptığınızı biliyor musunuz!” Genellikle siyaset meydanlarında, münazara platformlarında, okey oynamaktan artan zamanlarda birbirleriyle dalaşan erkek heyetlerinde karşılaşırız bu kalıpla.

Peki biz bu lafı niye duyduk? Şöyle:

Konu, nafaka. Bir hukuki tartışma başlığı. Yer, Karabük Barosu, bir hukuk mekânı. Meslek içi eğitim var. Eğitim şart. Konuşan, Yargıtay yargıcı. Bir hukuk kişisi. Hem de öyle böyle değil, 2’inci Hukuk Dairesi Başkanı. Sayısız kitabı var.

Hasılı, yargıç, avukat, güzel güzel konuşuyor. Mesleki bilgi, görgü, donanımları artsın diye. Allah artırsın.

SOYGUNCU DEVLET, SOYGUNCU KADIN!

Başa dönelim, cümleye. Cümlede kadın var, erkek var, hak var ve özel bir hukuk terimi olarak kazanılmış hak var.

Ama heyecan da var:

“Ben hakimim. Ben doğruyu söyleyeceğim. Ben vicdanıma göre karar vereceğim.” İnsan umutlanıyor doğrusu, bir hakim kimsenin doğruyu söylemediği bir ortamda doğruyu söyleyeceğini ilan ediyor. Bir de bilgi: “süresiz nafaka” 1988’de hukuka girmiş. Yargıç devam ediyor: “1988’den beri içime sindiremedim.” Çok üzücü bir durum. Cumhuriyet, 1988’den beri erkeklere zulmediyor! Kadınlarla el ele vermiş, erkeklerin cüzdanlarını tırtıklıyor. Soyguncu bunlar.

ELİN ADAMI VE İÇKİ

“Sen elin adamıyla gayrı meşru yaşa ben de sana her akşam içki paranı göndereyim. Var mı böyle bir şey?”

Konu, yoksulluk nafakası ise nafaka alma koşulları yasalarla belli, o koşullar var ise boşanan eşe bağlanıyor. Kanun, “kadın” demiyor, “erkek” demiyor, boşanan eşe bağlıyor ama biz niye durmadan “nafaka alan kadınları” ve veren “erkekleri” konuşuyoruz? Bir tuhaflık var değil mi. Niye?

KANUN NİYE 'KADIN' YA DA 'ERKEK' DEMİYOR?

Kanun koyucu 1988’de niye böyle yaptığını biliyordu:

Ekonomi erkeklerin yönetim ve denetimindedir. Para genellikle erkekte, iş sahibi olan genellikle erkek ve “boşanma” halinde yoksul düşen genellikle kadındır. Boşanmış erkeğin tekrar evlenmesi kolaydır ama boşanmış kadının tekrar evlenmesi zordur. Birçok kadın, eziyet gördüğü, ne eziyeti, açıkça zulüm gördüğü evliliği, ekonomik olarak kötüleşme, ortada kalma, kimsesiz kalma korkusu yüzünden sürdürür. Bunları bilen kanun, “kadın” ve “erkek” de demeden formülü bulmuştu: “Korkma. Boşanmakta haklıysan, yoksullaşmana izin vermeyeceğim.” Ekonomi kadınlarda olsa, boşanma erkeği zor duruma soksa, o nafaka erkeğe bağlanır, bu kadar. Kanunun arkasındaki ruh bu. Üstelik, “boşanmada kusuru olmayan” erkek, “boşanmada kusuru olan kadın”a nafaka ödemez.

İDEOLOJİ KONUŞURKEN HERKES SUSMALI!

Yani, “ömür boyu nafaka olmaz!” diyenler aslen hukuki bir tartışma yürütmüyor, özetle diyor ki: gider gelini alırız, beğendik beğendik beğenmedik postalar yenisini alırız. Öyle ölene kadar nafaka mı olur?

Hukuki durum böyleyken duyduğumuz lafların sebebi ne? Herkes de biliyor ki şu: Hukuk değil ideoloji konuşuyor. Ekonomik gücün erkekte toplandığı geleneksel “aile yapısı” denilen şeyin ideolojisi konuşuyor. Bazen yargıç oluyor, bazen savcı oluyor, bazen spiker oluyor, bazen köşe yazarı oluyor, bazen siyasetçi oluyor. Bu cinsiyetçi açıdan gerici erkek zihin dünyası laf üretirken, hukuki argümanların yetmeyeceğini iyi bildiği için muhafazakar erkek aklın ve gönlün dikkatini çekmek üzere meseleyi özel bir noktaya getiriyor: 1) Gayrımeşru. 2) İçki.

ERKEK ADAMIN ERKEK HUKUKU OLUR!

Boşanmış ve nafaka alan bir kadın nasıl yaşarsa gayri meşru olur nasıl yaşamazsa olmaz? Medeni hukuk, bekar (yani artık boşanmış) bir kadının hangi ilişkisine gayri meşru hangi ilişkisine meşru der? Der mi? Demez. Hangi yaşam biçiminin meşru hangisinin gayri meşru olduğunu söylemek ne medeni kanuna ne başka bir kanuna düşer. “Gayri meşru” hukuki bir ifade değil, ideolojik bir ifadedir. Bu ifadenin sarf edildiği her yerde “boşanmış” kadının yaptığı her şeyi “gayri meşru” görmeyi temel alan geleneksel eril anlayışı hukuksalmış gibi gösterme arzusu iş başındadır. Erkek adamın erkek hukuku olur.

Mesele sadece eril üstünlüğü hukukileştirme çabası değil, Türkiye’de yürürlükte olan hukuka hakim kılınmak istenen temel anlayış da ifşa oluyor bu nutukta: Kavramların yerini değiştirerek, bir ilişkinin yol açtığı hukuksuzluğu örtmek. Mağdur kadın ama biz “erkeklerin hakları”nı savunuyoruz! Böyle olmasa, anayasasında “kadın lehine pozitif ayrımcılık” ilkesi bulunan ülkede, “erkeklerin kazanılmış hakları” gibi bir örtmeceyi kolayca dile getiremezdi kimse.

İKİ MAYMUNCUK: GAYRI MEŞRU YAŞAM VE İÇKİ

“Gayri meşru yaşam” ve “içki” meselesi, geçenlerde bir “adli tıp uzmanı”nın kaleminden yine hukuk sahnesine çıkmıştı. Bu sefer bir ceza davası söz konusuydu. Şule Çet davası. Dosyaya bir “adli tıp uzmanı”nın acayip görüşleri girmişti: Bu hem adalet hem tababet sahasında temayüz etmiş, “uzman” olmuş zata göre “bir erkekle bira içmeyi kabul etmiş bir kadın” cinsel ilişkiyi de kabul etmiş oluyordu. Peki görülen dava neyin davasıydı? Cinayet: Şule Çet öldürüldü mü öldürülmedi mi? Ölümünden önce tecavüze mi uğradı?

İki ağır suçlama, cinayet ve tecavüz. Peki, “uzman” statüsünden para kazanan bir hekim, hangi akla hizmet “bira içmeyi kabul etme” ile “cinsel ilişkiyi kabul etme” bahislerini açıyor, ikisi arasında kısa devre yapabiliyordu? Aynı duruşmada katledilen kadının “bakire” olup olmadığına dair merak da giderildi! Üstelik duruşmayı yöneten hakimler heyeti hiçbir şeye sinirlenmedi de. Bu zalimlik niye?

Nafaka konusunda hukuk kılığına girmiş ideolojik sözlerin doğduğu akıl iş başındaydı da ondan. “Meşru” ve “gayrı meşru” yaşamlar var bu ideolojiye göre. Meşrunun/gayri meşrunun ne olduğuna karar, muhafazakar erkek perspektifine göre verilir. Bu anlayış mesela içkiyi, kendi hukuksuzluğunun davetiyesi olarak tanımlar. Nafaka konusundaki bir hukuk tartışmasını içkiye ve “gayrı meşru”ya bağlama ile bir cinayet davasında aynı başlıkları açma, aynı “anti hukuk” kafasının şahit olduğumuz iki görüntüsünden ibaretti sadece. Bu yüzden kadınlar için cehenneme ihtiyaç yok buralarda, hukuk yeterli.


Not:

İki yazı önereceğim. İkisi de Berrin Sönmez’e ait:

Nafakada yeni politika: Boşanmayın barışın!

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/10/12/bir-calistayin-anatomisi-nafaka-sistemi/

ve

Nafaka 'sorun' değil, sorumluluk mecburiyeti

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/08/29/nafaka-sorun-degil-sorumluluk-mecburiyeti/