YAZARLAR

Nafakada yeni politika: Boşanmayın barışın!

Adalet Bakanlığı adına yapılan değerlendirme konuşması, gün boyu çalıştayda hiç dile getirilmeyen konuların da çalıştayın sonuç metnine yerleştirileceğini gösterdi. Yoksulluk nafakası çerçevesinde gerçekleştirilen çalıştay, kapanış aşamasında boşanma davalarında arabuluculuk kavramına taşınıverdi. Ve tabii İstanbul Sözleşmesi'ne uzandı. İstanbul Sözleşmesi gereği şiddetle ilişkili durumlarda yargı kararı olmaksızın arabuluculuk sistemi uygulanamadığından yakınıldı.

Açılış konuşmalarında belirtilenlerin salondaki katılımcı görüşleriyle uyuşmadığı, değerlendirme ve kapanış konuşmalarınınsa dile getirilen fikirlerin hepten uzağına düştüğü bir çalıştay daha gerçekleşti, 10 Ekim Çarşamba günü. “Nafaka Sistemi” ele alındı. Adı Nafaka Sistemi olarak belirlense de Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, açılış konuşmasında yoksulluk nafakası vurgusuyla çerçevelemişti, konuyu. Gerekçe olarak hükümetin yüz günlük eylem planında yer alan “nafaka sistemine adaletli bir düzenleme getirileceği” vaadini tekrarladı Gül. İki bakanlığın ortak icraatı olan çalıştayın açılış konuşmasında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ise nafaka düzenlemesinin güncellenerek daha adil bir yapıya kavuşacağı görüşünü dile getirdi.

Hem eylem planında hem bakanların sunuşunda adalet vurgusunun dikkat çektiği çalıştayın, mevcut uygulamanın “adil olmadığı” ön kabulüyle düzenlendiği çok açık. Ancak çalıştayın, paydaş görüşlerinin dile getirileceği oturumu açılırken moderasyonu üstlenen bürokratlarca kamunun tarafsızlığına vurgu yapılması, gülümsetti katılımcıları. “Sosyal İhtiyaçlar ve Sosyo-Ekonomik Boyutuyla Yoksulluk Nafakası” adı verilen ve ana tartışma konusunu teşkil edecek olan bölüme sadece 11:15-12:30 arasında süre ayrılması hiç gerçekçi değildi. Ve uygulanamadı tabii ki. Öğleden sonraki oturum için ayrılan “Hukuksal Boyutuyla Yoksulluk Nafakası” başlığı ile birlikte sabahtan akşama kadar iki ayrı konu başlığı bir arada ele alınmış oldu.

Sivil toplum adına katılımlar farklı kesimlere eşit fırsat sunacak şekilde düzenlenmediği için dile getirilen itirazlar sonucu, davetli olmayan örgütlerin temsilcileri de çalıştayda yer almayı başardı. Kamu-STK işbirliğiyle karar alma süreçlerine katılım konusunda deneyimli sivil toplum örgütlerini dışlama eğilimindeki idareye geri adım attırıldı. Sivil toplum temsilcileri, yüksek yargı bürokratları, kürsü hakimleri, avukatlar ve akademik hukukçulardan oluşan yaklaşık elli kişilik gruba beşer dakikalık söz hakkıyla gün boyu sürdü çalıştay.

Katılımcı yüksek yargı mensuplarının ihsas-ı reyden çekinmediği, akademik hukukçuların toplumun gerçeklerinden, hayattan bihaber kaldığı açıkça bir kere daha görüldü maalesef. Kürsü hakimi ve avukat olan hukukçularsa yoksulluk nafakasına ilişkin tecrübelerini paylaşarak, oldukça gerçekçi yaklaşımlarıyla dikkat çekti. Sivil toplum temsilcileri ise sahada var olanı en iyi bilen kesim olarak yoksulluk nafakası ile kadın yoksulluğu arasındaki ilişkiyi somut örneklerle ortaya koyarak, kadının ekonomik güçlenmesi üzerinde durdu. İktidara yakın derneklerin temsilcileri olan kadınlarla muhalif derneklerin temsilcileri olan kadınların görüşlerinin bu çalıştayda birbirine hayli yaklaşması, günün en sevindirici kazanımıydı.

Dile getirilen görüşlerle toplantının temel konusu “nafaka sisteminde değişiklik yapacak bir yasal düzenlemeye ihtiyaç var mı yok mu?” sorusu etrafında şekillendi. Hükümetin yüz günlük eylem planında bir ön kabulle dile getirdiği adaletli düzenleme vaadine mukabil çalıştay katılımcılarının çoğunluğu yasal düzenlemeye ihtiyaç olmadığı görüşünde birleşti. Yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğunu söyleyenlerin büyük kısmı da “ancak kadının ekonomik güçlenmesi ve kadın yoksulluğuna, kadın istihdamına ve kreş gibi temel ihtiyaçlara ilişkin tedbirler alınmasından sonra yoksulluk nafakasının yeniden düzenlenebileceği” yönünde görüş bildirdi.

Çalıştaya damga vuran ama bakanlıklardan cevabı alınamayan bir diğer temel soru ise sorunun boyutu oldu. Nafaka karşıtlarının Meclis BoşanMA Komisyonu'nu etkileyecek, hükümet eylem planına girecek denli iktidar üzerinde etkili olmasına karşın “ömür boyu nafaka zulmüne son” gibi sloganların gerçekten toplumsal karşılığı olup olmadığı yazık ki anlaşılamadı. Bu çerçevede özellikle karma örgütlerden katılan kadın sivil toplum temsilcilerinden birisine ait şu soru bence çok kıymetli:

“Erkekler bizden, yoksulluk nafakasının kısıtlanması konusunda kendilerine destek vermemizi istiyorlar. Ancak ben yoksulluk nafakasının gerçek bir toplumsal sorun olup olmadığını bilmiyorum. Bu alanda yapılmış haritalama çalışması ve analiz var mı?”

Katılımcı nezaketen “ben bilmiyorum” sözüyle hükümete “siz biliyor musunuz?” sorusunu yöneltmişti kuşkusuz. İktidara yakın bir kadının bu sorusu, kadın örgütleri tarafından da farklı cümlelerle defalarca dile getirildi, çalıştayda ve çalıştay öncesinde konu toplum gündemine düştüğünden bu yana. En son Filiz Kerestecioğlu tarafından Adalet Bakanı'na verilen soru önergesinde, çok benzer ifadelerle, sorunun boyutlarının tespit edilmesine dikkat çekilmişti. Boyutları tespit edilmemiş bir konunun toplum gündemine sorun olarak taşınıp çözülmeye girişilmesinin yaratacağı aksaklıklara dikkat çekmişti Kerestecioğlu önergesinde. Ve sayısal veriler istemişti. Parlamentoda verilen soru önergesine gelecek cevabı beklemek durumundayız. Çünkü çalıştay salonunda bakanlık mensuplarına yönelttiğimiz aynı soruya cevap alamadık. Adalet Bakanlığı adına verilen cevapta sayısal veri, analiz ve haritalama çalışması olmayışına ilişkin sunulan gerekçe muhteşemdi ama:

“Bizim kayıtlarımız UYAP sistemi kuruluncaya kadar hep kağıt üstünde dosyalarda yer aldığından böyle bir çalışma yapmak imkansızın ötesinde zor. Son yıllara ait kayıtları ise hemen çıkarabiliriz”.

Dijital ortama geçilmeden önce dünyada ve bu ülkede hiç basılı kağıt üzerinde araştırma, inceleme ve analiz yapılmamış gibi. İnternetsiz evreni tanımayan genç bürokratımız son yıllara ait kayıtları da hemen çıkarıp bir sayısal veri sunmadı elbette. BİAPLATFORM (Boşanmış İnsanlar ve Aileler Platformu), Aile Akademisi gibi keskin ve kesin nafaka karşıtı sivil oluşumlar da ellerinde sayısal veri olduğunu söylemelerine rağmen söz hakkı kendilerine geldiğinde “nafaka mağduru” olarak isimlendirdikleri, yoksulluk nafakası yükümlüsü kişi sayısını belirtmediler. Gazetelerde ise “nafaka düzenlemesi, iki bin kişiye umut oldu” cümlesiyle verilen haberler kısa süre içinde güncellenip sayı iki milyona yükseltilmişti. Konunun toplumsal sorun boyutunda olup olmadığını anlamak için ihtiyaç duyulan çalışmalar yapılmadığına göre hiç değilse sayısal verinin bu çalıştayın sunuş konuşmalarında açıklanması gerekirdi, ama olmadı. HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu’nun soru önergesine verilecek yanıtı merakla bekleyeceğiz bu durumda, HDP’lisi, CHP’lisi, AKP’lisi, partilisi, partisizi, dindarı, seküleriyle bütün kadınlar.

Medeni Kanun m. 175-176 ile düzenlenen yoksulluk nafakası, cinsiyetsiz ifade ile yazılmış olmasına ve kadınlar da nafaka yükümlüsü olmasına rağmen, çalıştay katılımcıları konunun kadın yoksulluğu ve ekonomik alanda cinsiyet eşitsizliğiyle ilişkisini net olarak kurdu. Yoksulluk nafakasına 1 ila 5 yıllık alt-üst sınırlar önerenler olduysa da çoğunluk süre sınırını ya tümden reddetti ya da kadının güçlenmesi şartına bağlayarak sonraki zamanlara öteledi. Evlilik süresiyle nafaka süresi arasında paralellik kurulması talebi de çoğunlukça uygun bulunmadı. Yasa maddesinin olduğu gibi kalması, hakimin takdir yetkisiyle ve Yargıtay içtihatlarıyla uygulamadaki hataların giderilebileceği kanaati, yaygın görüş olarak ortaya çıktı çalıştayda. En önemlisi de “süresiz nafaka” kavramsallaştırmasının yasayı çarpıtmak anlamına geldiği açıklıkla ortaya kondu kadın avukat ve hakimler tarafından. M.175’in, geçmişte bir yıl süre ile uygulanan yoksulluk nafakasına ilişkin hükmü “süre sınırı olmaksızın” 1988 tarihinde değiştirilmesi, itiraz konusuydu. Kimileri 1988 öncesine dönülmesini savunuyordu. Ancak m.176 ile nafaka süresinin belirlenmesi, şartları, ölçütleri ve değiştirilmesine ilişkin esaslar hakimin takdir yetkisine bırakıldığı için, süresiz nafaka kavramının yanlışlığına dikkat çekti birçok katılımcı. Esnek yasa yazımıyla hakimin takdir yetkisini genişleten yaklaşımla sorunların aşılabileceği ancak süre sınırlarının yasa maddesine gireceği kazuistik yasa yazım yöntemiyle somut olayda hakimin takdir yetkisi kısıtlanacağından hakkaniyetli karar vermenin zorlaşacağı yönünde pek çok görüş dile getirildi.

Ancak günün sonunda çalıştayın değerlendirilmesi ve kapanış konuşmalarına sıra geldiği zaman her şey alt üst oldu. Adalet Bakanlığı adına yapılan değerlendirme konuşması, gün boyu çalıştayda hiç dile getirilmeyen konuların da çalıştayın sonuç metnine yerleştirileceğini gösterdi. Yoksulluk nafakası çerçevesinde gerçekleştirilen çalıştay, kapanış aşamasında boşanma davalarında arabuluculuk kavramına taşınıverdi. Ve tabii İstanbul Sözleşmesi'ne uzandı. İstanbul Sözleşmesi gereği şiddetle ilişkili durumlarda yargı kararı olmaksızın arabuluculuk sistemi uygulanamadığından yakınıldı. Şiddeti hafifseyen dehşetengiz bir ifadeyle üstelik:

“İstanbul Sözleşmesi sadece fiziksel şiddeti ele almıyor. Psikolojik, ekonomik, duygusal şiddet kavramlarına yer verdiği için arabuluculuk sistemine engel teşkil ediyor. Çünkü bir tokat, hakaret vs. içermeyen boşanma olmaz” mış. BoşanMA anlamındaki arabuluculuk sistemi, buna göre kadını şiddetle yaşamaya mahkum eden barıştırma mekanizması işlevi görecek demektir. Nafakayla ilişkisi kurulmadan, boşanma davalarında ev içi şiddetin yok sayılması için İstanbul Sözleşmesi’nden yakınan Adalet Bakanlığı değerlendirmesi başka sorunlar da içeriyordu. Yoksulluk nafakasına süre sınırı yönünde görüş oluşmuş gibi sonuç raporu yazılacağı çıktı ortaya, bu değerlendirme konuşmasıyla. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bürokratı da farklı bir değerlendirme yapmadı. Çalıştay sonucuna göre taslak hazırlanıp sunulacağını söylediği zaman kuvvetler ayrılığı ilkesini hatırlatmama verilen cevap “o bahsi diğer” oldu.

Günlerce bu çalıştayı konuşmanın, katılma yollarını araştırmanın ve uzak, yakın pek çok ilden gelerek vakit, nakit ve enerji harcamanın yanı sıra katılımcılar, gün boyu süren mesainin sonunda eldeki taslak metne uygun değerlendirme yapıldığı gerçeğiyle yüzleşti. Deyim yerindeyse eldeki kumaşa göre don biçmek için çalıştay gün boyu yönlendirilmeye çalışılsa da başarılamadığı halde elde hazır tutulduğu ayan olan taslak, çalıştay sonucuymuş gibi sunulabilecek, bu değerlendirme konuşmalarıyla. Parlamentoya yasa tasarısı olarak sunamayacakları halde arka kapılardan geçerek, iktidar vekillerinin eline hazır metin verilecek. Pireyi deve yaparak olmayan sorunu var gösterme illüzyonuna bir de çalıştay görüşlerine takla attırma becerisi eklenecek, görünüşe bakılırsa.

Onca emeğin sonunda elde kalan, farklı siyasi görüşlere ve hayat tarzlarına sahip kadınların yoksulluk nafakası özelinde ortaklaşmaya çok çok yakın durduğunu görmenin paha biçilemez değeri.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.