YAZARLAR

Kendini satmış gazetecilerden bir şey beklemiyorlar

Gazetecilerin sadece alevlere ve şiddete odaklandığını düşünüyorlar. Sıradan Fransızlar da aynı düşünceyi paylaşıyor. Olaylara dair kendi algılarıyla, medyada yazılan ve gösterilenler arasında ciddi bir uçurum olduğunu düşünüyorlar. Buradan yola çıkarak da ana akım medyanın ve gazetecilerin iktidarın en önemi silahı olduğu düşüncesi yaygınlık kazanıyor.

Fransa’da üç haftadır süren “Sarı Yelekliler” protestolarının 8 Aralık Cumartesi günkü eylemlerine Türkiye açısından damgasını vuran Türkiyeli bir Sarı Yeleklinin, alanda bulunan TRT muhabirine tepkisini gösteren görüntüsüydü. Sosyal medya aracılığı ile hızla yayılan görüntüde Türkiyeli Sarı Yelekli “Bakın arkadaşlar, TRT, kendi ülkesinde hiçbir eylemi vermeyen, ezilenlere yapılan hiçbir zulmü göstermeyen, hiçbir işçi ölümünü haber yapmayan TRT Fransa’yı haber yapıyor, Macron da gidecek, Tayyip de gidecek, siz de gideceksiniz” diyordu ve TRT muhabiri hızla uzaklaşıyordu.

Bu tepkinin nedenini yinelemeye gerek yok. Türkiye’de uzunca bir süredir TRT ve diğer haber kanallarının farklı biçimlerde hükümet kontrolüne girdiğini de yinelemek gereksiz. Türkiye’de neyin haber olacağına dair artık iktidar tarafından keskin ölçütler konulmuş durumda. Başka ülkelerde ana akım haberi belirleyen haber değeri Türkiye açısından uygulamada değil. Artık bir haberin değerini belirleyen, iktidarın bunu kendi söyleminin bir parçası haline getirip getiremeyeceği. Onlarca kişinin yaşamını kaybettiği bir tren kazası bile bırakın objektif bir biçimde yani 5N1K kuralına göre haber yapılmayı, anında yayın yasağı ile karşılaşıp kapatılabiliyor. Elbette böyle bir haber ortamında dezenformasyonun, sahte haberin ve manipülasyonun da asıl kaynağı ana akım haber medyası haline gelebiliyor.

İşte bütün bu bilindik nedenlerle Sarı Yelekliler eylemindeki bu TRT protestosu, Türkiye’de ana akım medyaya duyulan tepkiyi bir kez daha ortaya koydu. Ancak Sarı Yelekliler eylemlerinde gerçekleşen medya protestosu elbette sadece bu görüntülerden ibaret değildi. Eylemlerde Fransa’daki ana akım haber medyası da sıkça protestoların hedefi haline geldi.

Gösterilerin başlamasından bu yana bütün ana akım haber kanalları Sarı Yelekliler tarafından suçlanıyor olsa da suçlamaların asıl hedefi 10 milyon günlük izleyicisiyle ülkenin en çok izlenen haber kanalı olan BFM TV.

2005 yılında kurulan BFM TV ekonomi haberlerinde açık bir biçimde sermaye çevrelerinden ve neo-liberal reformlardan yana bir yayın sürdürüyor. Bu durum Türkiye’nin de dahil olduğu pek çok ülkede ayırt edici bir özellik gibi görünmüyor. Ancak Fransa’da yerleşik medya geleneği genellikle ekonomi haberlerinde konuya tam tersi bir açıdan, özel sektöre karşı devlet sektörü ve işçiler perspektifinden baktığı için Fransa açısından epey ayırt edici hale geliyor.

BFM TV ekonomi haberleri dışında ise tamamen reyting kaygısıyla hareket ediyor, daha fazla reyting için suç öykülerine ve sansasyonel olana öncelik veriyor. Hatta bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Marine Le Pen’in partisi Ulusal Cephe’ye aşırı ırkçı söylemleri sansasyonel olduğu ve daha fazla reyting getirdiği için fazladan bir temsil şansı verdiği ve böylece Le Pen’in amaçlarını daha da ileri götürmesini sağladığı konusunda eleştiriliyor.

İnternetteki tartışma gruplarında “BFM Macron” tamlamasıyla, Macron’un sesi olarak anılan bu haber kanalının ekipleri geçtiğimiz haftalardaki protestolarda tepkilerle karşılaştı. Bazı yerlerde gazeteciler hakarete uğradı, tehdit edildi, bazı yerlerde kalabalık içinden atılan pet şişelerin hedefi oldu. Tepkinin bu denli öfkeli biçimler alması nadiren olsa da Sarı Yeleklilerin söyleminde ana akım medyaya duyulan tepki çok açıkça hissediliyor. Üstelik Sarı Yeleklilerin bu tepkilerinin gazeteci örgütleri tarafından da anlaşılır bulunduğu, Fransız Ulusal Gazeteciler Sendikası'nın bu konudaki açıklamasında belirtiliyor. Sendika, “fiziksel ve sözel şiddeti” kınayan açıklamasında “halkın önemli bir bölümünün medyaya olan güvensizliğini” ve “bu ya da o medyanın editoryal çizgisiyle anlaşmazlık halinde olmasını” anlıyor olduğunu söylüyor.

BFM TV’nin ve genel olarak tüm ana akım medyanın Sarı Yeleklilerin protestosunu başlangıçta “bir vergi isyanı” olarak tanımlaması, kavşakların ve otoyol gişelerinin kuşatıldığı ilk haftaki eylemlerde son derece marjinal kalan birkaç şiddet eylemine odaklanması, Sarı Yeleklilerin sürekli olarak aşırı sağ, aşırı sol, gerici küçük burjuva tutumları olan topluluklar ya da ilk kendileri etkileneceği halde iklim değişikliğini anlayamayan insanlar olarak nitelenmesi tepkilerin kaynağı olarak kendisini hissettiriyor. Oysa Facebook gruplarında Sarı Yelekliler “tüm zenginliğin bir azınlığın elinde toplanmış” olmasını, “kamu hizmetlerinin zayıflatılmış” olmasını, güvencesizliği ve bunun neden olduğu sorunları tartışıyor.

Yani Sarı Yeleklilere göre ortada büyük bir temsil edilme problemi var. Gazetecilerin sadece alevlere ve şiddete odaklandığını düşünüyorlar. Sıradan Fransızlar da aynı düşünceyi paylaşıyor. Olaylara dair kendi algılarıyla, medyada yazılan ve gösterilenler arasında ciddi bir uçurum olduğunu düşünüyorlar. Buradan yola çıkarak da ana akım medyanın ve gazetecilerin iktidarın en önemi silahı olduğu düşüncesi yaygınlık kazanıyor.

Ancak diğer yandan bu düşüncenin bir anda ortaya çıkmadığını da belirtmek gerekiyor. Bu güven krizinin 1995 yılında gerçekleşen büyük grevde, medyanın dönemin başbakanı Juppe’nin reformlarını desteklediği için sendikalar tarafından eleştirilmesinden bu yana hızla derinleştiği belirtiliyor. O zamandan bu yana gelişen tüm toplumsal hareketlerin aktörlerinin kendilerini medya tarafından haksız biçimde damgalanıyor ve karikatürize ediliyor hissetmesi, medyaya duyulan güvenle ilgili araştırmalarda açıkça kendisini gösteriyor.

Her yıl yinelenen Fransız yurttaşların medyaya olan güvenini ölçen araştırmanın sonuçları da son yıllarda güvenin hızla düştüğünü, her iki kişiden birisinin olayların medyada yer aldığı gibi olduğunu düşünmediği, her üç kişiden ikisinin de gazetecilerin sermayenin ya da siyasetçilerin baskılarıyla baş edebileceğine inanmadığını ortaya koyuyor.

Sonuçta Sarı Yelekliler ana akım medyadansa sosyal medya özellikle de Facebook üzerinden bilgi alıyor, pek çoğu Facebook’u ana akım medyadan daha güvenilir bulduklarını belirtiyorlar. “Kendisini sisteme satmış” gazetecilerden ise hiçbir şey beklemiyorlar.

Öte yandan, Sarı Yelekliler hareketi ile medya arasındaki sorun özelinde ise bir şeyin altını çizmek gerekiyor: Sarı Yelekliler hareketi politik parti ya da sendika gibi kurumsal yapıların dışında başladığı için, harekete katılanlar tek bir görüş, düşünce ya da ideoloji ile tanımlanamadığı için, hem katılanların etnik, sınıfsal, politik kimlikleri hem de görüşleri ciddi bir çeşitlilik ve çokluğu yansıttığı için, ana akım medyanın geleneksel temsil modellerine, haber kaynağı, kaynakların hiyerarşisi gibi yöntemlerine uymuyor. Tıpkı medyadaki temsil gibi, siyasi alanda da temsile dayanan modellerin ötesinde bir yapı gösteriyor. İktidarlar açısından müzakere edilebilir, mutabakata varılabilir olan geleneksel örgütlerin temsili olmadan ortaya çıkan bu hareketler, doğal olarak hem medyaya, hem de tüm temsile dayanan kurumsal yapılara bir güvensizliği de ifade ediyor.

Dünyanın değişik yerlerinde temsile dayalı örgütlenmelerin dışında gelişen, sağcı, solcu, orta sınıf gibi bilindik kavramlarla etiketlenmeye çalışılsalar da içinde yer alan insanların, bu hareketlerin öznelerinin bütün bu etiketlerin dışında ve ötesinde olduğunu hissettiği Gezi gibi, tüm benzer toplumsal hareketler gibi Sarı Yelekliler de bir süre sonra talep ettikleri eşitlik ve özgürlüğü elde edemeden sönümlenebilir. Ama belli olmaz, belki de bu kez bu tür hareketlerin evrimleşmesi, kendisini temsili yapılar dışında yeniden yapılandırması, temsil modellerini ve hiyerarşik örgüt yapılarını aşan yeni örgütlenme zeminleri yaratması mümkün olur. O zaman verili temsil modellerini aşan yeni bir medya da oluşabilir.


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.