YAZARLAR

Yeni bir internet düzenine doğru mu?

İnternetin herkesin eşit biçimde eriştiği, özgür bir yer olarak vaatlerini gerçekleştirebilmesi, internetin tekel konumuna gelmiş Google, Facebook gibi şirketlerden geri alınması denli, her fırsatta internet üzerindeki özgürlükleri sınırlandırma arayışına giren devletlerin eline de bırakılmamasından geçiyor.

Önceki yazıda küresel İnternet Yönetişimi Forumu’nda Macron’un internette regülasyon öneren konuşmasına kısa bir giriş yapmış ve bu konuşmanın internet politikalarına dair yeni bir tartışmaya neden olabileceğinin, en azından Fransa’nın böyle bir niyeti olabileceğinin altını çizmiştim. Özellikle de UNESCO’da gerçekleştirilen İnternet Yönetişim Forumu’ndaki müzakerelerin çerçevesinin ve gerçekleştirilme biçiminin önceki yıllara göre farkından yola çıkarak aklıma getirdiklerini anlatmıştım.

KALİFORNİYA MODELİ-ÇİN MODELİ

Macron konuşmasının elbette altı çizilmesi gereken en önemli yanı bir yanda alabildiğine bir “serbestliği” vaz' eden Kaliforniya modeli, diğer tarafta da kapalı bir interneti temsil eden Çin modelini ayırt etmesi ve bunların dışında bir üçüncü model arayışını önermesiydi. Bu üçüncü model arayışı ise özellikle internetin güvenilir hale getirilmesi, nefret söylemi ve sahte haberden arındırılması gereğine dayandırılıyordu. Bu önerinin ve arkasındaki rasyonelin, kritik altyapılar, siber terör gibi kavramlara dayandırılan siber güvenlik söyleminden farkını öncelikle vurgulamak gerekiyor.

Ancak bu noktada “Neyin nefret söylemi ve sahte haber olduğunu kim kararlaştıracak ve internetin yurttaşlar açısından güvenilir bir yer olmasını kim sağlayacak” sorusu karşımıza çıkıyor. Bu soruya Macron, "Avrupa ve ABD’nin yasal işbirliği anlaşması için çalışması gerekiyor" yanıtını veriyor. Elbette bu Avrupa ve ABD’den oluşan bir dünya için geçerli bir yanıt olabilir. Ama dünya üzerinde Avrupa ve ABD dışında koskocaman bir coğrafya, bu coğrafyanın ülkeleri ve yurttaşları var. Üstelik internetin yönetilmesi, özellikle de herkesin eşit biçimde eriştiği, özgür bir internet olarak yönetilmesi konusunda devlet eliyle yapılan düzenlemelere karşı da haklı bir güvensizlik var.

Ama besbelli ki Fransa’nın, hatta İnternet Yönetişim Forumu’nun gelecek yıl Almanya’da yapılacağı düşünüldüğünde Avrupa Birliği'nin aklında internete dair yeni bir siyasa tartışması var. Macron’un konuşması tam da bu tartışmanın ipuçlarını veriyor.

YENİ İNTERNET DÜZENİ TARTIŞMASI

Yeni tartışmanın temel başlıklarının benim açımdan “iletişim ağları, dolayısıyla da internet üzerinde hem küresel hem de ulusal düzeylerde, ancak devletten bağımsız bir kamusal denetimin sağlanması; internet kullanıcılarının ifade özgürlüğünün garanti altına alınması; internet üzerinde biriken kişisel verilerin şirketler ve devletler tarafından ticari ve siyasi kontrol amacıyla kullanılmasının engellenmesi; toplumun demokratik ihtiyaçlarının internet üzerindeki özellikle Facebook, Twitter gibi sosyal ağların ticari amaçları karşısında ayrıcalıklı hale getirilmesi; bu sosyal ağların birleşmeler ya da satın almalar yoluyla tekelleşmesinin önüne geçilmesini sağlayacak ölçütler oluşturulması; bu sosyal ağların, kendi varlıklarını büyük ölçüde dayandırdıkları bağımsız haberciliği, yurttaş haberciliğini denetimleri altına almadan ama finansal olarak desteklemelerini sağlayacak önlemler alınması” olabileceğini daha önce yazmıştım.

Şunu da yeniden vurgulamak gerekiyor ki internetin herkesin eşit biçimde eriştiği, özgür bir yer olarak vaatlerini gerçekleştirebilmesi, internetin tekel konumuna gelmiş Google, Facebook gibi şirketlerden geri alınması denli, her fırsatta internet üzerindeki özgürlükleri sınırlandırma arayışına giren devletlerin eline de bırakılmamasından geçiyor.

Bu tartışmanın nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini saptamak için bir parça geçmiş deneyimleri gözden geçirmek gerekiyor. Elbette geçmiş deneyimler deyince de iletişim politikalarının, özellikle de iletişimin uluslararası boyutunun yoğun olarak tartışıldığı 1970’lere dönmek gerekiyor.

1970’ler iletişim alanında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki eşitsizliklerin, enformasyon akışının dengesizliğinin “Yeni uluslararası enformasyon ve iletişim düzeni” (YUEİD) başlığı altında ele alındığı, bu tartışmaların ilham verdiği önemli bir literatürün oluştuğu bir dönem olarak yaşandı. İletişim politikaları belki de tarihin başka bir döneminde bu denli yoğun bir tartışmanın konusu olmadı.

GEÇMİŞE BAKMAK

YUEİD tartışması Macron’un konuşmasında bahsi geçen Kaliforniya modelinin de temelini oluşturan “enformasyonun serbest akışı” doktrininin eleştirisini temel alır. ABD için insan hakları, adalet ve iletişim arasındaki tarihsel bağ, daha geniş bir liberal felsefeyle desteklenen “serbest enformasyon akışı” doktrinine bağlılık çerçevesinde biçimlenir. Ancak serbest enformasyon akışı doktrini uluslararası iletişim süreci ve uluslararası eşitsizlikler çerçevesinde düşünüldüğünde eşitlikçi ve demokratik bir iletişim amacı açısından yetersiz bir çerçevedir. Çünkü serbest enformasyon akışı, aynı zamanda güçlü olandan yana bir dengesizliği üretir.

YUEİD tartışmaları, tarihsel olarak uygulanagelen serbest enformasyon akışının ortaya çıkardığı dengesizliğin yarattığı sonuçların tespitiyle başlar. Bu sonuçlardan ilki, bireylerin giderek ve sistematik biçimde yabancı kavramlara, düşünüş ve davranış biçimlerine maruz kalmaya zorlandıklarıdır. Bu sonuç bu ifade edilme biçimiyle, istenmeyen bir sonuç olarak ilan edilse de, modernleşme politikalarının temel amacıdır. Diğer yandan toplumsal gelişmenin olmazsa olmazıdır. İkincisi, dönemin toplumsal iletişim sistemleri kitle iletişimi olarak şekillendiğinden ağlar üzerinde akan enformasyonun iktidarlar tarafından belirlendiği ve enformasyon üretme süreçlerinin elitlerin ayrıcalığı olduğu tespitidir. Üçüncüsüyse enformasyonun üretim ve dolaşımına dair özgür ve eşitlikçi yollar bulunabileceğine ilişkindir.

BİR MEYDAN OKUMA

YUEİD tartışmaları ve bu tartışmaları besleyen çalışmalar görünüşte iletişim ve gazetecilik faaliyetlerinin sorgulanması üzerine yoğunlaşsa da, esasen iletişimin kapitalist üretim ve dolaşımdaki belirleyici rolü nedeniyle sisteme dair bir sorgulama niteliği de arz ediyordu. Zaten YUEİD yine UNESCO bünyesindeki Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen (YUED) girişiminin bir uzantısı olarak gündeme gelmişti ki, her iki girişimde de uluslararası plandaki eşitsizlikler geniş bir tarihsel, ekonomik ve siyasal perspektiften ele alınıyor ve gelişmekte olan ülkeler için dünya sisteminde daha eşit ve adil bir konum talep ediliyordu. Bu yönüyle YUEİD, uluslararası eşitsiz düzenin üstünde yükseldiği tüm düşünce tarzlarına karşı bir meydan okuma da içeriyordu.

Bu meydan okuma dönemin aktörlerinin sözlerinde ve belgelerde de açıkça görülür: 1973’te dönemin Finlandiya Cumhurbaşkanı Urho Kekkonen “Acaba engelsiz iletişim vaazları veren peygamber ulusların arasındaki eşitlikten yana değil de, güçlü ve zenginden yana olabilirler mi?” diye sorar ve kendi sorusuna “Liberal iletişim özgürlüğü giderek daha fazla şekilde yansız bir ideal değil de, daha çok imkânları olan bir şirketin hegemonyasını kabul ettirmek için zayıflardan daha fazla fırsata sahip bulunması gibi görünüyor” diye yanıt verir. 1974’te UNESCO’nun girişimiyle hazırlanan Kitle Medyası Deklarasyonu’nda ifade özgürlüğü kavramsal olarak uluslararası medya şirketlerinin sahipleri ve onların denetleyicilerinin hakkı olmaktan çıkartılmak istenir.

DENGELİ ENFORMASYON AKIŞI

YUEİD çalışmalarının gelişme sürecinde UNESCO ile Bağlantısızlar Hareketi’ne (BH) mensup ülkeler arasındaki işbirliği etkili oldu. Soğuk Savaş’ın cephelerini oluşturan kapitalist ve sosyalist bloga dâhil olmak yerine bir araya gelmeye karar alan ülkelerce 1955’te kurulan BH’nin (BH) üyelerinin çoğunluğunu yeni bağımsızlığını kazanmış, yoksul üçüncü dünya ülkeleri oluşturuyordu. Uluslararası plandaki iletişim eşitsizliğine karşı taleplerin pek çoğu ilk olarak BH’nin toplantılarında dile getirildi, sonrasında UNESCO’nun verdiği destekle bu talepler somutlaştı ve meşruiyet kazandı. 1976’da Kenya’da düzenlenen 19’uncu UNESCO Genel Kurulu’nda örgütün Genel Sekreteri Amadou-Mahtar M’Bow, BH ülkelerinin iletişim alanındaki bölgesel işbirliği arayışlarından ve iletişimdeki dengesizlikten bahsederek, YUEİD’i gündemde ön plana çıkarttı. Genel Kurul’da ayrıca gelişmekte olan ülkelere bağımlılık durumundan çıkmalarında yardımcı olmanın yollarını saptaması ve iletişim sorunlarının araştırılması için başkanlığını yapan Sean MacBride nedeniyle “MacBride Komisyonu” olarak bilinen uluslararası bir komisyon kuruldu. MacBride Komisyonu, sonuç olarak YUEİD’in gerçekleşmesi için öneriler sundu ve “serbest akış ve enformasyonun daha geniş ve daha dengeli dağılması” gerektiğini vurguladı.

Bütün bunlar Batı dünyasındaki UNESCO karşıtlığının artması ile sonuçlandı. YUEİD tartışmaları sürecinde UNESCO’nun kuruluş ilkelerini çiğnediği, siyasi amaçlar güttüğü öne sürüldü, UNESCO’nun SSCB’nin maşasına döndüğü ifade edildi, M’Bow Batı medyası tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Oysa SSCB liderliğindeki sosyalist blok UNESCO’da BH ülkelerinin yanında yer alıp, YUEİD’e destek verse de, ne UNESCO ne de BH ülkeleri tamamen SSCB çizgisine girmişlerdi. Fakat bu durum ABD’nin UNESCO’dan çekilme tehditleri savurmasını ve beklenen çekilmenin 1984’te gerçekleşmesini engellemedi. 1990’lara gelindiğinde iletişim alanı serbest ticaret rejimi içine alındı ve UNESCO’nun uluslararası iletişim politikalarını etkileme gücü, olanlardan dersini çıkartmış olan ITU’ya kaydırıldı. 1992’de ITU’nun İspanya’daki toplantısında ortalıkta YUEİD’den eser kalmamıştı ve ABD’nin ITU temsilcisi Gerald B. Helman “alakasız politik konular gündeme getirilmedi... [ve] ciddi Kuzey-Güney bölünmesi olmadı” diyerek bunun altını çiziyordu.

YUEİD tartışmalarına genel olarak bakıldığında, bu dönemde uluslararası iletişimin ulus-devletler arasındaki bir iletişim süreci olarak kavranıyor olması nedeniyle, sorunun tamamen gelişmiş-az gelişmiş ülke ayrımı çerçevesinde enformasyonun serbest akışının avantajlı konumları güçlendireceği tespitiyle “enformasyonun serbest akışına” karşı “enformasyonun dengeli akışı” savunusuna daralttığı rahatlıkla görülebilir. Ayrıca aynı kavrayış, sorunun ulus devletler düzeyinde tartışılmasının ve uluslararası ilişkiler bağlamında yeni bir dünya düzeni tesis edilirken ulus-devletlerin iletişim alanına dair eşitlik ve özgürlüğü temel alan taleplerden vazgeçmesinin temelinde yer alır.

YUEİD tartışmaları ve sonucunda çıkan MacBride raporu hem iletişime dair kurguladığı eşitlik ve özgürlük temelli taleplerle hem de bir süreç olarak pek çok açıdan ilham vericidir. Ama ilk elden yeni internet düzeni tartışmalarında ABD’nin internette şirket egemenliğini güçlendiren serbestlik yanlılığı ve Çin’in hem interneti hem de internet ile ilgili tüm yenilik süreçlerini devlet kontrolüne alan katı düzenlemelerine karşı bir üçüncü yolu, hem küresel olarak internet şirketlerinin tekellerine hem de kendi ülkelerinde devlet kontrolüne karşı mücadele eden yurttaşların açması gerektiğini ortaya koyar.


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.