YAZARLAR

Prof. Öget Öktem Tanör: Aşk bazen bitmez, evrilir!

Türkiye'nin ilk nöropsikoloğu Öget Öktem Tanör: Zihin Teorisi (Theory of Mind) adı verilen bilişsel işlevimizin alt yapısını oluşturan beyin bölgelerimiz/beyin şebekelerimiz aşık olunan kişi söz konusu olunca çalışmaz duruma geliyor. Başkalarının zihinsel durumunu, onun düşüncelerini, niyetlerini sezmemizi, anlamamızı sağlayan bu bilişsel işlev âşık olduğumuz kişiye karşı çalışmadığı için, onun kusurlarını göremez duruma düşüyoruz, yani "aşkın gözü kördür".

Prof. Dr. Öget Öktem Tanör, Türkiye’nin ilk nöropsikoloğu. Aynı zamanda ilk nöropsikoloji laboratuvarını ve Nöropsikoloji Derneği'ni kuran kişi. 55 yıldır akademi dünyasına hizmet vererek çok sayıda öğrenciye temas etmiş değerli bir bilim insanı. Türkiye’nin görüp görebileceği en kıymetli hocalardan biri. Barış için akademisyenler bildirisine imza atınca 82 yaşındaki Öget Öktem Tanör’ü KHK ile üniversiteden ihraç ettiler.

Kendisiyle nöropsikolojinin Türkiye’de geldiği yere, aşkın ve bağlanmanın nöral temellerine, değişen akademi dünyasına dair bir söyleşi gerçekleştirdik. Yaşadığı KHK faciasından sonra neler yaptığını da öğrenme fırsatımız oldu.

Prof. Dr. Öget Öktem Tanör

'NÖROPSİKOLOJİNİN İTİBARI GİDEREK SIFIRLANABİLİR'

Hocam Türkiye'nin ilk nöropsikoloğusunuz. İlk nöropsikoloji laboratuvarını kurdunuz. Yıllar içerisinde Türkiye'de nöropsikolojinin geldiği noktayı nasıl değerlendirirsiniz?

Hem iyi hem kötü gelişmeler olduğunu söyleyebilirim. İyi olanı nöropsikoloji alanı, çok sayıda psikolog ve psikoloji öğrencisi tarafından bilinir ve sevilir bir alan haline geldi. Bu bir. İkincisi, benim laboratuvarımda yetişen (her biri yıllar süren, en az bir yıllık bir eğitimle yetişti) ve onların yetiştirdiği bilgili, donanımlı, iyi nöropsikologlar var.

Kötü olanı ise Türkiye'de nöropsikoloji ve onunla ilgili yan alanlar (Fizyolojik psikoloji, sinir bilim, bilişsel nöropsikoloji, sinir sistemi anatomisi vb), YÖK tarafından psikoloji bölümlerinin müfredat programına konulmadı. Oysa yabancı ülkelerde, psikoloji okuyan öğrenciler, nöropsikoloji alanında uzmanlaşmayı seçmeden önce, lisans derslerinde bu konuları görüyorlar. Bu konuları ancak bunun önemini kavrayan birkaç üniversite, beni çağırıp ders olarak okuttu; ama bu elbette yeterli değildi, bütün üniversitelerde bunun olması lazımdı. Altyapısı yetersiz yetişen öğrencilerden bazıları, "klinik nöropsikoloji"yi bilmeyen kişilerden nöropsikolojik test eğitimi aldılar ve bazı hastanelerde çalışmaya başladılar. Maalesef onların yazdıkları korkunç yanlışlarla dolu raporlar elime geçiyor. Bu böyle devam ederse, hekimler de nöropsikolojinin yanlışlarla dolu sonuçlar bildiren bir alan olduğunu düşünüp, artık nöropsikolog çalıştırmaz olacak. Nöropsikolojinin itibarı belki de giderek sıfırlanmak tehlikesi ile karşı karşıya kalabilecek diye korkuyorum.

Ama hâlâ doğru dürüst yetişmekte olan, geleceğin nöropsikologları da var, neyse ki.

İnsanların yaşadığı psikolojik sorunlara dair çok çeşitli yaklaşımlar, teoriler mevcut. Yaşanılan bozukluklara nöropsikolojinin bakışı nasıl oluyor?

Nöropsikoloji, psikolojik sorunların tedavisi ile uğraşan bir alan değil. "Tedavi" konusunda, psikolojik sorunlarla ilgili bir alan değil yani. Birtakım nörolojik hastalıklar sonrasında, bilişsel işlevlerimizde (dikkat, konuşma/dil, yön bulma gibi) ortaya çıkan hasarlanmalarda rehabilitasyon yapmakla, hasarlanan işlevi mümkün olduğu kadar geri kazandırmakla uğraşır; psikolojik sorunlarla değil. Nöropsikoloji, psikiyatrik bozukluklarla nörolojik bozukluklar arasında ayırt edici tanıya, gene bazı nörolojik bozuklukların kendi aralarındaki ayırt edici tanısına yardımcı olan bir yöntemdir.

Özellikle afazi konusunda uzmanlaştınız. Bu alana yönelmenizin özel bir nedeni var mı?

Afaziye yönelmemin esas nedeni, nörolojide çalışmaya başladığım 1983 yılından itibaren, çok sayıda, inme sonrasında afazi geçiren hasta olduğunu ve hastaların bu konuşma bozuklukları ile baş başa kaldığını görüp "bir şey yapmak, onlara yardımcı olmak lazım" duygusunu duymamdı. Ayrıca, bütün bilişsel işlevler içinde en çok bellek ve dil benim ilgimi çeker. Afazi de dil işlevindeki bir bozulma.

'ATEŞLİ AŞK' 'OLGUN AŞK'A NASIL EVRİLİR?

.

Aşk ve bağlanmanın nöropsikolojisiyle ilgili de çalışmalar yapıyorsunuz. Aşık olduğumuzda beynimizde ne oluyor?

Aşık olduğumuzda, beynimizde "ödül sistemi" adı verilen bölgeler harekete geçiyor ve kendimizi "mutluluktan uçuyor" gibi hissediyoruz. Ayrıca bol oksitosin hormonu salgılanarak, kendimizi o kişiye bağlı, onunla bütünlenmiş gibi duyumsuyoruz. İkincisi, obsesyon hastalığında azalan bir nörotransmiter, âşık olduğumuzda da azalıyor, bu da bizi obsesif bir şekilde, âşık olduğumuz kişiye odaklanmaya götürüyor. Hep onu düşünüyoruz, hep ondan söz etmek istiyoruz, işimizi gücümüzü, giyeceğimiz kıyafeti vb. ona göre ayarlıyoruz. Üçüncü olarak da, Zihin Teorisi (Theory of Mind) adı verilen bilişsel işlevimizin alt yapısını oluşturan beyin bölgelerimiz/beyin şebekelerimiz o kişi söz konusu olunca çalışmaz duruma geliyor. Bu bilişsel işlev, başkalarının zihinsel durumunu, onun düşüncelerini, niyetlerini sezmemizi, anlamamızı sağlayan bir bilişsel işlev; âşık olduğumuz kişiye karşı çalışmadığı için, onun kusurlarını, eleştirilecek yanlarını göremez duruma düşüyoruz, yani "aşkın gözü kördür".

Öyleyse aşkın ömrüne beynimiz mi karar veriyor? Ne oluyor da “aşk bitti” diyoruz?

Aşkın bitmesi şart değil. Biterse biter tabii; o kişi beynimizi artık o şekilde uyaramıyorsa, onu görünce veya düşününce beynimiz uyarılmıyorsa aşk duygusu da biter. Ama bitmezse, "ateşli aşk", "olgun aşk"a evrilerek devam eder. Yani ateşli aşk dönemindeki şiddetli cinsel çekim biter, ama "sarılma hormonu" da denilen oksitosin hormonu salınımı devam eder, ruhsal birliktelik duygusu devam eder, olgun aşk böylece sürüp gidebilir.

'KHK BENİ MAAŞLI ÇALIŞMADAN KOPARDI AMA ÇALIŞMADAN KOPARAMADI'

.

Üniversiteden KHK ile ihraç edildiniz. Bu süreci nasıl yaşadığınızı, nasıl yönettiğinizi merak ediyorum. Şu an çalışmalarınıza hangi koşullarda devam ediyorsunuz?

KHK ile üniversiteden ihraç edilmek, beni yaşama bağlayan iki şeyden, hastalarımdan ve öğrencilerimden kopartmak sonucunu doğurmak durumunda olduğu için, ilk ağızda gerçekten çok zorluk yaşayacağımı düşündüm. Ama yavaş yavaş bu iki bağlantının da kesilmediğini gördüm. Birçok hekim arkadaşım nöropsikolojik değerlendirme isteği ile bana hastalarını yolluyorlar. Bunun dışında, tamamen "gönüllülük temelinde" çok yoğun olarak afazi hastaları görüyorum, yani afazi rehabilitasyonu yapıyorum. Bunu yaparken, çeşitli üniversitelerden stajyer öğrenciler yanıma gelip beni izliyor; yaz aylarında da İstanbul dışı üniversitelerden stajyer öğrenciler geliyor. Sonra çeşitli seminerlerde, çalıştaylarda, kongrelerde konuşma daveti alıyorum. Üniversitelerden psikoloji kulüpleri de beni konuşmacı olarak çağırıyor. Sadece bu 2018 yılında bu şekilde 22 konuşma yaptım; yıl bitmeden yapacağım iki konuşma daha var. Ayrıca gene bu yıl, kitaplarda iki bölüm yazım basıldı. Yani KHK beni maaşlı-ücretli çalışmadan kopardı ama 'çalışma'dan koparamadı.

Hem hukuk hem de psikoloji eğitimi aldınız. Aldığınız hukuk eğitimi, nöropsikolog oluşunuza nasıl katkı sağlamış olabilir?

Hukuk eğitimi almam, bana zaman kaybettirdi gibi düşünülebilir. Ama ben hukuk eğitimi aldığım için çok memnunum. Dört yıllık ve hukukun çeşitli alanlarını kapsayan eğitim, insanın kafasını belli bir şekilde yapılandırıyor. Düşünmesini şekillendiriyor. Ben, hukuk okumuş olmaktan çok şey kazandığımı düşünüyorum.

Türkiye’de akademinin geldiği noktayla ilgili neler söylersiniz? Daha doğrusu bir akademiden bahsetmek hâlâ mümkün mü?

Türkiye'de gerçekten iyi bir "akademi" vardı. 1980 darbesinden sonra oluşturulan YÖK, akademik özgürlüğe ciddi bir darbe vursa da, 2000'li yıllarda, niteliğe önem vermeden mantar biter gibi çok sayıda üniversite açılsa da, gene de uluslararası düzeyde çok kaliteli üniversitelerimiz vardı. Ama son yıllardaki gelişmeler, olaylar, üniversitelerde çok ciddi nitelik kayıplarına yol açtı. Türkiye'de akademinin parlayan ışıkları gitgide söndürülmekte.

Öget Öktem Tanör kimdir?

1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi'nde asistanlık yaptı. Uzmanlık eğitimini İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde tamamladı ve 1983 yılından itibaren bu kurumda çalışmaya başladı. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Nöroloji Anabilim Dalı'nda kurduğu nöropsikoloji laboratuvarında uzunca süre nöropsikolojik değerlendirme yaptı ve buradan emekli oldu.

Bir süre vakıf üniversitelerinde fizyolojik psikoloji, nöropsikoloji, bilişsel nöropsikoloji dersleri verdi, eşzamanlı olarak da Çapa'da kendi adı verilen laboratuvarda hasta görmeye devam etti. Nöropsikoloji, nöropsikolojik değerlendirme, konuşma bozuklukları ve davranış nörolojisi çalışma alanlarıdır. Üç kitabı, 21 kitap bölümü, yurt içi ve yurt dışı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır.


Tuğçe Isıyel Kimdir?

Klinik Psikolog/Psikoterapist. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Kurucusu olduğu Polente Psikoloji’de yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor. Ya Hiç Karşılaşmasaydık isimli kitabın yazarıdır. Tezer Özlü’ye Armağan kitabına yazılarıyla katkıda bulunmuş, İstanbul’un Sakinleri adlı öykü kitabını ise yayıma hazırlamıştır.