YAZARLAR

İttifaksız yeni dönem

Yerel seçimde ittifak yapılmayacağını açıklayan Bahçeli ve Erdoğan'ın grup konuşmalarının salonda bulunan taraftarlarınca coşkulu alkışlanması, seçmende de benzer bir etki yaratacağının kanıtı sayılabilir. Yeni durumun her iki parti taban ve teşkilatlarında nisbi bir rahatlamaya neden olması yüksek bir olasılık. Fakat bu erken rahatlamanın özellikle AKP açısından bazı merkezlerde oluşacak sayısal sıkıntılara nasıl yansıyacağını kestirmek kolay değil.

22 Ekim 2018'de TBMM grup toplantılarında Bahçeli ve Erdoğan'ın konuşmaları, bundan sonra gelişmeler nasıl ilerlerse ilerlesin artık yeni bir dönemin açıldığını gösteriyor. Yerel seçimde bir ittifak arayışında olmayacaklarını söyledikten sonra, "Cumhur İttiffakı devam ediyor" diyen Bahçeli ile "Cumhur İttifakı'nı millet kurdu" diyen Erdoğan, siyasi tablodaki bloklar açısından şimdilik bir değişim olmayacağını işaret etse de, her şeyin aynı kalması kolay değil. Bahçeli'nin yerel seçim dışında meclis çalışmalarında da AKP'nin işinin zorlaşabileceğini ima etmesi boş tehdit gibi durmuyor. Bunun ciddileşmesi, AKP'nin an itibariyle -meclisteki sayısal denge açısından- bir azınlık iktidarına dönüşmesi demek. Bu durumda, Cumhur İttifakı'nın devamı, bir siyasi birlikteliğe değil, bir ideolojik ortaklığa karşılık gelir ama onun da sürdürülmesi çok güçleşir.

Cumhur İttifakı'nın devam ettiği şeklindeki kafa karıştırıcı açıklamanın elbette farklı okumaları yapılabilir. Ancak, Bahçeli'nin siyaset tarzı ve şimdiye kadarki performansı dikkate alındığında, bu çıkışın bir mizansen olarak yorumlanması pek doğru değil. Bahçeli'nin açıklaması ve Erdoğan'ın "İttifakı millet kurdu" sözleri, Cumhur İttifakı'nı kim temsil ediyor tartışmasının uzantısı gibi duruyor. Bahçeli, Erdoğan'ın "yanlıştan dönerek" müracaat ettiği yerli-milli blokun ve "devlet refleksinin" asli temsilcisi olarak kendisini tarif ediyor. Zaten aksi takdirde yıllardır sürdürdüğü pozisyonun açıklamasını yapması da imkansız hale gelir. Buna karşılık, ülkenin kaderi ile kendi iktidarını özdeşleştiren Erdoğan'ın yerli-milli olmayı iktidarının sürmesi şartına bağlayan üstenci dili yükseliyor. Dolayısıyla, ortaya konulan restleşme, Cumhur İttifakı'nı kimin temsil ettiği ve aslında kimin ayrıldığı tartışmasını bilinçli olarak açıkta bırakıyor. Her iki taraf da, "devam ediyor" dese de devam edenin ne olduğu veya olacağı tartışmaya açık.

İTTİFAKIN RUHU İDEOLOJİK ÇİMENTOSU SİYASİYDİ

Gayri resmi olarak 7 Haziran 2015 sonrasında kurulan, 16 Nisan 2017 Referandumu'nda sandıkta test edilmek üzere resmileşen Cumhur İttifakı, hem oluşma gerekçeleri, hem de üzerine oturduğu ihtiyaçlar açısından daha başlangıçtan dengesiz bir birliktelikti. Ancak paradoksal olarak, bu ihtiyaçların ve zeminin dengesizliği, aynı zamanda ittifakın sürekliliğini garantileyen bir çimento işlevi görüyordu. Her iki tarafın zayıflık ve mecburiyetlerden doğan ihtiyaçları, dengesiz ama güçlü ve sıkıntılı ama sonuç alan bir birlikteliği mümkün kıldı. Her iki tarafta da oluşan alerji alınan sonuçlar hatırına hazmedilebildi. Kültürel olarak aynı kimlik alanındaki son derece heterojen ve kendi içinde de gerilimli çoğunluğun birlikte durabilmesi sağlandı ama toplumsal olarak hegemonik bir kopuş -örneğin yüzde 60'ları zorlayan ezici bir sonuç- oluşmadı. Tam tersi iddia edilse de, ittifakın ana karakteri ve devam etmesini sağlayan asıl motivasyon ideolojik ortak paydadan çok, siyasi ihtiyaçlar oldu.

Cumhur İttifakı'nın en etkili zaferi sayılan 24 Haziran seçim süreci de, aslında bu birlikteliğin siyasi zeminindeki çatlaklarını ve risklerini çok daha görünür hale getirdi. Seçim öncesinde başlayan ve uç veren bazı tartışmalar, seçim sonuçlarıyla daha belirgin hale geldi. Oluşan siyasi tablo, sayısal olarak katılaşmış, donmuş gibi algılansa da dengesizliğin artığını gösterdi. İktidarın konjonktürel etkilere bağlı kırılganlığı da giderek yükseldi. İlk bakışta, muhalefeti önemli bir yılgınlığa itebilmiş olan iktidar, bir "siyasi istikrar" güvencesi elde edemedi. Pragmatik öncelikler ve karşıtına göre biçimlenen ideolojik ortaklıklar, yarattıkları avantajlar kadar oluşturduğu riskleriyle de hissedilir hale geldi.

24 Haziran'da, bütün iddiaların veya öngörülerin aksine, ittifakın mecburiyet dengesinin MHP lehine, AKP aleyhine değiştiği ortaya çıktı. Erdoğan'ın başkan olmasının da, başkan kalmasının da ittifaka bağlı olduğu görüldü. Yine sanılanın aksine, MHP'nin AKP'den hatırı sayılır oy çalmaya başlaması ve eğilimin bu yönde devam edeceği açıkça ölçüldü. Bahçeli'nin yerel seçim stratejisi kurarken "yeni rejimin" devamı için ittifak zorunluluğuna yaptığı vurgu da, bu mecburiyetin altını Erdoğan için rahatsız edici biçimde çiziyordu. Yine iddiaların tersine, seçim sonrasında MHP'ye ihtiyaç duymayacak bir Erdoğan'dan çok, riskli alanı geçip elini biraz daha rahatlatmış bir Bahçeli vardı. Seçim usulsüzlüklerinde güvenlik bürokrasisinin oy kaymalarının adresi olarak AKP'yi değil MHP'yi tercih etmesi bile bu anlamda önemli bir gösterge sayılabilir. Bir başka önemli mesele de, başta ekonomik kriz olmak üzere önemli sorun alanlarında iktidardan kendisini ayrıştırabilme imkanının, MHP açısından daha önemli bir parametre haline gelmesi.

ZARAR VEREN İTTİFAKTAN KAÇMAK

Erdoğan'ın yıllardır süren iktidar hikayesinde çok kez oluşmuş ve dağılmış ittifaklar var. Birbirinin tam karşıtı güçler ve çizgilerle ittifaklar kurabilmiş ve aynı hızda ortak değiştirerek gücünü korumuş veya artırmış bir siyasetçi Erdoğan. Hemen bütün ittifaklarında da, hem iktidar gücü hem de siyasal desteği açısından aleyhine işaretler belirdiğinde tereddütsüz hamle yapan ve yapmak zorunda olan bir tarz bu. AB sürecinde de, çözüm sürecinde de, cemaat ile işbirliğinde de hep aynı kronolojiyi izledik. Gücünü artırmaya, alanını genişletmeye yaradıkça ittifakların belirleyiciliğine -bazen fazlasıyla teslim olma pahasına- rıza gösteren Erdoğan, siyaseten güç kaybının işaretlerini aldığı anda yeni arayışlara başlamayı hiç geciktirmedi, sinir uçlarına dokunmaktan, masayı devirmekten kaçınmadı.

Yerel seçim gündemi ve MHP'nin af teklifi etrafında başlayan tartışmalarda Erdoğan'ın siyaseten zarar görmeye başladığını hissettiğinin işaretlerini gördük: "Önerilen formüller siyaseten olacak işler değil", "Ben aday çıkarmamayı teşkilatıma anlatamam", "Taban küserse toparlamak çok zor olur", "24 Haziran'da bazı sıkıntılar olduğunun işaretlerini aldık". Bu sözler, müdahale edilmesi gereken bir durumun olgunlaşmaya başladığını gösteriyordu. Ardından, Bahçeli'nin ittifakı zorlayan, AKP'ye mecburiyetini hatırlatan çıkışları geldi. Erdoğan da, af ve yerel seçim üzerinden karşı ayar vermeyi denedi. Anlaşılan ikili görüşmelerde oluşan hava da, Erdoğan'ın ittifakla ilgili kanaatinde endişelerinin daha belirleyici hale geldiğini gösterdi. En azından devam eden süreç Bahçeli'nin böyle düşünmesine yol açtı.

İPLER NASIL KOPTU?

Böylece, Bahçeli beş yıldır yaptığı gibi siyaset gündemini tamamen değiştiren hamlelerden birini, ilk hareketi muhataplarına bırakmadan erkene aldı. Erdoğan'ın, zararsız ve kontrollü gördüğü -daha önce de kullandığı- af meselesindeki tartışmayı yükseltmesi, Bahçeli tarafından sert karşılandı. Ömer Çelik eliyle yapılan tevil gayreti de, Bahçeli için "eşit" hatta üstün ortak olarak kabul edildiğini göstermeye yetmedi. Daha önce "af ayrı konu, ittifak ayrı" diyen, İstanbul'da aday çıkarmayacağını peşinen açıklayan, Ertuğrul Özkök ile yaptığı röportajda "seçimde tak, tuk, tuk yaparız" diyerek sadece toplam oy oranının görünebileceği bir sonuca razı olabileceğinin işaretini veren Bahçeli, "bu iş bitti" dedi.

Bahçeli'nin ardından konuşan Erdoğan da, daha önce yükselttiği tartışma argümanlarından fazla geriye gitmeden resti görüp, "herkes kendi yoluna" dedi. Konuşmasına öğrenci andı meselesi üzerinden milliyetçi cenderenin verdiği rahatsızlığı ima eden sözler eklemekten de geri durmadı. Erdoğan'ın MHP ile köprülerin atılıp atılmadığının tartışıldığı bir zeminde, Kürt politikasında bir yumuşama vehmini beslemeyi istediği düşünülebilir. Ancak hiçbir somut karşılık üretmeden hatta sürekli tersi uygulamalarla yıllardır yürüyen bu vehmin canlı kalmasından fazlasının işaretini vermedi. Böylesi sert bir manevrayı mümkün kılacak bir siyasal vasat olduğuna ve bunun Erdoğan'a nasıl bir sayısal telafi sağlayacağına ilişkin de güçlü veriler mevcut değil.

Yeni ittifak ihtiyacını nasıl karşılayacağı belirsiz olsa da, MHP ile ittifaktan artık zarar görmeye başladığına kanaat getirmiş Erdoğan'ı sıkıştıran bir başka mesele de, ekonomik kriz ve dış politika alanında manevra imkanlarının azalması. Dış düşman, beka davası, batı karşıtlığı gibi temalar siyasi olarak çok işe yarasa da, somut sorunların halli açısından fazla elverişli değil. Brunson meselesinden McKinsey olayına, uluslararası sermaye ilişkilerinden dış politik dengelere kadar pek çok alanda ittifak cenderesi hamle zorlukları yaratıyor. Yeni yönetim modelinin ihtiyaç duyduğu kadro derinliğini üretmekte zorlanan AKP'nin aşağıdan yukarıya doğru ilerleyen ve daha çok ilerleme istek ve istidadında olan ülkücüleri uzun süre durdurması da kolay görünmüyor. Ekonomi cephesinde de, zarar bölüştürme ve kayıptan koruma açısından taban daraltmak bir mecburiyet haline geliyor.

İTTİFAKSIZ SEÇİME DOĞRU

Yerel seçimde ittifak yapılmayacağını açıklayan Bahçeli ve Erdoğan'ın grup konuşmalarının salonda bulunan taraftarlarınca coşkulu alkışlanması, seçmende de benzer bir etki yaratacağının kanıtı sayılabilir. Yeni durumun her iki parti taban ve teşkilatlarında nisbi bir rahatlamaya neden olması yüksek bir olasılık. Fakat bu erken rahatlamanın özellikle AKP açısından bazı merkezlerde oluşacak sayısal sıkıntılara nasıl yansıyacağını kestirmek kolay değil. Örneğin İstanbul'da çok zayıf bir aday çıkarmayan MHP'nin, İyi Parti ve Saadet Partisi'nin 24 Haziran'da hareketlendiremediği memnuniyetsiz AKP seçmeni üzerinde nasıl bir etki yaratacağı önemli soru. Blok içinde kalarak parti değiştirme eğiliminin, AKP'nin oyunu kaybettiği ittifak desteğinden daha fazla etkilemesi ihtimali büyük. Bu, bazı merkezlerde hayli düşmüş olan muhalefet motivasyonunu da tetikleyebilir.

Bu yeni siyasi dengenin ölçüleceği ilk platform olarak yerel seçimler şimdi çok daha önemli hale geldi. Seçime kadar yeni bir ittifak alternatifi oluşturması zor görünen AKP'nin ekonomik kriz konjonktüründe tek başına tartıya çıkması, çok ihtiyaç duyduğu, hatta mahkum olduğu siyasi destek açısından önemli. Çünkü, iç ve dış güç merkezleri nezdinde Erdoğan iktidarını koruyan asıl kalkan sağlayabildiği oy desteği. Kendi seçmeninin önemli bir kısmını oluşturan zoraki desteğin devamı için de, yeni dengenin sayısal sonuçları şimdi daha önemli hale geldi. Bu açıdan bakıldığında, oluşan yeni durumun yerel seçimle sınırlı olmayan etkiler yaratacağı söylenebilir.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).