YAZARLAR

Seçmen mi, halk mı?

Halk politik bir faildir, talep edebilir, ittifak içinde yer alabilir, eyleyebilir! İşte bu, zurnanın zırt dediği yerdir. Orada durulması gerekir. Unutulan, Kürt’ün halk olduğu inkar edildiği sürece, Kürt “Kürt”, Türk de “Türk” kaldığı, fark demokratik taleplerin çeşitliliği temelinde politik olarak değil, etnisite, kültür ve hatta ırk temelinde antropolojik olarak inşa edildiği sürece Türk’ün de halka dönüşemeyeceğidir.

Fotoğraf: Özgür Demren

Gündeme yetişmeye çalışarak yazmak, benim gibi çömez bir Duvar yazarı için yeniliğini aşan bir zorluk içeriyor. Akademinin –elbette ideal koşullarda- “kılı kırk yararak yazma” dayatmasını unutmak, hızla düşünürken yazmak gerekiyor. Yazma ile düşünme, düşünme ile eyleme, söz ile edim arasındaki ilişkiyi sil baştan irdelemeyi benim için acil bir meseleye dönüştürüyor bu iş. Burada farklı bir emek, farklı bir üretim, farklı bir yaratıcılık devreye giriyor ki meselenin atlanmaması gereken boyutlarından birisi de hiç kuşkusuz bu. Ama doğrusu şimdi “yazma” üzerine yazmak istemiyorum. Sonra geri dönmek üzere, üstelik hep geri dönme, devam etme vaadi veren bir yazara dönüşmekte olduğumun da fazlasıyla farkında olarak bir not düşmek yeterli şimdilik. Gündem yüzünden...

Gündem, erken seçim kararının ardından siyasal aktörlerin manevralarıyla şekilleniyor şu sıralarda. Hangi parti kimi aday gösterecek, kim kimle ittifak yapacak ya da neden yapmayacak, kim ilk turda daha şanslı, seçimler ikinci tura kalacak mı vs... TV yorumcuları çok meşgul, kamuoyu araştırma şirketlerinin sahipleri de öyle. Kanal kanal gezip incir çekirdeğini doldurmaz düşünce kırıntılarını satışa çıkartmışlar. Alıcısı da var belli ki... En azından sosyal medyanın yorulmaz klavyeşörleri bu kırıntıları toplayıp toplayıp devasa meseleler inşa edebildiklerine göre. Günlerdir Abdullah Gül’ün adaylığı üzerinden oluşan fikir fukarası devasa söz yığınına bakınca satan kadar alan da razı demek işten değil öyle değil mi? Bu söz kalabalığının şu anda karşı karşıya olduğumuz gerçek meselelerin üzerini ustaca örttüğünün herkes farkındayken üstelik de. İdeolojik fantezinin işleyişini bir kez daha imleyerek: “Biliyorlar, yine de yapıyorlar!” (Burada bu sözde saklı bir ikiliğe, yazının ilk paragrafındaki meseleye bir dönüşü zorunlu kılan ikiliğe, kendimi alamayarak, oysa zihnimin sıçramalarına bir set çekmem gerek, dikkat çekmek isterim: Bilinç/eylem ikiliği..)

Peki, bunca söz kalabalığının örtüsünü biraz aralasak ne görürüz acaba? O çıplak, ürkütücü, tekinsiz gerçekle yüzleşmenin dehşetini bizden uzak tutan bu sözde söz alemine direnebilir miyiz? Bildiğimizi kendimizden saklamadığımızda ne olur? Öteki ile karşılaşma değil midir bizi bekleyen? Bu sorular önemli bence. Türkiye’de erken seçime doğru karşı karşıya olduğumuz temel problemin çerçevesini bu soruların yanıtları çiziyor çünkü. Gündeme bu sorularla baktığımda benim görebildiğim şu: Faşizmin, totaliterizmin eşiğindeki Almanya’da nasıl Yahudi simgesel bir gerçekliği kendinde taşıyan, yok edilmesi meşru sayılmış Öteki olmuş ise, bugün de faşizmin eşiğindeki Türkiye’de benzer bir Öteki var: Kürt. Bu öteki, hasım değil düşman. Her tür ittifaktan dışlanmaya çalışılan, yalnızca muhalif olduğu üzerinde uzlaşılan bu Öteki, Kürt, düşmanlaştırılıyor. Şöyle bir tanım versem yanlış olmaz herhalde: Talepleri meşru görülmeyen, demokratik tartışmadan dışlanması gereken “muhalif”e “düşman” denir! Muhalif olduğunu kabul etmek gerek ki seçmen olduğu da kabul edilebilsin. Ancak mesele demokratik taleplerin tartışılabilmesine gelince çizgi orada al al çiziliyor. Kürt, halk olsun istenmiyor. Seçmen olabilir, oy verdiği ölçüde varlığı kabul edilebilir. Ancak halk politik bir faildir, talep edebilir, ittifak içinde yer alabilir, eyleyebilir! İşte bu, zurnanın zırt dediği yerdir. Orada durulması gerekir. Unutulan, Kürt’ün halk olduğu inkar edildiği sürece, Kürt “Kürt”, Türk de “Türk” kaldığı, fark demokratik taleplerin çeşitliliği temelinde politik olarak değil, etnisite, kültür ve hatta ırk temelinde antropolojik olarak inşa edildiği sürece Türk’ün de halka dönüşemeyeceğidir.

Türkiye’de halk yerine seçmen vardır. Kürt nasıl yalnızca seçmense Türk de öyledir. Halkı ölçemezsiniz, eylemlilik ölçüye gelmez. Seçmen davranışı ise kestirilebilir, ölçülebilir. Oy verenin bir nicelik olmak dışında bir anlamı yoksa eylemi politik değildir. Demokratik talepleri olan yurttaşlardan değil, iktidar yolunda oya dönüştürebilir seçmen tabanlarından dem vurduğumuz ölçüde bu açmazı derinleştiririz. Seçmenin değil, halkın politik fail olarak inşasını içeren farklı demokratik projelere ihtiyacımız var.

Şu aralar muhalefet sürekli erken seçim için ittifaklar oluşturmaktan bahsediyor. Çatı aday ittifakı, sıfır baraj ittifakı, seçmenlerin ikinci turda ittifakı, parlamenter sistemin yeniden inşası için demokratik ilkeler temelinde muhalefetin ittifakı. Bunlar içinde beni en çok güldüren bu sonuncusu. Bir yandan demokratik düzenin inşası için bir araya gelmekten dem vuracaksın, ama sonra demokratik talepler üzerinden değil de ortak düşman üzerinden yeniden iktidarla o görünmez ittifakın içine düşeceksin, HDP’yi her tür demokratik (!) ittifakın dışında tutacaksın. Neden? Halkların Demokratik Partisi, politik bir fail olarak değil seçmen olarak Kürtlerin partisi çünkü. Kürtlerin hangi adaya oy verebileceği önemli, hesaplar buna göre yapılmalı. Ama demokratik talepler çerçevesinde birlikte hareket etmek söz konusu olduğunda o düşman Öteki. Muhalefetin bu trajikomik salınışı, oradan oraya savruluşu, gerçek düşmanın faşizm olduğunu bütün ağırlığıyla kavramada bir aczi olduğunu gösteriyor. Bu trajik durum acı bir kahkahayı hak etmiyor mu?


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.