
AKP’nin 'bir başka' seçim hazırlığı
TBMM’ye 21 Kasım 2017 tarihinde, AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş tarafından bir kanun teklifi sunuldu. Teklif, Yüksek Seçim Kurulu’nun teşkilat ve görevleri hakkında. Hem kurumun özellikle 16 Nisan plebisitindeki performansı hem zamanlama hem de içerik bakımından ilginç bir teklif.
2007 yılında kaybettiğimiz ve anayasa hukuku dersleri için yazılmış en iyi kitaplardan birinin müellifi Yavuz Sabuncu, Türkiye’de 1950 yılında kurulmuş, 1961 Anayasası ile anayasal güvenceye kavuşturulmuş seçimlerin yargısal denetimi sistemine ilişkin şöyle yazmıştı: “Türkiye’de 1950 yılından itibaren seçimlerin dürüstlüğü konusunda önemli sayılacak tartışmaların ortaya çıkmamış olması, bu sistemin başarısı konusunda önemli bir kanıttır.” Bu sistemin Türkiye’de çok partili sistem kurulduğundan beri biçimsel demokrasinin sigortası olduğunu defalarca belirten Murat Sevinç, Yavuz Hoca’nın vefatının ardından, kitabın yeniden düzenlenmesi sırasında yukarıdaki cümlenin altına şöyle bir not düştü: “2009 yılının 29 Martı’nda yapılan yerel seçimlerde azımsanamayacak boyutta hukuksal sorun ve tartışma yaşanmıştır.”
16 Nisan’da Türkiye’de sandığa giden seçmenlerin yaklaşık yüzde beşine denk gelen iki buçuk milyon oyun şaibeli olması, artık işin rengini tamamen değiştirmiş, burjuva demokrasisinin sigortası olan demokratik yollarla iktidarın değişme imkanı üzerine büyük bir gölge düşürmüş, bir meşruiyet sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu meşruiyet sorunu, Olağanüstü Hal’in anayasal bir kurum olarak değil, açıkça bir hükümranlık ilanı olarak uygulanmasıyla birlikte düşünüldüğünde, Türkiye siyasetinin gerçek zeminidir. Parti teşkilatlarının, devletin merkez ve taşra teşkilatlarına bütünüyle hakim olduğu, yargıçlar dahil bütün kamu çalışanlarının OHAL baskısı ve gelecek korkusu içinde yaşadığı, kendisine yönelmiş her demokratik tepkiyi düşman konsepti içinde değerlendiren ve stratejisini bu konsept içinden kuran bir ‘parti devleti’nde prosedürel demokrasinin olanakları ortadan kalkmıştır, artık seçim başlı başına bir krizin ve siyasal mücadelenin konusudur. Hal böyleyken parlamentoya gelen teklif, hayati önemdedir; prosedürlerin değil meşruiyetin alanındadır.
TEKLİF NE GETİRİYOR?
Teklifin gerekçesinin özü gayet makul ve anlaşılır: Yüksek Seçim Kurulu’nun artan nüfus, yurt dışı oylar, seçimlerin sayısının çoğalması ve birlikte yapılması zorunlu seçimlerin anayasal sistemimize girmesi gibi gerekçelerle artan yüküne karşılık olabilecek bir teşkilat yapısı oluşturmak. Fakat kanun teklifinin 12’nci maddesi, kurumun yükünün azaltılmasıyla hiç ilgisi olmayan iki değişiklik getirmektedir. Bunlardan birincisi, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Kanunu’nun 22’nci maddesinde yapılan değişikliktir. Bu maddede görev yetkileri itibarıyla ne kadar önemli olduğunu 16 Nisan’da yeniden deneyimlediğimiz sandık kurulu başkanlarının belirlenmesi düzenlenmektedir. Mevcut düzenlemeye göre, yargıç olan ilçe seçim kurulu başkanı, kurulun siyasi partilerin gönderdiği üyelerin dışındaki üyelere danışarak kendi bölgesindeki her sandık için iyi ün sahibi, okuryazar kimselerden bir kişinin adını yazarak bir liste oluşturur. Aynı şekilde siyasi partilerden seçilmiş her bir üye de birer liste oluşturur ve sandık kurulu başkanları bu listeler içinde yapılacak kura ile belirlenir. AKP teklifinde ise ilçe seçim kurulu başkanı, ilçede görev yapan ve sandık kurulu başkanlığına mani hali bulunmayan kamu görevlilerinin listesini yapmasını ve bu listeden sandık kurulu başkanlarının belirlenmesini öngörmektedir. Yani sandık kurulu başkanı olmak için gerekli görülecek tek kriter kamu görevlisi olmak ve ilçe seçim kurulu başkanı tarafından atanmaktır. Siyasi partilerin liste oluşturması ve kura usüllerinin kaldırılması planlamaktadır. Maddenin gerekçesi, “iyi ün yapmış kişi” mefhumunun “afaki” niteliği ve bu kişilerin belirlenmesinde yaşanan sorunlar olarak sunulmuştur.
AKP MÜŞAHİTLERİ NEDEN SEVMEZ?
Kanunun ana gerekçesiyle hiç ilgisi olmayan bir diğer değişiklik, 29 Mart yerel seçimleri üzerindeki şaibenin etkisi ile özellikle de 7 Haziran seçimlerinden önce seçimlerinin güvenliğini neredeyse bir halk inisiyatifi geliştirerek ve müşahitlik sistemini kullanarak sağlamaya çalışan grupları engelleyecek, siyasi partilerin ve seçimlerin demokratik denetiminin önüne geçecek niteliktedir.
AKP, demokratik biçimde seçimin güvenliğini sağlama uğraşında olan grupların varlığından rahatsızlığını açıkça ve defalarca dile getirmişti. Meclise sunulan değişiklik teklifi ile bu tip kamusal inisiyatiflerin oluşumlarını engellemek için, partilerin sandık sayısının iki katı kadar müşahidi önceden sunacağı ve onlar için fotoğraflı müşahit kartları hazırlanacağı belirtilmiş. Uygulamada bunun ilgili kamusal inisiyatiflerin aleyhine işletileceğinin düşünüldüğü açık. Özcesi, olağanüstü bir seçimin hazırlıkları yapılıyor.
SEÇİMİN OLAĞANÜSTÜ POLİTİKASI
Her adımda şiddetlenen siyasal kriz ile konsolide edilen parti diktatörlüğünün, bir de ekonomik kriz ile baş etmek zorunda olacağı bir seçim sürecine giriyoruz. Parti ile devleti, tek bir kişi etrafında örgütleyen rejim, kendisine karşı oluşan her tepkiyi, halkın ve devletin bekasına yönelen bir düşman saldırısı olarak sunarak ve ulusal refleksleri kullanarak, bütün benzeri rejimlerin yaptığını yapıyor. Olağan bir siyasal atmosferde seçimleri kaybedeceği açık olan bir yapının, olağanüstülüğü sürdürmek için elinden geleni ardına koymayacağını, 1 Kasım ve 16 Nisan’dan biliyoruz. Bu yazı yayımlandığında belki iki yeni KHK’yi konuşuyor olacağız; anayasal ya da bireysel, KHK ile düzenlemesi anayasaya aykırı her şeyi düzenleyebilen KHK’ler hakkında.
Hukuki prosedürlerin ortadan kalktığı içinde yaşadığımız momentte, sürekli tekrarlamaktan gocunmadığım meşruiyet düzleminde bir siyasetin örülmesi gereği, bu yasa teklifi ile yeniden açığa çıkmıştır. Adalet yürüyüşü, yasallık ile meşruluğun sınırlarında yer alan böyle bir girişimdi; yol alındı, yarım kaldı. Demirtaş’ın her mektubu; Seher’i bu meşruiyet zeminine yerleşiyor, yol alınıyor.
Bu zeminin, demokratik meşruluğu açık bir biçimde çağıran en önemli odağı seçimdir. Çünkü adil seçim güvencesi demek OHAL’e karşı mücadelenin, medeni ve siyasal haklarımız üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması mücadelesinin, KHK’lere karşı mücadelenin, basın yasaklarına karşı ve özgür gazeteciler için mücadelenin, tutsak vekiller için mücadelenin, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı mücadelenin demokratik zeminidir. Seçime ilişkin politika hem yeni bir ülke vaadiyle hem de bizzat adil seçimin bu vaadin odağında olmasıyla hiç olmadığı kadar meşruiyete ilişkin politikadır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü'nden 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, "Türkiye'nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı" başlıklı tezi ile almıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi yayın kurulu üyesidir, İzmirli olup Ankara’da yaşamaktadır.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yüz yıl dönümünde 1919: İki Yeni Türkiye
Yüz yıl dönümünde Türkiye’nin kurucu çelişkilerine ilişkin bir tartışmayı başlatmak ve bunu ülkenin geleceğine ilişkin kurucu bir perspektif ile yapmak, mevcut siyasal ve anayasal boşluk üzerinde gerçek bir siyasal hat oluşturmanın koşuludur. Bugünün siyasetsiz, tartışmasız, Erdoğan’ın belirlediği gündemler içinde salınan, özneleşemeyen apolitik hattını aşmak için ideolojik-politik bir tartışma elzemdir.
Beka, bela, seçim ve siyaset
Anlaşılması gereken şu: 31 Mart seçimlerinin özgüllüğü onun bir yerel seçim olarak değerlendirilemeyeceğidir. Artık Türkiye’de yerel seçim, genel seçim, referandum ve parlamento seçimleri ayrımının ortadan kalkmasıdır. Bu seçimde de Erdoğan oylanacaktır. Dolayısıyla AKP’nin gösterdiği adayların düşük profilli ya da yüksek profilli olmasının, karşısındaki adayın sağdan-soldan oy toplayabilecek olmasının pek bir önemi yok.
Sosyalistler neyi seçecek?
31 Mart yerel seçimlerinin özgül anlamı, fiili rejimin kurumsallaşması için bir adımın daha siyasal iktidar tarafından atılma planının hayata geçirilecek olmasıdır. Bu plan seçimlerde alınacak bir pozisyon ile bozulabilir mi? Mevcut koşullarda bunu söylemek çok güç.
Eğitim Sen geleceğimizdir
Alacağı ceza pahasına ve inandığı gelecek, inandığı eğitim anlayışı için müdürlere, polislere karşı yanımızda duran öğretmenlerimiz Eğitim Sen'liydi. Gerçeği görmeyi olduğu kadar onu savunabilmeyi de onlardan öğrendik sağ olsunlar.
Binali Yıldırım neden istifa etmez?
Erdoğan daha önce olduğu gibi rakiplerini test etmektedir. Anayasa’ya uymak zorunda olmadığını, onun üzerinde olduğunu dostuna düşmanına göstermektedir. Bu bir hükmetme stratejisidir. Muhalefetin kendi hükmü altında olduğunu, kendi çizeceği sınırlarda varlık gösterebileceğini deklare etmektedir.
Her şeye hakkı olmak
Öğrenci, performansının kalmak olduğuna ikna olduktan sonra, dersi geçmesinin hakkı olduğunu söyledi. Çünkü bir biçimde okula girmişti, artık diploma hakkıydı. Çünkü öyle yetişmişti. Okul diploma verecek, hoca onu geçirecekti. “Her şeyi kendinde hak gören insan” demişti hoca karşısındaki öğrenci için.
Kurumların haysiyeti neden önemlidir?
Kendi bekasını iktidarın demokratik yollarla değişmeyeceğine endekslemiş, sermaye, bürokratik aygıtlar, kurumlar hızlıca ve hep birlikte haysiyetsizleşiyorlar. İktidarın demokratik araçlar yoluyla değişmesi ihtimalinin yokluğunun yarattığı şahsiyetsizlik; adaleti sağlaması gereken, bu nedenle bağımsız ve tarafsızlık güvenceleri sağlanmış yargı kurumunun, adalet yerine iktidara sadakati önüne koymasının zeminini sağlıyor.
Uçakta sanat, sarayda bilim olmaz!
Mevcut koşullarda Erdoğan’ın imkansız aşkı olan kültürel hegemonyanın elde edilmesini düşünmesi bile gülünç. Çünkü sanat da bilim de yüksek etik ilkeler gerektirir. İhale açıp insanları ödüllendirerek, onların gözünü korkutup yönlendirerek elde edebileceğiniz bir alan değildir her ikisi de, tanımları gereği değildir.
100 puanlık sınav sorusu!
Aşağıdaki olaylar arasındaki ilişkiyi göstererek öğrencilerden Anayasamızda yer alan ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, idarenin hukuka uygun davranma zorunluluğu, hak arama özgürlüğü ve barışçıl protesto hakları bakımından bütünlüklü bir değerlendirme istersek sonuç ne olur?
Anayasasızlık ve anayasa hukuku bilimi
Bir anayasa nedir? Somut bir hukuki düzen varsayımı olarak Türkiye’nin anayasası nedir? Türkiye’nin anayasası, bir olgudan yani korunacak bir anayasal karardan, anayasal çekirdekten ayrı düşünülebilir, bundan bağımsız yorumlanabilir mi? Olgu, eğer bu kadar kurucu bir rol oynuyorsa, hukuk bilimcisi bu olgu yokmuş gibi davranabilir mi?
Beş yılın ardından neden Gezi direnişi?
Beş yıl sonra iktidar cephesinden gelen itibarsızlaştırma ve kriminalize etme girişimlerinin nedenini, muhalefetin bir pozisyon alamama, politizasyonun önünü kapama süreçleri ile birlikte düşündüğümüzde, sistem karşıtı bir hareket olarak Gezi’nin Erdoğan’ın rüyasında bile göremeyeceği bir kurucu potansiyeli ve yaratıcılığı taşıdığını vurgulamak gerek.
Çağ dönümünde siyaset
Belki de dünyanın her yerinde birbirine yakın zamanlarda parlayıp sönen Gezi Parkı direnişi gibi pratikler çağ dönümünün asıl işaretini vermektedir. Zaten çökmüş olan siyasal temsil kurumlarının nasıl yıkılacağına ve yeni bir demokrasinin nasıl kurulacağına ilişkin ilk işaretleri veren, insan onurunun, eşitlik ve özgürlüğünün kurucu yollarını bu pratiklerde aramalı belki de.
Hukuk Erdoğan’ı bağlar mı?
AİHM’in Demirtaş kararına karşı Erdoğan’ın karşı hamle yaparız açıklaması bir savaş oyunu hamlesidir. Artık kural ve kurumların alanından çıktığınız yerdir bu alan. Türkiye’de 2010’dan sonra hızlanan, kurumlara karşı yapılan hamlelerle yolu açılan bu süreç 20 Temmuz’da geçilen ara rejim döneminde tamamlandı. Artık beka söylemiyle inşa edilen savaş oyunlarının hamleleri içindeyiz.
Karşıyaka’dan İzmir’e giden vapurda…
Tuhaf bir hafta daha geçti ömrümüzden, cuma sabahı sevgili arkadaşım Cenk Yiğiter’i sabah evinden gözaltına aldılar. Bu haberle uyandım. Uyandığımda aklımdan ilk geçen şeylerden biriydi Karşıyaka’dan İzmir’e giden vapur…
Bir vesayet meselesi vardı
AKP ülkeyi “devrimci” bir biçimde dönüştürecek, Türkiye demokrasisinin önündeki en büyük engel olan askeri vesayeti kaldıracaktı. 12 Eylül referandumunun savunusu dahi özünde bu idi ve buna inanların sayısı hiç de az değildi. Referandum öncesi ve sonrası Türkiye’de Fethullah Gülen çetesine AKP tarafından verilen yargı yetkisinin nasıl kullanıldığını artık herkes biliyor.
Türkiye’de cumhuriyetçi olmak mümkün mü?
2013 yılında Gezi direnişinde Türkiye halkı en büyük cumhuriyet savunusunu yapmıştır; farklılıkların nasıl bir araya geleceğini, cumhuriyetin AKP ve selefleri elinde çürütülmüş temsili kurumlarını halkın nasıl alaşağı edebileceğini göstermiş, on sekizinci yüzyıl cumhuriyetçilerinin dile getirdikleri mutlu bir yaşam sürme hakkını savunmuşlar; tek adama, tek partiye kuşatılamaz bir çoklukla, çoğullukla karşılık vermişlerdi.
Yüzümüzü sola dönmek
Bahçeli’nin açıklamasından beri neredeyse konuştuğum herkes, AKP’nin hangi siyasi aktöre yaklaşacağı üzerine kuruluydu ne yazık ki… Bu zaten bir biçimiyle olacak, Erdoğan bekasını korumak üzere her pazarlığa girecektir; peki böyle bir dönemde sol bu soru üzerine mi düşünmelidir?
Özgürleştirilen baskı aygıtları karşısında özgür insan
Demokrasinin doruğunda değil miyiz? Muhtarlardan belediye başkanlarına ve milletvekillerine artık kimseyi seçmek zorunda kalmayacak halk daha ne isteyebilir? Hem de bütün risklere rağmen iktidar seçim yaparken. Hem seçim olacak hem de yanlış kişi seçilirse siyasal iktidar bu kişiyi görevinden alıp yerine bir memurunu atamak ile uğraşacak. Bu kadar geniş bir özgürlük alanı dünyanın neresinde olabilir?
İltisaklı bedenler ve belediyeler
Belediyeler, demokrasinin gerçek mekanları; yönetime katılmanın temel birimleridir. Erdoğan’ın açıklaması teröre ilişkin bir açıklama değil, seçimlere ilişkin bir açıklamadır. Seçmene söylenen doğrudan doğruya şudur: Kimi seçersen seç, ben istediğim memurumla yönetirim.
Türkiye’de seçimin iki anlamı
Bir yandan iktidarın yerel yönetim seçimlerini sınırlandırma olasılığını düşünebilecek kadar istisnai bir süreç içindeyiz diğer yandan her şey olağan bir süreç içinde akıyormuş gibi politik manevraları izliyoruz.
Sol bir hareket için: Koşullar, süreçler, imkanlar
Eylül faşizminin bütün ağırlığıyla sürdüğü bir dönemin içinden geçiyoruz bugün. 12 Eylül’ün kurduğu yönetim aygıtları, sistemi demokratik, sosyalist hareketlere tamamen kapatmak için konsolide edildi. 12 Eylül basının sesini kısmıştı, Erdoğan rejimi hepsini kendi ofisinden konuşturmaya çalışıyor.
'Biz', kimi bekliyoruz?
Kimiz sorusunun yanıtını vermek politik öznelerin işidir. Bizi ve bizin karşısındakini siyaset tanımlar. Erdoğan rejimi bunun kolay bir yolunu buldu, muhalefeti sindirmek için yaptıklarının sorumluluğunu muhalefete atarak, onu düşmanlaştırdı.
Microcosmographia Academica: Gençsen okuma, yaşlanmışsan fırlat
Cornford’un kılavuzluğunun iş yürütme ve tezgahlama kısımlarının hâlâ geçerliğini koruduğunu yeniden kavramamla, bilgisayarın alt köşesinde 12 Eylül yazdığını fark etmem aynı ana denk geldi. Akademide hakim duygunun korku, hakim çalışma anlayışının iş yürütme ve tezgah olduğunu bundan yüz yıl önce bambaşka bir akademik iklim ve ülke içinden anlatan Cornford’un bilge kılavuzluğuna hayranlığımı gizleyecek değilim.
Medeni ölüm, neşeli bilim
Barış için akademisyenler bildirisine imza attığı, insan, toplum, doğa yararına üniversite mücadelesinde ön saflarda yer aldığı için ihraç edilen akademik yoldaşların Karaburun’da derslerde, sunumlarda gösterdiği, hayatlarını sürdürmek için ne iş yaparlarsa yapsınlar bugüne kadar yarattıkları ve sahiplendikleri birikime sadık kalan, gülen, dayanışan, öğrenen ve öğreten bir akademik, siyasal topluluğun üniversitede aradığını bulamayan yüzlerce öğrenci ile bir araya geldiklerinde yarattıkları sadece bilimin kolektif ve demokratik üretimi, yayılması değil. Aynı zamanda kendi başına bir direniştir bugün.
Aile, iş, devlet: Yeni Türkiye’nin kamusu
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in beraberindekiler olarak bakanlığa kabul edilen heyet dekanlar, bölüm başkanları ya da alanın akademisyenlerinden değil, İbiş’in kardeşlerinden oluşuyordu. Bu andan itibaren de kişisel merakım, herkesi ilgilendiren bir siyaset sorunsalı için kamusal bir malzemeye dönüştü. Çünkü Türkiye kamusunun yağmalanma biçimlerine ilişkin tipik bir karakterin tipik bir eylemiydi söz konusu olan
Güvenlik soruşturmaları: Bir ulusu fişlemek
Yeni devletin ayrıcalıksız ulusu içinde tanımlanmış kişi MİT raporu gizli olduğu ve hakkında hiçbir bilgi edinemediği için önce kendinde arar suçu, acaba ne olabilir diye. Sonra mahkemeye gider. Mahkeme, idarenin kanuniliği ilkesini gözetir, MİT raporunu ister, kişinin mesleğin gerektirdiği ölçütlere aykırı bir durumunun olup olmadığını araştırır –mı?
Aşırı politika ve apolitik toplum
Gerçeklikten kopmuş milyonlarca kişi ile aynı gemiye binmeye mecbur bırakılınca ne yapacağız? Daraltılan devlet dairesinin dışına düşenlerin bir de aşırı politikleşmenin yarattığı irrasyonalite ile, irrasyonel eylem ve ihlallerle ve muhtemelen de cezasızlıktan aldıkları güçle hareket edenlerin saldırılarıyla karşılaşacakları bir gemi olma olasılığı var bunun ve karadan ayrılırken binmeye mecbur tutulabilirsiniz.
CHP’nin 'hazır'lığı
Neye hazırdı CHP? Seçim prosedürünün politikleştirilmesi, örneğin Sadi Güven’in görevden alınması, ilgili bakanlarının istifa etmesi gerektiği, seçimlerin tarafsızlığının sağlanması ve kamuoyunun özgürce oluşması için OHAL’in kaldırılması gibi konularda siyasal bir rest mi çekmişti? Seçim adaleti ve güvenliğinin sağlanmadığı koşullarda seçimlere girmeyeceğini söylemiş ve küçük de olsa bir karşılık alarak hazırlık mı yapmıştı?
Eğitim hakkı ve yurttaşlık
Kamusal eğitimin ortadan kaldırılmasının, eğitimin paralı hale getirilmesinin ve cemaat-tarikat ilişkilerine devredilmesinin ilk sonuçlarını 2000’lerin ortasında görmeye başladık. Liyakat usulünün tamamen ortadan kaldırıldığı bir dönemde neredeyse bütün cemaat-tarikat unsurları, kontenjanlarla devlet kadrolarına yerleştirildi. Nitelikli bir kamusal eğitimden yararlanamayan halk sınıfları için üniversiteye girmek boş bir hayal haline geldi.
'Olağanüstü Cumhurbaşkanlığı'nın teknik altyapısı
Ergenekon sürecinde üretilen yargı teknolojisi sayesinde devleti “fethetmek” için yargısal ve ideolojik zemin yaratıldı. 2010 anayasa referandumu bu ideolojik zemin altında gerçekleşti.
Olağanüstü Cumhurbaşkanlığı Sistemi
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye bir anayasal düzen yoktur, bunun olmayacağı adı bu değilken de belliydi. Türkiye’de Sarayın dostlarınca reveranslarla selamlanan yeni bir devletin, cumhuriyet karşısında inşa çabasıdır olan. Bu da dünden bugüne olmuş değildir. Neredeyse bütün organik yasa düzenlemelerinin tek bir kişi için yapıldığı bir dönemden, bütün devlet aygıtının tek bir kişi tarafından düzenlendiği bir döneme sıçradı bu inşa çabası.
Dumanlı havayı kurt sevsin*
Aklıma gelen resim şu: Racon kesilmiş, yeni racona uymayan herkesin ensesinde bir nefes, bir tehdit. Kasaya damat oturmuş, kapıya namlı kabadayılar dikilmiş, müflis işletme herkesi biraz daha sindirerek ayakta duruyor.
Duralım, örgütlenelim
Geliyorlar gidiyorlar, çok yoruyorlar, bunaltıyorlar, can yakıyorlar ve ertesi gün yeniden geliyorlar. Karşı çıkmak gerekiyor. Karşı çıkmak evet ani oluyor ama ancak düşündüysek anladıysak ve örgütlendiysek mümkün oluyor. Karşı çıkmak, muhalefet zaman istiyor.
İçinden seçim geçen yazı
“Neden burada olduğunu biliyor musun?” Herkesi güçsüzleştirmeye dönük bu soruya verilen ve verilmeyen yanıtlardır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın bekasını sağlayan. Tedirginliği azaltan bütün prosedürleri askıya alan bir seçim sürecinde, anayasasızlık içinde adil bir seçim beklenemezdi.
Kibre karşı
Seçim kampanyalarına bakın; kibir, yıkmak istediği özsaygı ile dövüşüyor gibi. Kibir saraya, saltanata aittir. Özsaygı ise demokrasiye, eşitliğe; tabii mizah ve neşe ile.
Muhalefetin coşkusu, seçimlerin adaleti
Muhalefetin miting alanlarının gösterdiği tek bir gerçek duygu var, rahatlama, nefes alma isteği. Türkiye boğulmuş durumda. 16 yıldır gençlerimiz, onurlarıyla çalışmalarının hakkını alarak kamu hizmetine giremiyor. İşçiler, köylüler ellerine verdikleriyle yetinmedikleri için azarlanıyor, aşağılanıyor...
Arsız zamanların sonuna geldik
24 Haziran’a giderken içinden geçtiğimiz tuhaflıktan olsa gerek, herkese normal gelen bir şey var. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı adaylarından biri cezaevinde. Tutuklu bulunması için hiçbir gerçekçi neden yok ve eğer hesaplar başka yönde olsaydı tahliye edilecekti. Kimse bunu da garipsemeyecekti hem de. Kullandığı iletişim stratejisinin simgesini, elektrikli su ısıtıcısını duvarlara çizen iki kişi tutuklandı. Hakimlik mesleğinin tuhaf günleri… Ketılın siyasi tehlike arz ettiği tuhaf zamanlar…
Bir gelecek kurmak için
AKP’nin geçmişi ve bugünü dönüştürecek bir gelecek potansiyeli, dolayısıyla siyasal çatışmaları belli bir dengeye çekebilme kapasitesi, Türkiye’nin gittikçe derinleşen siyasal krizine demokratik bir çatışma zemini sunma, onu kurumsallaştırma olanağı yoktur. 2023, 2071 gibi tahayyüllerin sözü bile kötü birer şaka değerindedir.
Siyasi işler, idari işler
Seçimlere girecek HDP ve seçimlere girmeyecek sol-sosyalist hareketler Türkiye’de siyasetin gerçek potansiyelleridir. İdarecilik sıkıcıdır, heyecan yaratmaz, dünya kurmaz, ülke kurmaz. Bunlar siyasetin işidir ve siyasetin gerçek zamanında milletvekili listelerinin nasıl belirlendiği değil, eşitsizliğin ve adaletsizliğin nasıl bertaraf edileceği; sözün, yetkinin ve kararın nasıl düzenleneceği masadadır.
24 Haziran bir son mu?
24 Haziran uzun sürmüş bir gecenin sabahı olmayacak. 12 Eylül ara rejiminin yaklaşık kırk yıl sonra yeniden ortaya çıkan sureti olarak hareket eden siyasal iktidarın ülkeyi bir bütün olarak sürüklediği batağın hesabı, seçimlerle görülmeyecek.
Bıkmışlığın politikleşmesi
Söylediği her şey aleyhinde delil olarak kullanılabilecek kriminalize edilmiş yurttaşta, yazdığı her şey terör kanıtı olabilecek veya yazmadıkları nedeniyle terörist olarak suçlanabilecek gazetecide bir bıkkınlık vardı. Borcunu ödeyemediği için borç alan, rahat yüzü göremeyen milyonlarca işçi, çiftçi bıkmıştı artık. T A M A M” bıkkınlığı politikleştirdi, ona harekete geçirici bir güç verdi. Eli kolu bağlayan duygunun yerini harekete geçirici bir motivasyonun almasını sağladı.
Muhafazakâr seçmen miti
Muhafazakâr seçmen mitinin Türkiye siyasetindeki işlevi kurucu bir basitlikte. Türkiye toplumunun yüzde yetmişi milliyetçi muhafazakar, dolayısıyla iktidar olmak için sağcı görünmek gerek. Bu miti yaratan da besleyen de ne yazık ki AKP’yi iktidara taşıyan ve kendini solda gören iki kardeş sağ eğilimdir. Bu iki eğilim birbirine de karşıt gibi görünür: Ulusalcılık ve liberalizm.
Acil seçim güvenliği, adil seçim güvencesi
AKP’nin seçim ittifakı yasası olarak bilinen torba değişiklik ile hem seçim adaletini hem seçim güvencelerini askıya aldığını söylemek bir şeydir evet, fakat bunu herkes biliyor. Asıl politik olan bunu yapan iktidara yaptığının söyletilmesidir, onu seçim güvenliği ve adil seçim alanına çekmek, bu konuda söz söylemek zorunda bırakmaktır.
Herkesin her şeyi bildiği seçim
Herkes görüyor ve biliyorsa neden sürüyor her geçen günde kokusu biraz daha ağırlaşan bu çürüme? Bu sorunun yanıtını vermek için önce başka bir soruyu yanıtlamak gerek. Neden olağanüstü hal hâlâ uzatılıyor? Neden seçimlere olağanüstü hal koşullarında gideceğiz? Neden bir baskın seçim kararı alındı?
Gerçekliğimiz barışı çağırır, savaşı değil
Barış büyük insanlığın gerçekliğidir, gerçekçi bir biçimde en büyük güçle savunulmalıdır. İnsan doğasından değil insanın varlığını sürdürme, güçlü biçimde sürdürme isteğinden kaynağını alır.
Eğitim hakkını kim veriyor?
Cumhurbaşkanı "Bunlara okuma hakkı vermeyeceğiz" dediği anda, herkes birden harekete geçti. Aynı anda yeni bir disiplin yönetmeliği hazırlığına girişen YÖK mü dersiniz, infial gerekçesiyle tutuklama kararı veren mahkeme reisi mi, yoksa öğrencilerin evlerinden, yurtlarından rencide edici söz ve fiillerle gözaltına alınmasını sağlayan savcılar mı?
Dostunu düşmanını seç ve siyasal iktidarın bekası
Bugün demokratik siyasetin temeli olan siyasal vaadin yerini hayatta kalmak için “dostunu düşmanını seç” mantığı aldı. Bu nedenle AKP’nin 2002'de başlayan vaatlerini yerine getirmediğine dönük olumsuz propaganda muhalefete hiçbir puan kazandırmıyor, kazandırmayacak. "Hani OHAL’i kaldıracaktınız, tüm ülkeyi OHAL boyunduruğu altına aldınız?" gibi bir siyasal söylem aşırı politikleşmiş ortamın siyasal eleştirisi değildir.
Boykot gerçekçi bir seçenek mi?
Bugün Türkiye’de temsili demokrasinin bir aracı olarak seçim prosedürü ortadan kaldırılmıştır. 16 Mart tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kanun bunun resmi tescilidir. Bu bakımdan boykotun gücünü aldığı ve mantığını oluşturan kurum da Erdoğan rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır. Fakat 2019’da hâlâ bir seçimden bahsetmekteyiz. Çünkü rejim için meşruiyet sorununu ortadan kaldırabilecek başka bir araç hâlâ icat edilmemiştir.
Gündem dışı bir Mülkiye yazısı
Bu yazıda Mülkiye’nin benzer bir tasfiye döneminin ardından nasıl dirildiğinden, 90’lı yıllarda akademik ortamını nasıl yeniden yarattığından ve öğrencilerin yaratıcı özgüveninin ürünlerinden söz edeceğim. Sadece umut olsun diye değil, aciz yönetimlerin baskılarının yaratıcı özgüvene dayanamayacakları gerçeğini bir kez daha tekrarlamak için.
Devletin kişiselleşmesi ve kamuda kişiliksizleşme
İslamcı Gülen çetesinin kamudan tasfiyesinin ardından kişiselliğini tek adama bağlılık üzerinden sürdüren devlette kamu görevlilerinin sadakati, kamuya değil, tek adama yönelmektedir. Yani tek adama tabi cemaatler; rollerini hiç gizlemeden kamu kurumlarında kontenjan bulmaktadır. Kısaca Gülen çetesinin döşediği taşlar üzerine duble yollar kurulmaktadır.
Demokratik bir seçenek var mı?
Kılıçdaroğlu’na yüzde altmış hayallerini kurduranın ne olduğunu bilmiyorum, ama benim hayallerimi besleyen, iktidarın seçimler yoluyla değişebileceğine inanan, inanmasının koşulları siyasal olarak sağlanmış, özgürlük ve eşitlik arzuları harekete geçirilmiş bir halkın demokratik siyasal araçları kullanmanın yolunu açacağı ve OHAL rejimini ortadan kaldıracağıdır.
'Ahlaksız' personel hakkında
Her Türk sadece asker doğmaz, erkek de doğar. Militarist bir toplum, ordusu olan bir toplum değil, ordu düzeninde tutulan bir toplumdur. Elbette, hele ki tankların ekranlardan odamıza sıçratıldığı bir dönemde Mahkeme, cinsel yönelimi cinsiyet eşitliği bağlamında tartışacak değildi.
Meslek odalarının 'Türklüğü'
Yapılmak istenen, partinin liderini, hareket ve halk ile birleştirecek imtiyazlar sistemi çarkına çomak sokan meslek örgütlerinin bütünüyle tasfiyesi ve yeniden inşasıdır. Böylece “yerli ve milli” imtiyazlı meslek sahipleri, “yerli ve milli” uluslararası rant tekellerine “yerli ve milli” parti bürokratlarının teşviki ile gayri milli köylülerin topraklarını, sularını peşkeş çekebilecekler, şehir hastaneleri rantını “yerli ve milli” usullerle paylaşabilecekler, sağlık güvencelerinin ranta dönüştürülmesinde “yerli ve milli” usulleri uygulayabileceklerdir.
Yeni bir başlangıç nasıl mümkün olur?
Türkiye’de bugün anayasa yapıcı bir siyasetin harekete geçireceği barış ve adalet duygusu, karanlığa karşı yakılacak ilk ışık, yeni bir başlangıcın hareket noktasıdır. "Peki Erdoğan’ın karşısına kim çıkabilir?" sorusuna yaşadığımız momentte verilecek yanıt, demokratik kuruculuğun yaratıcı gücü olabilir ancak, yeni bir başlangıcın arzusunu taşıyabilecek yatay güçler. Bu yeni başlangıcın, koruduğu statükonun bile farkında olmayan “parti” anlayışlarından çıkmayacağı son CHP kongresinde açık olarak görüldü.
'Milli irade’den ‘milli’ye: İstibdadın kuruluşu
‘Milli irade’ kavramının yerini ‘milli’ aldı. Bu küçük kelime düşmesi, rejime ilişkin bir düşürme planına ve yeni bir meşruluk inşasına işaret ediyor. Artık diktatörlük için seçmenin onayı değil, herkesin Diriliş dizisinin karşısına geçip başına tencereden bir miğfer, göğsüne kazan kapağından kalkan yaparak millileşmesi bekleniyor.
Uzak İhtimal: Savaş oyunundan çıkmak imkanı
Suriye’nin sınırları nerde bitiyordu gerçekten, nereye çekildi sonra, Türkiye’nin güvenliğinin sınırına mı? Orada yaşayan kadim halk kimdi, sınırın Türkiye tarafının akrabaları değil miydi? Filmler oynamamış mıydı sinemalarda bu akrabalıkları anlatan?
Ama o zamanlar faşizm vardı
Payzın: Siz 12 Eylül’de tutuklandığınızda tek tip dayatmasıyla karşılaşsaydınız tepkiniz ne olurdu? Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Uçum: “O zaman faşizm koşullarındaydık. Şimdi demokratik kurumlarımızı korumak için mücadele veriyoruz.” Avukat danışman, 12 Eylül cuntasının gerekçesini biliyor olmalı. Sayın Uçum’un program boyunca hukuksuzlukları meşrulaştırma adına ortaya koyduğu bütün argümanlar, 12 Eylül cuntasının 1 No'lu bildirisindeki cümlelerle özetlenebilir.
Yerli ve milli üniversite
Fihrist makaleleri, beş sayfalık doktora tezleri, Nuh’un cep telefonu, Althusser’in baltası, intihaller, yayın ve atıf çeteleri, tez danışmanlık merkezlerine yazdırılan tezler ancak bu yerli ve milli cezasızlık ikliminde mümkün olabilirdi.
Abdullah Gül’ü neden umursama(ma)lıyız?
Abdullah Gül tipik bir merkez sağcı. Siyasal realizmi, ülkeyi felakete götürecek bir süreci sadece hazırlıkla geçirmesini sağlıyor. Kendi üzerinde hiçbir risk taşımadan, siyasal pozisyonunu belirlemeden iktidarın eline düşmesine hazırlanıyor. Bunun bile AKP Genel Başkanı’nı eski "siyasal kardeşi"ne "bozguncu" diyecek kadar rahatsız etmesi ise bir geçiş döneminden duyulan korku ve telaşı açıkça gösteriyor.
Tehlikede olan hukuk devleti görüntüsü değil, devlet görüntüsüdür
696’yı özel yapan şey, hukuk devleti ilkesini değil; devletin dayandığı ilkeyi ortadan kaldıran maddesi: 121'inci madde ile hiçbir resmi sıfatı olmayıp da “isyan bastırmak” için suç işleyecek olanlara getirilen cezasızlık hükmü. Oysa modern devlet dediğimiz şey, Weber’in tanımında en iyi ifadesini bulduğu şekliyle meşru şiddet kullanma tekelidir.
Özel cumhuriyet olur mu?
Demokratik siyaset herkesi ilgilendiren meselelerin herkesin gözü önünde karara bağlanmasına dayanır. Ayrıcalıklar, gizler ve yasa ötesine çıkma potansiyeli taşıyan güçler demokratik siyaset ve kamusallığın karşısında konumlanır. Kamuyu yani herkesi etkileyen kararları gizli saklı alan, “çok önemli bir KHK çıkacak, bakalım içinde neler olacak cumhuriyeti”, cumhuriyet değildir.
Aziz ölürken ne düşünür ya da demokrasinin erdemi nedir?
Demokrasi, sıradan insanların kendi geleceklerini belirlemelerine dayanır. İlkesi ise eşitliktir. Kimsenin milleti olmadan ve azizleşmeden sürdürülen sıradan yaşam pratiğinin kendi başına saygın olabileceği bir düzlem sunar eşitlikçi fikir. Faşizmin yalancı özdeşlik koşullarında, bu koşulları olağanlaştıran dinamiklere direnecek bir eşitlik siyasetini azizin paradoksuna direnerek örgütlemek zor olsa gerek.
Silik bir akademisyenin dekan olarak portresi
Çıplak gözle görünür biçimde haksız bir soruşturmada, fakülte üyemiz bir profesörün cezası görüşülürken söz almayan Gürdal, oylamadan hemen önce fark etmediğim biçimde birden kaybolmuş, oylamaya katılmamak için dışarı çıkmıştı. Belli ki fakülte üyesi hiç de silik olmayan bir profesörün disiplin cezası almasını, karşılaşacağı tepkiden dolayı istemiyordu; ama rektörün dediği olurdu. Bu çelişki içinde yapacağı şey açıktı: Kaçmak.
Beyefendinin adı: Türkiye Erdoğan mıdır?
Siyaset bilimi derslerinde öğretilen hükümet ve devletin ayrı şeyler olduğu, ‘Yeni Türkiye’de geçerli değildir. ‘Yeni Türkiye’ Erdoğan’dır. Peki Erdoğan devlet midir? Türkiye’de partinin devletleşmesi, devletin kişiselleşmesi olarak tarif ettiğim süreci özetleyen hukuka değil, beyefendiye sadakat ilkesinin sonucu, siyaset biliminin bir kavramı olan modern devletin ilgasıdır.
8 Haziran sabahını AKP unutmadı
7 Haziran seçimlerinin ardından yaşananlar, Türkiye’de biçimsel demokrasinin temel koşulunu, yani iktidarın el değiştirme koşulunu oluşturan prosedürleri ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla artık prosedürel bir politika, yani iktidarı seçimler yoluyla ele geçirmek için prosedürel demokratik mücadele araçlarını kullanmanın olanakları yoktur. Politikanın zemini yasallık ve prosedürler düzeyinden meşruluk düzeyine taşınmıştır. Bu düzeyde ise politik araçların bizzat kendisi politikanın konusudur.
AKP tükendi, peki onu kim yenecek?
AKP’nin iktidarını sürdüreceğini -bütün zor araçlarını kullanmak zorunda kalsa da- vaat etmesinden başka hiçbir meşruluk iddiası kalmamıştır. Fakat bu, karşısına meşruluk alanında politika yapan bir siyasal özne çıkana kadar hâlâ –diktatörce- de olsa bir meşruluk iddiasıdır. AKP yenilmiştir, krizin bizzat kendisi olarak yenilmiştir, fakat karşısında onu yenecek bir meşruluk iddiasının taşıyıcısı olan siyasal özne yoktur.
'Elbette oğlum, sana güveneceğim'
Bir anayasa neden, nasıl yapılır? Türkiye’de bir anayasal düzen var mıdır, anayasal düzen nasıl güvenceler sunar, bunlar nasıl inşa edilir, elbette yeniden, anayasal düzen ne demektir?
Maltepe’den Edirne’ye cumhuriyetçi bir yol
Bugün Türkiye’de cumhuriyetçilerin gözü kulağı, cezaevindeki “cumhuriyet düşmanları”ndan gelecek seslerde. Ahmet Şık’ın savunmasında, Demirtaş’ın mektuplarında. Düzeni değiştirecek fakirleri cezaevinden sivil siyasete çağıran mesajlarda. Kısaca, bu düzen içinde “cumhuriyetçi olmak istiyorsanız, biraz daha cesaret”; çok uzun değil, Maltepe’den Edirne’ye varan yol kadar…
Kendinden utanan parti: CHP
CHP’nin yönetim kadrosundan tabanına, parti içindeki kliklerin her birinde hakim olan duygu utanmadır. CHP tabanını oluşturan halk kesimleri, parti önderliğinden utanırlar. CHP’li olmayan çevrelerine partilerinin konumlarını açıklayamazlar. Ağırlıklı olarak parti idaresine göre solda olan taban liderini televizyonda her izlediğinde “olmadı” duygusuna kapılır. Parti yönetiminin her kritik kararı, tabanda “bunu nasıl açıklayacağız?” duygusu yaratır.
Pazarlık devleti
AKP lideri cumhurbaşkanının “milattan önce” yaptığı, partinin pazarlık karakterinin devletin karakterine sirayet ettiğini gösteren en kritik ve birinci elden açıklama “ne istediniz de vermedik?” ifadesi idi. 2000’li yılların ortalarından itibaren hâkimlik-savcılık sınavlarında süren liste pazarlıklarını, kaymakamlık sınavlarında yaşanan cemaat kontenjanı kavgalarını, beyaz gömlek ve kırmızı kravatlarla önce cemaat liderlerini, sonra milletvekilleri ve mümkünse bakanları gezerek torpil arayan adayları Mülkiye’deki bütün öğrenciler bilirdi.
Kürdistan’da plebisiti ilk kim savundu?
İsmet Paşa’nın Lozan’da Musul konusu görüşülürken dile getirdiği tezler ile Britanya temsilcisi Lord Curzon’un geliştirdiği tezler karşılaştırıldığında Türk ulusalcılarının Curzon ile neredeyse aynı şeyleri söylemeleri şaşırtıcı mıdır?
Sol, yumruk atan emekçiyi mi, yumruk yiyen toprak ağasını mı destekleyecek?
Emperyalistler, egemenlik haklarını ellerinden aldıkları ulusları sömürüyor ve ezilen uluslar kendi kaderlerini tayin haklarını kullanıyor. 1945 sonrası Amerikan hegemonyası altındaki dünyada, sömürgelerin tasfiyesinde kullanılan bu terminoloji, bugün için tersine dönmüş durumda.
'Kadere bak kadere bak, kimler kimlerle birlikte!'
Seçimlerin arifesinde sadece ittifaklar değil ayrışmalar da belirleyici olacak. Solun bir kısmının sorunu sadece HDP'yle yan yana gelmemesi değil.
SİHA yanılır mı ya da bir ölüm kaç kişiliktir?
Bugünün hikaye anlatıcısı AKP oldu artık. AKP anlatısında karanlığın dışındaki her şeyi geride bırakıyor.
Neden Yemen değil?
2017’de yayımlanan Küresel İnsani Yardım Raporu ışığında çok kısa bir tur yapalım. Tunus’ta emeğinin haysiyet mücadelesini veren bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla ateşlenmiş Arap Baharı’nın Libya ve Mısır’daki serüvenindeki Türkiye’nin tavrı, ‘insaniliğin’ anlaşılması için iyi örnekler oluşturur. Libya’da “beton kapital” bağlamında çok işi olan hükümet elbette kolay karar veremedi, insani müdahale konusunda biraz geç kaldı. Mısır’da hamiliğini yaptığı Müslüman Kardeşler'i ölümüne destekledi, Mısır’daki İslamcı direnişin sembolü hâlâ AKP’nin sembolüdür.
Yeni bir devlet kurulur CHP onun içinde yerini alamaz!
CHP, yanılmaktadır: Yeni bir devlet kurulduğunda CHP onun içinde yerini alamayacaktır. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiğinde nasıl yanılmışsa, 7 Haziran seçimleri sonrasındaki istikşafi görüşmelerde nasıl yanılmışsa, anayasaya aykırı anayasa değişikliğine oy verirken nasıl yanılmışsa öyle yanılmaktadır. Adalet Yürüyüşü’nden Adalet Kurultayı’na eşik durumunu kavradığı her siyasal pozisyonda kaybettiği mevzi, meşruiyet savaşının kaybı demektir. Meşruiyet mücadelesinin keskinleşmiş aracı ise artık sudan şaraba her şeyi politikleştirmektir.
Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam*
Her geçen gün felaket getirmeye meyyal bir dünya konjonktürünün içinde bütün bir halkın kaderinin tehlikeye atılmaması için, Erdoğan ile karşı karşıya gelmemeyi telkin eden manipülatif anketleri bir kenara bırakıp gerçeklik ile bağı kopmuş sorumsuz tek adam rejimine karşı gerçekliği gerçek bir sesle haykırmaktan başka yol yoktur. Edip Cansever’i hatırlayalım. “Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam.” Hatta şiirin son dizesini da katalım: “Elleri tetikte bütün gazetelerin”.
Cumhuriyet, savaş, barış ve devletin sırrı
Bugün cumhuriyeti savunmak, hak ve özgürlüklerimizi güvenceye alacak, barışı ülke içinde ve dışında tesis edecek yeni bir toplumsal sözleşmeyi savunmak, asıl olarak keyfi yönetimin araladığı felaket penceresini kapatma mücadelesidir. İktidarı sınırlayan bir anayasa ile tüm yurttaşlara sağlanacak olan güvenceler bir yaşam tarzı sorunu değil, bizzat yaşam, varlık sorunu haline gelmiştir.
Darbeyle mi, devrimle mi, savaşla mı?
Baştan söyleyeyim, Erdoğan’ın kurucusu olduğu bir yeni devletten bahseden tarihçi olmayacaktır, fakat yeni devlet iddiası başka bir anlamda tehlikeli, kısa vadede yıkıcı, ciddi bir iddia, bir ihtirastır. Bu ihtirasın estirdiği rüzgar, İslamcılığı dayatan bir toplum düzeni ve “benim milletim”den dayanağını alan egemenlik kurgusu bağlamında Erdoğan’ın milliyetçi-mukaddesatçı ilk gençlik heveslerindeki sığlığı adım adım önümüze getirmektedir. Yeni devlet ihtirası, zaten var olanın ifşasıdır.
AKP, iktidarı devreder mi?
7 Haziran ve 16 Nisan tecrübesi adil seçimle iktidar değişimi olasılığını zayıflatmıştır. Türkiye halkının seçimlere dair gerçek gündemi de budur.
Yekta Saraç’a mektup
İlk olarak soruşturmacımı “saygı”yla anmak isterim. O kendisine verdiğim savunma sırasında kendi söylediklerinden gözümdeki itibarının derecesini anlayacaktır. OHAL’in akademik faydalarından biri, bilim insanlarını uzmanlaştırması. Bilimsel faaliyet ile idari görevin gerektirdiklerinin meslek üyesi olmak bakımından birbirinden tamamen ayrı durduğunu anlamanızda kolaylık sağlıyor OHAL. Sayın Saraç, bu, OHAL’in üniversite için ne kadar faydalı olduğunu anlatmak için yurt dışına sunacağınız iyi bir argüman. İstediğiniz akademisyen tipini yaratmak mı sorun, çözüm OHAL.
Cumhuriyeti savunmak*
Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunu o büyük cumhuriyetçi fikirle, herkesin olan üzerinde herkes tarafından karar verilmesi fikriyle; sınıfsal, etnik, dinsel ve cinsel ayrıcalıkların kaldırılmasıyla birleştirmek bugünün keskinleşen cumhuriyet mücadelesini başarılı kılmanın tek yoludur. Adalet herkes içindir, herkesin sınırları genişledikçe cumhuriyetçi fikir kendi tanımındaki sınıra doğru genişler. Cumhuriyet kimsenin ayrıcalığı olmadığı bir düzenin mücadele zeminidir.
AKP sonrası Türkiye’yi düşünmek
Bu durumda en yanlış düşünce, “AKP OHAL’i kaldırmayacak, 16 Nisan plebisitinde yaptığı gibi her gayrimeşru yolu kullanarak seçim kaybetmeyecek, iktidarı bırakmayacak” cümlesiyle özetlenebilir. Böyle düşünmek AKP’nin zihinlerde kurduğu çemberin kırılmasının önündeki en büyük engeldir. Çemberi kırabilecek gerçek eylem, halkın özgürlük, adalet ve eşitlik arzusunu siyasallaştırabilmekten geçer.
Siyasete cesaret et!
CHP yönetimi siyasal bir karar aldı ve on beş yıllık AKP iktidarını ilk defa bir siyasal açmazla karşılaştırdı. Siyasal yelpazenin her kesiminden büyük kitlelerin yaşadığı adaletsizliği, bir dava haline getirme yolunda adım attı.
Kokuşma
Adalet Yürüyüşü’ne karşı iktidar partisi taraftarlarınca yapılan en önemli siyasal jest CHP Genel Başkanı ve Adalet Yürüyüşü katılımcılarının kalacakları mekâna dökülen gübredir. Bu, kokuşmanın sembolüdür. Kendini anayasanın üzerinde gören reislerine yaklaşabilmek için her şeyi yapabilecek olan çıkar sevdalılarının her türlü saçmalığı yapabileceğini göstermektedir bu kokuşma.
Lütuf
Kişiler ancak Allah’ın lütfu ile kurtuluşa erişebilirler. Bu nedenle hükümdarları tiran da olsa dünyevi hayatta onlara boyun eğmelidirler. Çünkü iktidar hükümdara Allah tarafından lütfedilmiştir. Ve dünyevi hayatta onlar ne lütfettiyse ona boyun eğilmelidir. İşte tam bu nedenle adalet yürüyüşlerinin de OHAL’in de süresi yoktur; mesele cumhuriyet ile lütfedilmiş saltanat arasında bir siyasal mücadele meselesidir.
Erdoğan’ın imkânsız aşkı: Kültürel hegemonya
Külliye’de 2000 kişilik bir opera binası yaptırdığını söyleyen Erdoğan, bir süredir kültürel alanda geri kaldıklarını ısrarla ifade ediyor. Barış imzacılarını atmasına rağmen, yerli ve milli bir üniversite kültürünü neden yaratamıyor? Neden hâlâ ellerinde palalarla provokasyon yapanları milli değerlerin temsilcisi olarak sunuyor rektörler? Neden üçüncü sınıf savaş dizilerine, saray saltanat övgülerine kaldı bütün televizyon kanalları? Buna rağmen neden olmuyor?
Katar krizi 'bizi' nasıl etkiler?
Türkiye’nin bir yarısı Katar’ın arkasında duruyor, bir yarısı da heyecanla olacakları izliyor. Ülkemiz nüfusunun konu hakkında en az benim kadar yetersiz bilgi sahibi olduğunu da tahmin edebiliyorum. Peki bu önemli meselede ulusal çıkarımızı kim belirleyecek?
Hiç kimse olmak ve devletin yüzü
Kurtulmuş’un ve Soylu’nun AKP’ye iltihakı gücün merkezileştirilmesi stratejisinin bir parçasıdır. Mehmet Ağar’ın siyasi geleneğinden gelen ve onun devlet yüzünü ikame eden Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan özgeçmişine baktığınızda yüzeyden başka bir şey göremezsiniz.
Çünkü OHAL ‘Erdoğan’dır!
OHAL olarak ilan edilen şey bir tedbir değil, bizzat Erdoğan’dır, çünkü onun tek seçeneğidir. Fakat bizlerin, bu ülkede eşit ve özgür biçimde; hak ettiğimiz barış koşullarında yaşama arzusu taşıyan bizlerin değil.
Cumhuriyetin ‘vatan hainleri’ kimlerdir?
Türkiye üniversitelerinin ‘vatansever’ akademisyenleri, ‘vatansever’ rektörleri, devleti barışa çağıran bir bildiriyi imzalayan akademisyenleri vatan haini ilan ettiler.
Hak, hukuk, kamu ve devlet
Bugün Türkiye’de yaşam hakkı dahil, devletin anayasasında yazan hiçbir hakkın uygulanmaması değildir tehlike. Bu hakları güvence altına alacak kurumların ve kurumsallığın ortadan kalkmasıdır.
Mülkiye imamını rahat bırakın!
Efendiler, Mülkiye imamını rahat bırakın. O sizin yerleştirdiğiniz imamlara benzemez. Badem bıyıkları yoktur. Sinsi sinsi iş çevirip kayırmacılık yapmaz, kimseyi fişlemez, arkasına aldığı cemaat ve devlet gücüyle insanların yıllarca çalışarak kazandıkları hakları hırsızlıkla gasp etmez.
Yüzyılımızın siyasal mücadele ekseni: Siyasal temsil ve özyönetim
Temsil klasik demokrasi karşıtı bir fikirdir. Klasik demokrasinin temelinde yöneten ve yönetilenin özdeşliği yatar. Temsilin temelinde ise seçkinlik. Seçim ile seçkin olma arasındaki bağı buradan kavramak gerekir. Yani biri diğerine göre seçilmeye değer olduğu, yönetmeye uygun olduğu için seçilir.
Bu kötülükle nasıl baş edeceğiz?
Siyasal iktidarın açık açık beyan ettiği hukuka uymama tutumu, kendi meşruiyetini ortadan kaldıracak noktaya varmıştır. Ana muhalefet partisi lideri dahil, milyonlarca insan hukuksuz, hukukçu olsun olmasın herkesin görebileceği açıklıkta gayrimeşru bir kararı tanımama eğilimdedir.
Hınç: AKP’nin anayasa serüveni
7 Haziran’ın ardından hınç, artık tek başına her şeye sahip olamama ihtimalinin yarattığı korkuyla birleşti. Barış süreci sonlandı. Şehirler askeri bölge ilan edildi ve acımasız bir savaş başladı. Hıncını ve kudretini 1 Kasım’da büyüten yeni Türkiye’nin yeni rejimi, 15 Temmuz’u Allah’ın lütfu olarak kullandı ve OHAL düzeni içinde geriye kalan hukuk devleti parçalarını da yok etti.
Şu milli irade meselesi
4 Nisan tarihli gazetelerde “Adana’da Camiden Erdoğan’ın mitingi için anons yapılacak” başlıklı haberleri okuduğumda ‘milli irade’ kavramının AKP için nasıl değerlendirildiğini yeniden idrak ettim. 15 Temmuz’da, evimizin hemen üzerinden savaş uçakları süzülürken bir yandan Kocatepe Camiinden okunan salaların yarattığı etkiye benzer bir etki idi bu.
Beklemenin beklentisiz ülkesi ve 16 Nisan
16 Nisan’da Colombre ile yüzleşeceğiz. Buzzati’nin kahramanı Stefano, yaşlı ve pek mutsuz bir halde, kendisini bir ömür boyunca takip eden –bu nedenle en sadık dostu olarak görmüştü düşmanını- ve ondan korkusundan ömrünü heba ettiği yaratığa ihanet etmemek için mücadeleyi göze alarak karşısına çıkmıştı Colombre'nin. Stefano kadar bahtsız değiliz bizler.