YAZARLAR

Tek tip: Metris'ten Guantanamo'ya

Artık şaşırmamayı öğrendik; ama Guantanamo modeline şaşırmamak elde değil. “Batı’da var bu” deniliyor. Var, ama uzağa gitmeye gerek yok o kadar aslında: Türkiye cezaevinde tek tip giysiyi, mevcut iktidarın yargılamış olmakla övündüğü 12 Eylül karanlığında tanıdı. Metris başta olmak üzere, Diyarbakır 5 No’lu cezaevi gibi cuntacı kötülüklerin sembol mekanlarında tek tip giysi dayatması ve beraberinde Guantanamo ile yarışacak işkenceler eşliğinde...

Tek tip elbise yolda. İdam zaten en az yedi yıldır Erdoğan’ın gündemi. İnsan hakları alanında çalışanlar bir “terör örgütü”ne üyelik ve yedekte tutulan casusluk suçlamasıyla tutuklu, takibat da kesilecek gibi değil. Malum, OHAL. Olağanüstü hal. İstisna hali.

Bu üç mesele, yürürlükteki olağanüstü hali anlamak için üç anahtar niteliğinde; üç alanda iktidar ve çevresinin ürettiği retorik de işi yürütenleri anlamak için anahtar.

Tek tiple başlayalım. Başlayacağımız yeri bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan söyledi: “Guantanamo.”

BUSH’TAN TRUMP’A HUKUKSUZLUK ADASI

Artık şaşırmamayı öğrendik; ama Guantanamo modeline şaşırmamak elde değil. “Batı’da var bu” deniliyor. Var tabi, var da ne? Batı, bir melanet bankasıdır birçok bakımdan. Sarı giysileriyle, perişan edilmiş insanların görüntüleriyle, ez kaza çıkanların anlattıklarıyla Guantanamo, göründüğünden hayli fazlasına işaret eder. Batı’nın filozofları, hukukçuları kendi kültürlerinin melanet rezervlerindeki birçok iş gibi Guantanamo başlığı üzerinde hayli durdu. Giorgio Agamben’in (özellikle Olağanüstü Hal adlı kitapla; Çeviri: Kemal Atakay, Varlık Yayınları ) düşünsel müdahalesinden sonra bir yer adı olmanın ötesinde, bir kavrama dönüşmüş haldedir neredeyse. Çok güçlü bir kavramsal gösterge. Buna göre, Nazi dönemi kampının, olağanüstü hal mantığını süreklileştirmeye yönelen Batı’da yeniden zuhur ettiği yerdir Guantanamo. Batı’nın tekniğini alıyoruz, ahlakını almıyoruz şiarıyla mı verildi acaba örnek? Ama Nazi yönetimi ve onun icadı kamp ile o hukuk aşımını yeniden herkesin gözüne Guantanamo’daki teknik, bizzat ahlakın da dip noktasının üreticisi.

Ne gösteriyor Guantanamo? Asla yanıltmayan bir ok işareti olarak, ilkin velet Bush doktrinini. (Babasının de sevilecek, örnek alınacak, model olacak yanları oğulunkiyle eşitti ya…) Eline haç, diline tanrıyı almış, Müslüman ülkelerdeki nüfusları “terör” parantezi içinde tarumar etmekte hiçbir sakınca görmeyen neokon Bush, liberalizmin tatlı hukuk, insan hakları kavramlarının hiçbirinin “Müslüman teröristler” için geçerli olamayacağını Guantanamo ile dosta düşmana gösterdi. İlanen: “Ya bizden yanasınız ya teröristlerden.” Obama, Bush’un “haklı savaş” doktrinini hortlatarak yürüttüğü işlerin bu kötücül adasını boşaltmayı taahhüt etmişti, gücü mü yetmedi ne olduysa, olmadı. Müslümanlara sevgisini kararnamelerle herkese ilan etme derdindeki Trump, adayı yeniden canlandırmaya niyetli gibi.

“İslamla terör lafı bir arada anılamaz” diye bas bas bağıran bir iktidar heyeti, İslam=Terör simgeselliğini kuran Guantanamo’yu kendisine nasıl örnek alır? Bu katışıksız hukuksuzluk adası, Amerikan neokon emperyalizminin bu saldırgan, ırkçı sarı rengiyle tarihe geçecek tulumunu model alabilecek bir ideoloji, hem de İslamcı bir ideoloji neyin nesidir? Bush’un haçına karşılık hilalin intikamı mı? Hilalin haça ya da haçın hilale dönüşümü mü?

Belki de haç ve hilal ile ülkelerinin ve dünyanın siyaset sahnesini dolduranların ortaklığı sandığımızdan fazla ve eskidir. İşin sırrı biraz giysinin kendisinde, biraz da Amerikan tarihinin bir parçası olarak Türkiye darbe tarihinde yatıyor olabilir.

TEK TİP’İ TÜRKİYE İYİ BİLİR

“Batı’da var.” Var, ama uzağa gitmeye gerek yok o kadar aslında: Türkiye cezaevinde tek tip giysiyi, mevcut iktidarın yargılamış olmakla övündüğü 12 Eylül karanlığında tanıdı. Metris başta olmak üzere, Diyarbakır 5 No’lu cezaevi gibi cuntacı kötülüklerin sembol mekanlarında tek tip giysi dayatması ve beraberinde Guantanamo ile yarışacak işkenceler eşliğinde, bir de şarkıyla: “Türkiyem Türkiyem cennetim…” Sadece nakaratını hatırlıyoruz ama şarkının teması “ihanet”ti, cezaevinde yatanlara da dışarıda yaşayanlara da günde üç beş vakit dinletiliyordu.

Tek tip hakkında hemen yakın tarihte konuşan tanıklardan Ertuğrul Mavioğlu, uygulamanın Sultanahmet Cezaevi’nde başladığını aktarır. Kimin için getirileceğine bakmadan karşı çıkılması gereken bir hukuksuzluk olduğunu vurgular, o kötü günlerde cezaevinde kalan ve tek tipe karşı mücadele eden biri olarak.

Tek tipe karşı direnişlerde çok can yandı. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” nidaları eşliğindeki direnişler ve paralel hukuki mücadele neticesinde, tek tip giysiden devlet vaz geçirildi, 1987’de. “Bu uygulamalarla insanları dönüştürmeye çalıştılar” diyor Mavioğlu ve sürecin 1987’de tamamlandığını aktarıyor. 1987, devletin tek tipten vaz geçtiği tarih, yani bir 12 Eylül uygulamasından.

İNSAN HAKLARI, İHD ve İHAM

1987 tarihi kritik. Hem 12 Eylül karanlığına karşı hukuki mücadeleler açısından, hem bugün OHAL sürecinde insan hakları alanındaki kişilere yönelik takibatlar açısından.

Türkiye 1987’de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) denetim sürecine bireysel başvuru hakkını kabul etti. 1990’da İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) yargı yetkisini tanıdı. İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti mücadelelerinin önemli bir başlığıydı artık. İnsan Hakları Derneği bir yıl önce, 1986’da kurulmuştu. İnsan hakları alanında çalışan derneklerin en ünlüsüydü, sonradan (şimdi temsilcileri, çok bilinçli olduğu anlaşılan bir kararla takibata uğrayan örgütler dahil) birçok yapı oluşacaktı. Avrupa protokolleriyle korunan, Türkiye’nin de faaliyetlerini kabullendiği yapılardı bunlar. Dolayısıyla tek tip elbise açıklamalarıyla, insan hakları örgütlerinde çalışanlara yönelik muamele, birlikte özel bir anlam taşıyor.

“İnsanlık onuru işkenceyi” yenecek sloganı eşliğinde reddedilen tek tip giysinin ardından hiçbir şey güllük gülistanlık olmadı tabii ki. Sistematik işkenceye karşı aynı sloganla ve İHAS-İHAM mekanizmasıyla ve insan hakları örgütlerinin paralel mücadelesinin nispi başarısı için 2000’leri beklemek gerekti. “İşkenceye sıfır tolerans.” 2002 sonrasının iktidarı Adalet ve Kalkınma Partisi az mı övündü bununla? Türkiye, İHAS-İHAM mekanizmasına dahil olmakla, insan hakları kavramını iç dönüşümün bir manivelası olarak, gönülsüz biçimde de olsa kabul etmiş olmakla, “bir Batı ülkesi”, Atlantik Paktı'nın ve AB’nin liberalizminin bir ülkesi olma kararı almış ve uygulamış oluyordu.

Şimdi, AB ve Avrupa Konseyi protokolleriyle korunan insan hakları örgütlerinin faaliyetleri aniden “kriminal” ilan ediliyorsa, Guantanamo giysileri gündeme geliyorsa, idam diye bağırılıyorsa, artık Atlantik-AB hattından ayrılık ilan ediliyordur. Elbette NATO-AB çizgisinden ayrılık çok hayırlı da olabilir ama hem gerçekten neden ayrılıp neden ayrılmadığınız önemli hem de ayrılınca nereye gittiğiniz önemli.

Devam edeceğim.