Irak’ı kurtarmak!
Iraklılar bir nevi Amerikan işgal güçlerine karşı vermedikleri savaşı IŞİD’e karşı verirken esasen iyi kötü bir kurtuluş mücadelesi yürüttü. Bu mücadeleyi Irak’ı yeniden inşa sürecinde temel bir motivasyona dönüştürebilirlerse işte o zaman savaşı gerçek anlamda kazanmış olacaklardır. Ne yazık ki bu konuda ciddi kaygılar var.
Iraklılar Musul’un kurtarılışını “Hurafe hilafetinin sonu” olarak kutluyor. Irak Başbakanı Haydar el İbadi’ye göre Ebu Bekir el Bağdadi’nin 2014’te ‘halife’ sıfatıyla ilk kez göründüğü El Nuri el Kebir Camii’nin 29 Haziran’da IŞİD tarafından havaya uçurulması IŞİD'in yenilgiyi kabul ettiğinin göstergesiydi.
Evet, IŞİD toprak hakimiyetini köy köy, kasaba kasaba, kent kent kaybediyor. Kaçınılmaz bir son. Ne yazık ki mutlak bir yok oluş değil. IŞİD’i doğuran iç ve dış faktörler bu coğrafyanın damarlarında ve sokaklarında gezinmeye devam ediyor. Bu nedenle bundan sonra Irak’ın kurtulması için verilmesi gereken çok daha büyük savaşlar var.
***
2014’te Dicle hattı boyunca kentler domino taşları gibi düşerken Iraklılar şunu fark etti: 2003’te işgalci Amerikan valisinin bir kararnamesiyle dağıttığı Irak ordusunun yerinde artık ulusal bir ordu yoktu. Yeni ordu ya sokaktan toplama insanlarla ya da iktidarın yeni sahiplerinin milis güçlerinden yapılan transferlerle doldurulmuştu. Mezhepçilik arsız bir virüs gibi toplumun damarlarına salınmıştı. Bu ordunun halka, halkın da orduya bakışını şekillendiriyordu. Musul’daki Sünni aktörler Irak ordusunu ‘muta çocukları’, ‘Safevi askerleri’, ‘İran uşakları’ ve ‘Maliki’nin çocukları’ diye aşağılıyordu. IŞİD gelirken Irak askerleri sokaklarda bu küfürler eşliğinde taşlandı. Askerler de “Aşağılandığımız bir şehir için neden ölelim” diyordu. Sadece bu değil. Askerlerin çoğu zaten ‘bankamatik memur’ idi. Maaşının bir kısmını komutanına rüşvet olarak verip kışlaya uğramadan askerlik yapanlar az değildi. Sünni olanlar da IŞİD’i vaat edilen ‘Sünnistan’ın fatihi olarak gören kanaat önderlerinin telkiniyle kışlayı terk etmişti. Ve dahası bu şehirde IŞİD daha kontrolü ele almadan yerel hükümetin koridorlarında söz sahibiydi. Kamu ihalelerinden IŞİD’e yüzde 10 pay ödeniyordu. Haliyle Musul’un düşüşünden bu çarka yol veren yerel idare de sorumluydu. Ankara’nın muteber adamı eski Vali Esil el Nüceyfi dahil!
Herkes günün sonunda karanlığın en zifiri tonunu gördü. IŞİD’e el veren kimi aşiretler de bürokratlar da eski Baasçılar da IŞİD hilafetinde sıfıra eşitlendiklerini anladı.
Bu saatten sonra herkesin aradığı bir kurtuluş ama bunun ortak bir davaya yani ulusal bir kurtuluşa dönüşmesi önemli.
***
Iraklılar bir nevi Amerikan işgal güçlerine karşı vermedikleri savaşı IŞİD’e karşı verirken esasen iyi kötü bir kurtuluş mücadelesi yürüttü. Bu mücadeleyi Irak’ı yeniden inşa sürecinde temel bir motivasyona dönüştürebilirlerse işte o zaman savaşı gerçek anlamda kazanmış olacaklardır.
Ne yazık ki bu konuda ciddi kaygılar var.
Mezhepçilik bu coğrafyanın en büyük vebasıdır. Bu hastalık geçmiş değil.
Yabancı güçlerin nüfuz savaşı, bu coğrafyanın belasıdır. Irak’ı çökertenler şimdi yeniden inşa sürecini rehin almanın peşindeler.
Irak Saddam döneminin sona ermesinin ardından temiz bir başlangıç yapamadı. Yani ortada dönülecek bir fabrika ayarı yok. Iraklıların olması gereken ayarları ‘İrani’, ‘Türki’, ‘Suudi’ ve ‘Amerikani’ müdahalelerle değil ‘Iraki’ bir projeyle ihdas etmeleri gerekiyor.
Yıkılmış kentlerin yeniden imarı, yerlerinden edilmiş insanların evlerine döndürülmesi, etnik ve mezhebi temizliğe yol açan ortamın yok edilmesi, güvenlik birimlerinin sağlam bir temele oturtulması, işleri bittikten sonra milis güçlerinin sisteme entegre edilmesi ya da sivil hayata döndürülmesi Irak’ın önündeki önemli sınavlardır.
Etnik, dini ve mezhebi hatlara bölünmüş bir ülkede, güvenlik tam anlamıyla tesis edilmediği sürece hiçbir grup kendi milis gücünden vazgeçmek istemeyecektir. Silahların siyasal alanı etkileme kapasitesi nedeniyle de maalesef milis güçleri kolay terk edilen yapılar değil. İç savaştan sonra Lübnan bunun en bariz örneği.
***
Irak gerçek bir çöküş hikâyesidir. Siyasetin cemaatleşmesi, toplumun kutuplaşması, iktidar makamlarının ticarileşmesi, yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet… İşgal sonrası Irak’ın kodları bunlar. Bu hikâyede umut veren bir sayfa açılması güvenlik birimlerinden adalet saraylarına, bürokrasiden hükümet birimlerine kadar geniş bir alanda gerçek bir inşa sürecini gerektiriyor. Musul’un kurtarılmasının ardından hükümet ülkenin yeniden imarı için 10 yıllığına 100 milyar dolarlık bir bütçe ayırmayı düşünüyor. İhale ve komisyon peşindeki çakalların iştahını köpürten bir rakam. Sorun bütçe ayırmak değil bütçenin amaca uygun idaresi. Irak’ın beceremediği de bu. Iraklılar ülke tam anlamıyla savaşın içindeyken hayali projelere ve naylon faturalara milyarlarca dolar ödedi. Bunun tekerrürünü önleyecek bir şeffaflık da yok. Yaşanan bunca felaketin yekûnundan, bu kötülüğü tersine çevirecek siyasal ve toplumsal irade devşirilemezse Irak asla kurtuluşu bulamaz.
Yeniden inşa ve toplumsal barışı tesis konusunda tökezlendiği takdirde yıllarca cihatçı-tekfirci ideolojinin oryantasyonuna maruz kalmış bölgelerde IŞİD gibi örgütler bir süre sonra yeniden yol bulabilir. IŞİD’in zehirlediği beyinlerin arınması kolay bir süreç değil. Tuzlanmış bir toprağın arınması bile yılları alıyor.
Maalesef Irak işgali ve sonrasında devam eden şiddet ortamı bu ülkenin normalleşmesini engelleyecek fay hatları bıraktı. Belki IŞİD 2014’teki gibi saha hakimiyeti kuramayacak ama toplumun problemli damarlarındaki hücrelerinden Irak sokaklarını cehenneme çevirmeye devam edecek.
Karşı karşıya gelen sadece bir örgütün üyeleri ile devlet değil. Düşmanlık tabana indi. Yeni kuşaklara nefret kültürü aşılandı. Birlikte yaşam felsefesi öldü. Musul’un yerle bir olmasından daha önemlisi üzerinden nice medeniyetlerin geçtiği bu kentin birlikte yaşam geleneğini toprağın altına gömmüş olmasıdır.
Bütünlükçü siyasal ve toplumsal yaklaşımlarla Irak bu zehirden arınabilir. Bu dehlizden çıkışın yolu hınç değil uzlaşma kültürünün yüceltilmesi ve adaletin tesis edilmesidir.
Irak’ı bekleyen bir diğer büyük sınav Kürtlerle ilgili. Musul’daki temizlik tamamlandıktan sonra tartışmalı bölgelerin statüsüyle ilgili ertelenen süreç mecburen masaya gelecek. Kritik dönemeçte 25 Eylül’de Kürdistan bölgesinde bağımsızlık referandumu düzenlenecek. Bu süreç barışçıl bir şekilde yönetilemezse Irak her günü bir cehennem olan eski günlerine geri dönebilir.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Soykırımdan ‘yeni düzen’ sanrısına: Aksa Tufanı’nın çıktıları 07 Ekim 2024
İran vurdu, sıra İsrail’de: Cehennemin kapıları açılıyor mu? 03 Ekim 2024
Nasrallah’tan sonra… 30 Eylül 2024
Cepheler birbirine geçerken… 26 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI