YAZARLAR

VAR’ın beyhudeliği

Futbol dünyasının bütün iktidar ilişkileri, gündelik hesapları, klikleşmeleri sadece sahada düdük çalan ve sonuçta bir insan olan hakemi değil, aynı zamanda VAR gibi objektif olduğu varsayılabilecek bir uygulamayı bile ülkenin futbol dünyasında beyhudeleştirebiliyor. VAR’ın en objektif kullanım alanı olabilecek, tartışmalı pozisyonlardaki ofsayt çizgisinin çizilmesi bile futbol kamuoyunda komplo teorilerine konu olabiliyor.

Bu yazının amacı futbolda son yıllarda rutin bir uygulama haline gelen VAR sisteminin gereksiz olduğunu ve bu uygulamandan vazgeçilmesi gerektiğini iddia etmek değil. Tam tersine VAR siteminin verimli kullanıldığında çok faydalı olabileceğini düşünüyorum. Ancak ülkemiz futbolunda VAR sisteminin, sorunları azaltmak bir yana, onları daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdiği söylenebilir. Ancak başka bir açıdan da VAR’ın mevcut sorunları çok daha görünür kıldığı da bir gerçek. Bu yazıda işte bu noktalara temas etmek istiyorum. Bunu sebepleri iki ayrı açıdan ele alınabilir. Birincisi her aletin, aracın geldiği kültürde, zihniyet dünyasında aynı işlevi görmeyebileceği gerçeği. İkincisi ise teknik anlamda Türkiye’de VAR’ın olması gerektiği gibi, evrensel protokollere uygun olarak değil, memleket futbolunun ihtiyaçlarına göre, bir ölçüde keyfi bir biçimde kullanılıyor olması. Belki de bu ikisi zaten aynı şeydir!

Önce ikincisiyle başlayayım. Türkiye’de VAR’ın evrensel protokollere pek riayet etmeden kullanıldığı aşikâr. Bunun çeşitli kanıtları da var. VAR’ın Türkiye’de ilk uygulandığı sezonun verilerine göre Süper Lig dünyada bu sistemin uygulandığı ülkeler içinde en fazla VAR müdahalesine sahne olan ve bu müdahalelerin en fazla süre aldığı ülkeydi. Zaten bu nedenle ilgili kurumlardan gelen uyarılar doğrultusunda VAR’ın daha sınırlı olarak başvurulması gereken bir merci olduğu hakemlere hatırlatıldı. Başka bir somut veri Süper Lig hakemlerinin Avrupa Kupası maçlarında genelde başka ülkelerin hakemlerinden oluşan bir VAR heyetiyle birlikte maç yönetiyor olmaları. Bu da UEFA’nın Süper Lig'de VAR’ın kullanılma tarzını pek onaylamadığı şeklinde yorumlanabilir. Bunun temel nedeni ise şu: Türkiye’de VAR tabiri caizse bir tür üst mahkeme, örneğin bir Anayasa Mahkemesi gibi kullanılıyor. Yani VAR sahadaki hakemin kararlarını gözden geçirebilecek, onları hükümsüz kılacak bir merci olarak algılanıyor. Oysa esas yetkili olan sahadaki hakem ve VAR ancak bir danışma kurulu. Bu aşırı yorumun nedeni, Türkiye’de VAR’a futbolun saha içi sorunlarını sihirli bir dokunuşla bir çırpıda çözecek bir mucize alet olarak bakılıyor olması. Ancak VAR mucize bir çözüm değil ve bir ülkenin futbolunun tüm sorunlarının çözümünü sağlaması imkânsız. VAR yoğun teknoloji desteğiyle sahadaki karar süreçlerinin daha doğru bir şekilde tamamlanmasını sağlamada kullanılabilecek bir araç sadece. Yani sonuçta onu kullananlar da insan ve bu insanlar da Türkiye futbol dünyasının içinde yaşıyorlar ve bu dünyanın bütün eksiklerini, açmazlarını da büyük ölçüde içeriyorlar.

Buradan da daha önce dikkati çektiğim birinci noktaya geçilebilir. Alet, araç, teknoloji içinde bulunduğu toplumdan, kültürden, politikadan, ekonomiden tamamen bağımsız değil. Teknoloji ve özellikle onun kullanımı da ilişkisel. Bir vakumda oluşmuyor. Zaman ve mekânın koordinatlarına tabi. Yani bizim futbol hakemlerimiz Avrupa kupalarında çok daha başarılı bir biçimde maç yönetirken Süper Lig maçlarında çok daha fazla hata yapıyorlar. Aslında VAR’ın kullanımındaki sorunlar da bununla paralel. Çünkü Türkiye’de hiçbir alanın olmadığı gibi futbol dünyasının da bir özerkliği yok. Futbol dünyası iktidarın, politikanın, ekonominin yönlendirmelerine fazlasıyla açık. Bir bakıma Simon Kuper’in meşhur kitabının Türkçe başlığı, artık bir slogan haline gelen “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” ülkemizdeki mevcut futbol düzenin anlatmak için söylenmiş. Zaten bu başlığın kitabın orijinal başlığı olmadığını, Türkçe çevirmeninin yaratıcılığıyla gündeme geldiğini söylemek gerekiyor. Sahiden de Türkiye’de futbol asla sadece futbol değil. Daha önce Gazete Duvar’da yazdığım “Türkiye'de futbol hakemleri neden oportünist?” başlıklı yazıda da belirttiğim gibi hakemler de içinde yaşadığımız toplumun bir parçası. Sonuçta onlar da mevcut toplumsal, kültürel, politik iklimin etkisi altında eyliyorlar. Avrupa kupası maçlarında bu iklimden göreli olarak uzaklaşabildikleri için daha rahat hissettikleri için maçları daha doğru yönetebiliyorlar. Süper Lig’de sahada maç yöneten hakemin kafasında bin türlü tilki dolaşıyor. Hakemin zihni asla tam olarak sahada kalamıyor. Bir yandan kulüp yönetimleri ve onların kamuoyundaki güçleri, bir yandan TFF, bir yandan MHK, bir yandan gündelik politika. Hakemin algısı, idraki bütün bunların vesayeti altında. Karar süreçlerinde bütün bunları göz önünde bulundurarak düdük çalmak zorunda kalıyor. Bütün bu dengeleri gözetmek hiç de kolay değil. Oportünizm, bizim futbol dünyamızın kullandığı biçimiyle eyyamcılık işte buradan kaynaklanıyor. VAR’da görev yapan hakemler de bundan azade değiller. Bugün VAR’da olsalar da yarın sahada düdük çalacaklar. Aynı hesap, kitap onların zihinlerini de meşgul ediyor. Hesap edecek bu kadar ince ayrıntı olunca da zihinleri tam olarak sahada olup bitene odaklanamıyor.

Kısacası futbol dünyasının bütün iktidar ilişkileri, gündelik hesapları, klikleşmeleri sadece sahada düdük çalan ve sonuçta bir insan olan hakemi değil, aynı zamanda VAR gibi objektif olduğu varsayılabilecek bir uygulamayı bile ülkenin futbol dünyasında beyhudeleştirebiliyor. VAR’ın en objektif kullanım alanı olabilecek, tartışmalı pozisyonlardaki ofsayt çizgisinin çizilmesi bile futbol kamuoyunda komplo teorilerine konu olabiliyor. Aslında karşılıklı güvenin bu kadar düşük olduğu bir toplumda, kurumların itibarlarının yerlerde süründüğü bir zamanda bütün bunlar eşyanın tabiatına o kadar da aykırı değil.


Besim F. Dellaloğlu Kimdir?

1965’de İstanbul’da doğdu. 1984’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında hocası felsefeci Ömer Naci Soykan danışmanlığında yaptı. Lisans ve lisansüstü eğitimi esnasında uzun süre Fransızca turist rehberliği yaptı. Memleketin büyük bir bölümünü gezdi. Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde (1998), Paris VIII Üniversitesi’nde (2002), Lizbon Üniversitesi’nde (2014), Strasbourg Üniversitesi’nde (2017-2018), Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde (2018-2019) doktora sonrası araştırmalarda bulundu ve dersler verdi. Bu vesileler sayesinde dönem dönem Frankfurt, Paris, Lizbon, Strasbourg ve Mainz’da yaşadı. Türkiye’de Mimar Sinan, Marmara, İstanbul Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray, Kırklareli, İstanbul ve Sakarya Üniversitelerinde dersler verdi. 2019’da üniversiteden emekli oldu. Okuryazarlığa devam ediyor. Mevcudu bulunan kitapları şöyledir: Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum (Say), Romantik Muamma (Timaş), Benjamin (Derleme-Say), Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya (Ayrıntı), Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi (Timaş), Zamanın İçinden Zamanın Dışından (Heretik), Poetik ve Politik: Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi (Timaş).