YAZARLAR

Türkiye'de futbol hakemleri neden oportünist?

Futbol sahası, Türkiye’nin iktidar ilişkilerinden, siyasetin gölgesinden, paranın gücünden azade değildir. Bu nedenle aslında hakemlere atfen kolayca kullanılan oportünizm aslında futbol sahasının da içinde bulunduğu toplumun insan yapısının tezahürlerinden biridir sadece. Türkiye’de siyaset erbabı mı eyyamcı değildir? Akademisyeni mi oportünist nitelikler taşımaz? Futbolcusu mu fırsatçılığa tenezzül etmez?

Sol jargonda “oportünist” kelimesi çok güçlü bir hakarettir. Türkçe karşılığının “fırsatçı” olduğunu bu kavramı kullananlar da bilir. Ancak kavram aslında kapsama alanından çok daha geniş bir çerçevede bir hakaret olarak kullanılır. Bu nedenle de bu nitelemeye tahammül etmek çok zordur. Futbol dünyasında ise “eyyamcı hakem” şeklinde çok yaygın olarak kullanılan bir deyim vardır. Bir futbol takımını taraftarlarının hakemin kararlarından memnun olmadıklarında akıllarına ilk gelen eleştiri/hakaret budur. Ben, hem sol jargonu bilen hem de futbol meraklısı biri olarak, “oportünist” ile “eyyamcı”nın aynı anlama geldiklerini en azından gençliğimde bilmiyordum. Bunu fark ettiğimde çok şaşırdığımı hatırlıyorum.

Türkiye’de hakemlerimizin oportünizmi, maç oynanırken bedenlerinin sahada zihinlerinin ise başka yerde olmasından kaynaklanır. Hakemler asla sadece gördüklerini çalamazlar. Saha dışındaki dengeleri, hegemonya yapılarını da gözeterek düdük çalmak durumunda kalırlar. Futbol hakemliğinde benzer durumlarda benzer kararlar verilememesinin ardında aslında bu basit gerçek yatar. Futbola dair ikinci yazımda adını ikinci kez anacağıma ama, Simon Kuper’in “Futbol asla sadece futbol değildir” demesi gibi, futbol hakemliği asla sadece futbol hakemliği değildir.

FİFA kokartlı hakemlerin en azından bazılarının uluslararası maçlarda daha başarılı olmalarının sebebi de budur. Çünkü örneğin bir Şampiyonlar Ligi maçında Türkiye kökenli hakemin zihni bedenine daha yakındır, yani sahadadır. Gördüğünü çalabilme rahatlığıyla davranabildiği için standartlara daha uygun ve özgüvenli bir hakemlik performansı gösterebilir. Oysa aynı hakemin Türkiye’de hakemlik yaparken hesap etmesi gereken çok daha fazla şey vardır.

Futbol sahası, Türkiye’nin iktidar ilişkilerinden, siyasetin gölgesinden, paranın gücünden azade değildir. Bu nedenle aslında hakemlere atfen kolayca kullanılan oportünizm aslında futbol sahasının da içinde bulunduğu toplumun insan yapısının tezahürlerinden biridir sadece. Türkiye’de siyaset erbabı mı eyyamcı değildir? Akademisyeni mi oportünist nitelikler taşımaz? Futbolcusu mu fırsatçılığa tenezzül etmez? Sürekli şikâyet edilen futbol kültürü aslında toplumsal kültürün bir parçasıdır. Toplum bir birleşik kaplar gibidir. Bütün alanların diğerleriyle öyle ya da böyle bir ilişkileri vardır. Futbola dair yapılan eleştirel saptamaların hangileri diğer alanlar için de geçerli değildir? Herkes kendi yaşam alanında dengeleri bir şekilde hesap ederken, futbol hakemlerinden kahramanlık beklemenin kendisi bizatihi bir eyyamcılık değil mi? Adil bir oyun ancak adil bir toplumda mümkündür. Ya da futbolun adaleti, içinde oynandığı toplumun adaletinden bağımsız değildir. Rahmetli Uğur Mumcu, bundan yıllar önce katıldığı açık oturumlarda hangi konu tartışılırsa tartışılsın mutlaka bir kez “bu bir düzen sorundur” derdi. Ve haklıydı. Hatta hâlâ haklı.

Türkiye’de siyaset, ekonomi ve futboldaki hegemonya yapılarının hakemliği yönlendirme çabaları olduğu yadsınmaz bir gerçek. Ancak bu yönlendirmenin her zaman doğrudan bazı takımların lehine veya aleyhine yapıldığı söylenemez. İlk dikkati çekici eşitsizlik öncelikle popülist ihtiyaçlara cevaben İstanbul’un üç büyükleriyle diğer takımlar arasında oluşuyor. Yaklaşık kırk küsur yıldır futbol maçları izliyorum. Hakemlerin üç büyükleri sistematik bir biçimde kayırdıklarını görmemek için kör olmak gerekir. Elbette bunun temel nedeni bu takımların arkalarındaki taraftar desteğinin diğer takımlarla karşılaştırılamaz düzeyde güçlü olmasıdır. Ancak son dönemde VAR sisteminin kullanılmasının bu kayırma oranını düşürdüğünü de söylemek lazım.

Diğer bir yönlendirme ekseni bir takımın uzun süreli saha hegemonyasına izin vermeme seklinde tezahür ediyor. Bir takımın uzun süre sahada kazanması diğer takım seyircilerinin ilgisini düşürdüğü için tercih edilmiyor. Sezonluk ve günlük maç bileti satışlarından tutun, yayıncı kuruluşun abone sayısına kadar birçok etken nedeniyle özellikle üç büyüklerin bir şekilde yarışta kalmaları sistemin öncelikle gözettiği bir şey. Bir takım ilk on haftada örneğin sekiz puan öne fırlayınca hakemlerin o takıma karşı daha acımasız düdükler çaldığına şahit olabiliyoruz. Parayı verenin yani yayıncı kuruluşun, çalınan düdüğe müdahil olabildiğini hissedebiliyoruz.

Kulüp başkanlarının zenginliği, teknik direktörlerin karizması, futbolcuların kurnazlığı, hakem yorumcularının eleştirileri çoğu zaman hakemlerin kararlarını etkileyebiliyor. Zaten bütün bu unsurların sürekli hakem kararları hakkında konuşmaları, itirazları, eleştirileri bunun böyle olduğunun bilinmesi nedeniyle oluyor. Bugünkü maçtaki hakem hakkında söylenenler aslında bir sonraki maçta bazı asgari koşulları garantiye almak için söyleniyor. Yani hakemlere eyyamcı diyenlerin hepsi aslında en az hakemler kadar eyyamcı.

Yani hakemlere atfen kullanılan “eyyamcı”lık aslında tüm futbol dünyasının, hatta içinde yaşadığımız toplumsal kültürün temel niteliklerinden biri. Herhangi birisi herhangi bir hakeme yönelik olarak “eyyamcı” dediği zaman aslında hakemin eyyamcı olmasında şikâyet etmiyor, eyyamcılığın kendi lehine yapılmamış olmasından rahatsız oluyor. Bunun farklı toplumsal kesimlerin asgari bir hukukta anlaşmak yerine güçleri oranında ayrıcalık talep etmelerinden ne farkı var? Ya da ezilenlerin eşitlik talep etmek yerine sıranın (fırsatın) kendilerine gelmesini beklemeyi tercih ediyor olmaları çok mu farklı?

İşte bu nedenle ben maç seyrederken hakemlere karşı daha anlayışlı olmak gerektiğini düşünüyorum. Onların yaptıkları fırsatçılıkların aslında tüm toplumu dolayımladığını, yani bunda hepimizin az çok bir rolü olduğunu görebiliyorum. Hakemler bizlerin ortalamasından daha eyyamcı değiller çünkü.


Besim F. Dellaloğlu Kimdir?

1965’de İstanbul’da doğdu. 1984’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında hocası felsefeci Ömer Naci Soykan danışmanlığında yaptı. Lisans ve lisansüstü eğitimi esnasında uzun süre Fransızca turist rehberliği yaptı. Memleketin büyük bir bölümünü gezdi. Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde (1998), Paris VIII Üniversitesi’nde (2002), Lizbon Üniversitesi’nde (2014), Strasbourg Üniversitesi’nde (2017-2018), Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde (2018-2019) doktora sonrası araştırmalarda bulundu ve dersler verdi. Bu vesileler sayesinde dönem dönem Frankfurt, Paris, Lizbon, Strasbourg ve Mainz’da yaşadı. Türkiye’de Mimar Sinan, Marmara, İstanbul Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray, Kırklareli, İstanbul ve Sakarya Üniversitelerinde dersler verdi. 2019’da üniversiteden emekli oldu. Okuryazarlığa devam ediyor. Mevcudu bulunan kitapları şöyledir: Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum (Say), Romantik Muamma (Timaş), Benjamin (Derleme-Say), Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya (Ayrıntı), Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi (Timaş), Zamanın İçinden Zamanın Dışından (Heretik), Poetik ve Politik: Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi (Timaş).