Türkiye’de feminizmin hafızasının temel başlıkları

Marie Mies, “Geçmiş mücadelelerin, çekilen cefaların, düşlerin, kendi tarihlerinin öznel olarak sahiplenilmesi, kolektif bilince yol açar. Bu olmadan hiçbir kurtuluş mücadelesi başarılı olmaz" der.

Google Haberlere Abone ol

Feryal Saygılıgil*

1918 yılında Mükerrem Belkıs Kadınlar Dünyası dergisi aracılığıyla feminizmi şöyle tarif eder: 

“Feminizm ahlakı yıkan, aileyi yıkan bir cereyan değildir. Feminizm haksızlığı, biçareliği ve müsavatsızlığı kaldırarak yerine ahlakın, vicdanın muhakemesiyle vücuda getirilecek yeni ve insani bir teşkilat kurmak ve heyet-i içtimayilerde, ailelerde samimi bir muvazenet tesis etmek emelindedir… Hali hazırda bundan daha vasi bir cereyan yoktur. Sosyalizm cereyanını bile geçti. Bizim memleketimizde sosyalizm henüz inkişaf etmediği halde feminizm oldukça yaygındır.” (1)

YENİ FEMİNİZM: GENİŞLEYEN MÜCADELE ALANI

Sosyolog Andrée Michel’e göre (2) feminizm sözcüğü Fransızcaya 1837’den sonra girer. Robert Sözlüğü’nden alıntı yapan Michel, “Kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin” olarak tanımlar feminizmi. (3) 1970’lere gelindiğinde Michel’e göre feminizmin tanımı artık yalnızca öğretiyi değil eylemi de içermek zorundadır. Şirin Tekeli ise 1983 yılında feminizmden “yeni feminizm” olarak söz eder ve mücadele alanını genişlettiğini ifade eder: (4) 

“Başta ezilen kadınlar olmak üzere, ezme ve ezilme ilişkilerini tümüyle yadsıyan, bu nedenle insanların ezilmesine yol açan tüm etkenlerin ortadan kaldırılması için mücadele veren bir harekettir. Hayatın her yönünde ortaya çıkan baskı, ezme ve ezilme durumlarına karşı çıkar. Bunun için yeni feminizm, yüzyılın başındaki çok etkili eski feminizm-sufrajet hareketinden farklı olarak, tek bir hedef uğruna kısa vadeli değil, kadınların ve insanlığın özgürleşmesi için çok yönlü ve uzun soluklu bir mücadele verilmesi gerektiğini savunur”. 

‘HER ZAMAN, HER YERDE, HER KADIN İÇİN GEÇERLİ OLAN BİR TEK BİÇİM YOK’

1980’lerin başlarında Türkiye’de feminizm şöyle tartışılmaktadır:  

“Evet, sonra, iki şeyden faydalandık: Bir tanesi, batılı kız kardeşlerimizin bu işlere daha önce başlamış olmalarından dolayı deneyimlerinden. Yapının despotluğu-yapısızlığın despotluğu, lidersiz hareket-liderli hareket vs. üzerine batıda ciddi literatür vardı. Bizim o zamanki en iyi batı ayağımız Stellaydı çünkü o dönem Fransa’da yaşıyordu ve bize habire bu tartışmaları taşıyordu. Yani, daha önce o yolu yürümüş kadınların bilgi ve deneyimlerinden yararlanıyorduk. Bir de organik olarak gelişiyor ve büyüyorduk. Mesela kendi aramızda öyle hegemonik bir oluşumun olmaya başladığını sezdiğimiz anda, birileri buna da isyan ediyordu ve o zaman birkaç toplantıyı sırf buna ayırıyorduk. Dolayısıyla, feminist hareketten galiba benim kendi adıma çıkardığım teorik bir şey şu: Her zaman, her yerde, her kadın için geçerli olan bir tek biçim yok. Hareket, biçimini kendisi yaratır ama bunun için de bilinç yükseltme yapmak şart, diye düşünüyorum.” (5)

Bu söylem aslında feminizmin teorisinin nasıl şekillendiğini, keşfetmeye açık olduğunu, devrimci özelliğini de vurgulamaktaydı. İkinci Dalga feministler kuşağından, 1973’te Fransızca konuşulan ülkelerde çıkan ilk feminist dergi olan Cahier du Grif’in kurucularından, şair ve felsefeci de olan Collin’e (1928-2012) göre de feminizmin kurucu bir kitabı yoktur: 

“Marx’ın Marksizm içindeki rolünü Simone de Beauvoir feminizmde oynamaz. İkinci Cinsiyeti tekrar tekrar okuyabilir, ondan esinlenebilir ve onun hakkında tartışabiliriz ama o bizim dogmamız değildir. Tarihsel olarak başvurulan bir metindir o. Ve böyle birçok metin vardır ama hiçbiri kurucu bir metin değildir. Kitap bir anlamda yazılmayı beklemektedir.” (6)  

Feminizm, kadınlar olarak geçmişteki tartışmaları, mücadeleleri, politik hattı öğrenerek, gözden geçirerek, tartışarak yeniden, hep yeniden kendimizi kurmak, deneyim aktarmak, tecrübe oluşturmaktır bir anlamda. 

1970’LER: KADIN SORUNU GÜNDEMDE 

Türkiye’de 1970’ler ve özellikle 1975-80 arası feminizmin değil; kadın sorununun gündemde olduğu yıllardır. Onun da sosyalist mücadelenin başarıya ulaşmasıyla çözüleceği düşünülür. 1975 yılında kurulan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) bu dönemde kurulan sosyalist kadın derneklerinin en çok ses getirenlerindendir. Kadınlar için önemli kampanyalar üretir: Eşit işe eşit ücret, kreş ve doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştırılması, doğum izinlerinin artırılması gibi talepler bunların en göze çarpanlarındandır. 

1980’LER: FEMİNİST KAMPANYALARIN ÖRGÜTLENDİĞİ DÖNEM 

1980’ler feminizmin siyasal bir ideoloji ve hareket olarak ortaya çıktığı yıllardır. Kadınların evlerde, dergi çevrelerinde, bilinç yükseltme gruplarında bir araya gelerek çeviriler yaptıkları, Kadın Çevresi adında ilk feminist yayınevinin kurulduğu, feminist örgütlenmenin ilke ve yöntemlerini oluşturdukları, kamusal alana çıktıkları, feminist kampanyaların örgütlendiği dönemdir ve de aslında kendilerinden çok daha önce aynı yerde kadınların sözlerini dillendirmeye başladıklarının farkında değillerdir henüz. (7)

1990’LAR: OSMANLI KADINLARI NASIL POLİTİK BİR BİRİKİM YARATTI?

Osmanlı kadınlarının nasıl politik bir birikim yarattığı ise ancak 1990’lı yılların kadın tarihçilerinden öğrenilebilir.  Osmanlı’da feminizm sözcüğünün ilk ne zaman kullanıldığını tam olarak bilmemekle birlikte, 1899 yılında Ebuziyya Tevfik feminizm sözcüğünü kullanarak Fransızcadan yapılan çevirideki sorunları tartışır. (8) 1993 yılında Aynur Demirdirek’in kaleme aldığı Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi ve 1994 yılında Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi isimli eserleri bu coğrafyadaki kadınların tarihe ve kendilerine bakışlarını sorgulamasını sağlar. 

OSMANLI KADINLARININ HAK ARAMA MÜCADELESİ: BESLENİLEN GELENEK

Osmanlı kadınlarının hak arama mücadelesi açığa çıkarıldıkça kadın tarihinin boşluklarının tamamlanmakta olduğu ve tarihin yeni bir bakış açısıyla yeniden yazılması gerektiği düşüncesi güçlenir. Beslenilen geleneği öğrenmek ve bunun üzerine düşünmek için bu iki eser de oldukça bilgi barındırmaktadır: Örneğin, bu dönemde yayımlanan bir dergi olan Hanımlara Mahsus Gazete (1895–1908), derginin yayın amacının açıklandığı ilk sayıda, özellikle nesil yetiştiriciliği yönünden ötürü kadınların da geliştirilmesi, yükseltilmesi gerektiği vurgulanır, kadının içinde bulunduğu durumla toplum arasında bağlantı kurulur. Aynı yazıda derginin başlıca iki amacı açıklanır: Dergi aracılığıyla entelektüel Türk kadınları ve eserleri tanıtılacak, yayınlanacak, böylece Türk kadınının yeteneği kamuoyuna gösterilecektir. Yazılarında kadınların, özellikle Müslüman kadınların kendi tarihlerini bilmediklerini vurgulayan Fatma Aliye, ünlü İslam kadınlarının başarılarından örnekler verir, kadınların kendi tarihlerini araştırmalarının önemine dikkat çeker. Verdiği örneklerde İslamiyet’in eğitim ve ilerlemeye engel olduğu, kadını esarete mahkûm ettiği yolundaki yanlış kanıyı ortadan kaldırmayı hedeflediğini vurgular. Hanımlara Mahsus Gazete’nin yazı kadrosundaki kadınlar dönemin aydın-bürokrat kesiminin kızları ya da eşleri olan entelektüellerdir. Hepsi yazın yaşamında belli bir yere sahiptir. Bunda aldıkları eğitimin rolü büyüktür. Derginin yazarlarından bazıları, II. Meşrutiyet dönemi öncesinde yazıları ve öne sürdükleri fikirlerle etkili olmuş Nigar Hanım, Fatma Aliye, Makbule Leman, Emine Semiye’dir.  

Bu dönemin ilk kadın dergilerinden biri de Demet’tir (30 Eylül 1908 – 11 Kasım 1908). Yedi sayı yayımlanan derginin ilk sayılarında kadınlardan çok erkek yazarlara rastlanır. Dergide kadın ve çocukların eğitimi, kadın terbiyesi, yüz bakımı, moda en çok işlenen konulardır. Ayrıca çok az olmakla birlikte siyasetle ilgili yazılar da çıkar. Bu yazılar sayesinde kadınlar ilk kez siyasi makaleler okumaya başlar. İsmet Hakkı Hanım burada çıkan bir yazısında yaradılış olarak erkeklerin kadınlardan üstün olduğu iddialarını tamamen reddeder. Fransa’da Madam Curie’den, İngiltere’de süfrajetlerden örnekler verir. (9)  

Kadınlar Dünyası (1913-1914 ve 1918-1921) ise amacı, üslubu, içeriği, faaliyetleri ve okur düzeyiyle kendinden önce çıkmış dergilerden farklı bir yere sahiptir. Dergi, kadın hakları mücadelesini başlatır ve Osmanlı kadını ile ilgili önemli bilgiler verir. Kurucusu Ulviye Mevlan’a göre en önemli sorun kadının üretici değil, tüketici olmasıdır. Ulviye Mevlan’ın temel hedefi kadınlığı uyandırıp bilinçlendirmek, üretken hale getirmektir. (10) Dergiye göre kadınlar ancak hemcinsleriyle dayanışma içinde sorunlarına çare bulabilirler. Kadınlar dergiye gönderdikleri mektuplarda, dergi çıkmadan önceki umutsuzluklarını açıklar, bu durumu böyle bir derginin o zamana kadar olmayışına bağlarlar.   

Serpil Çakır’ın kitabı esas olarak Kadınlar Dünyası dergisi temelinde, Osmanlı kadınlarının seslerini duyurma mücadelesine yer vermektedir. Aynur Demirdirek ise Şükûfezar, Hanımlara Mahsus Gazete, Demet, Mahâsin, Kadın/Selanik, Kadın/İstanbul, Kadınlar Dünyası ve Kadınlık dergilerini inceleyerek Osmanlı kadınlarının mücadelesini anlatır. Her iki kitap da Osmanlı kadınlarının eğitim, çalışma hakkı arayışının en önemlisi de hâlâ peşinde olduğumuz kadınların görünür olma, sokağa çıkabilme, konuşabilme özgürlüğü mücadelesinin ne kadar eskilere dayandığını kavramamıza vesile olur.

KOLEKTİF POLİTİK ÖZNENİN PARÇALANMAYA BAŞLADIĞI SÜREÇ

1990’lar feminizmin baktığı alanların çeşitlendiği, (11) 1980’lerde biriktirdiği bilgi ve deneyimin kurumsallaşmaya başladığı, bununla birlikte örgüt içi demokrasi sorunlarının başka bir boyut kazandığı bir dönem olur. Bu dönem aynı zamanda tüm kadınların kadın olmaktan kaynaklı ortak bir ezilmişliği olduğunu söyleyen feminist yaklaşımdaki “biz kadınlar eziliyor ve sömürülüyoruz” diyen kolektif politik öznenin parçalanmaya başladığı bir süreçtir. Kadınlar cinsiyetleri dışında ait oldukları kimliklerden dolayı farklı şekilde ezildiklerini ve sömürüldüklerini ilan edeceklerdir. 1990’larda örgütlü Kürt ve Müslüman kadınlar hem kendi politik dillerini kuracaklar hem de o ana kadar var olan feminist politika ve hareketi beyaz ve orta sınıf olmakla eleştireceklerdir. Bu dönem feministler açısından önemlidir. 80'lerde Kürt hareketi ve İslami hareket içinde kendilerini feminist hareketin bir parçası olarak hissedememiş olan kadınlar, feminist talepler geliştirip bu talepler etrafında örgütlenerek sürece damgalarını vurur. Kürt kadınlar, hem patriyarka üzerinden milliyetçiliği hem de Türkiyeli feministlerin “Türk”lüğünü sorgular. Müslüman feministler ise, feministlerin seçkinci, benmerkezci tavrına karşı çıkarak inançlarıyla patriyarkal sistem tarafından ezilmeyi reddedişleri arasında bir çelişki olmadığını anlatmaya çalışır. Bu iki duruş, kadınlar arasında oldukça gergin ama verimli tartışmalara neden olur.

90’lar, kadın hareketinin dallanıp budaklandığı dönem olarak adlandırılabilir. Farklı kadın örgütlenmeleri arasında birlikteliğin görüldüğü, (12) hareketin büyük şehirlerden çıkarak başka şehirlerde de örgütlenmeye başladığı söylenebilir. Başka bir boyutu da üniversitelerde çok sayıda kadın çalışmaları bölümünün açılmasıdır. Yine 90’larda başlayan “proje feminizmi” ise feministler arasında gerilimli bir tartışma alanı olan hâlâ da önemini yitirmeyen can alıcı bir mesele olarak durmaktadır.  

2000’Lİ YILLAR

2000’li yıllar ise kadın tarihi açısından yapılan çalışmaların bereketlendiği bir dönemdir. Kadınsız İnkılap (2003) ve Bir Adalet Feryadı; Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar 1862-1933 (2006) isimli kitaplar bu çalışmaların en çarpıcılarındandır kuşkusuz. Kitabı derleyenlerden Lerna Ekmekçioğlu yazmış olduğu Sonsöz’de son derece haklı bir eleştiri getirerek, 1990’lara kadar Osmanlı kadınlarına ait belgeler derlenirken Müslüman-Türk olmayan kadınlara yer verilmediğini söyler; tarih yazımında bu kadınlardan bahsedilmemesini Trouillot’dan ödünç aldığı “sessizleştirme” kavramı ile açıklar. Türkiye’deki arşivlerin, adeta, araştırmacıda Türk olmayanlar hakkında merak uyandırmamak üzerine olduğu saptamasını yapar. Bunu anlamamıza, düşünmemize yol açacak zihin açıcı sorular sorarak yazısını bitirir. Kitap, Elbis Gesaratsyan (1830-1911), Sırpuhi Düsap (1841-1901), Zabel Asadur (1873-1934), Zabel Yesayan (1878-1942), Hayganuş Mark (1885-1966) isimli kadınların dönemlerinde hem kadınlar hem toplum için yaptıkları öncü faaliyetleri, mensup oldukları milletle ve devletle ilişkilerinde sorun yaratacak radikal denebilecek söylemlerini, feminizme bakışlarını, dergi çıkartma faaliyetlerini, kadınların eğitimi ve kamusal yaşamda varlık gösterebilmeleri için yaptıkları çalışmaları, yazarlık deneyimlerini ve en önemlisi de birbirleriyle olan ilişkilerini, birbirlerinin yolunu açmalarını, dostluk ve dayanışmalarını anlatmaktadır. Kadınsız İnkılâp ise, Nezihe Muhittin’in Cumhuriyet’in kurulma sürecinde kadınların siyasette yer alması için mücadelesini ve Türk Kadınlar Birliği’nin kuruluş ve sönümleniş sürecinin öyküsünü anlatarak Türkiyeli kadınların hak arama mücadelesindeki taşlı yolları gözler önüne serer. Yine 2000 yılında ilk baskısı yapılan Ayşe Durakbaşa’nın Halide Edip; Türk Modernleşmesi ve Feminizm kitabı da önemli bir edebiyatçı ve siyasetçi olan kadın figürünün feminist açıdan değerlendirilmesi ve feminist biyografi yazımı bakımından önemli bir yere sahiptir.

KADIN HAREKETİ: FEMİNİSTLERİN VE FEMİNİST OLMAYANLARIN BİRARADALIĞI

2000’li yıllarda kadınların mücadelesi sonucunda Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu’ndaki değişimler “lobi” kavramını da proje feminizmi gibi feministlerin politik tartışmalarının odağına taşır. Bu dönem için feministlerin ve feminist olmayan grupların bir araya geldiği bir kadın hareketi söz konusudur. Tabii platform ve koalisyon tipi örgütlenmeler de eklenebilir. Kadın emeği üzerinden kadın dayanışmasının yolunun açılması özellikle 2007’den itibaren “Novamed Grevi”nin etkisiyle yaşanır.

İDEOLOJİK MÜCADELE: ‘TOPLUMSAL CİNSİYET ADALETİ’

2000’li yıllar erkek şiddeti nedeniyle en ciddi kayıpların verildiği dönemdir. 2000’li yılların ikinci yarısında “Kadının beyanı esastır” feministlerin en önemli kazanımlarından biri olurken diğeri de 2012 yılında çıkan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'dur. Ancak bu dönemde hükümetin aile yanlısı politikalarıyla bu yasanın kaldırılma girişimleri de başlar. Kadın Bakanlığı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına dönüştürülür. Kürtaj yasağı gündeme gelir, boşanma zorlaştırılır, nafaka sınırlandırılması söz konusu olur, bakım emeği ve annelik dayatması tartışmaları ağırlık kazanır, Diyanet sosyal politikaların aracı haline getirilir, toplumsal cinsiyet eşitliği yerine toplumsal cinsiyet adaleti kavramı dolaşıma sokularak ideolojik bir mücadele başlatılır. 

YÜKSELEN KADIN CİNAYETLERİ VE YETERSİZ ÖNLEYİCİ POLİTİKALAR 

2014 yılında Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Eylem Grubu tarafından başlatılan ve yükselen kadın cinayetlerine ve önleyici politikaların yetersizliğine dikkat çekmeyi amaçlayan kampanya önem taşır. Bu dönemde Sosyalist Feminist Kolektif’in “Erkeklerden alacaklıyız” ve “Aile dışında hayat var” kampanyalarını belirtmek gerekir. 2015'te ise “Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor” kampanyası önemlidir. Ölmemek için öldürmek. Sistematik şiddete karşı öldürmek. Nevin Yıldırım, Yasemin Çakal, Çilem Doğan gibi kadınların mücadele biçimlerini görünür kılmaktır amaç.

2003’ten beri yapılan “8 Mart feminist gece yürüyüşü” yıllar içinde iyice sahiplenilmiş, iktidarın tüm engellemelerine karşın kadınların sokakları terk etmeyeceğini, haklarına sahip çıkacağını tüm kamuoyuna gür bir sesle haykırdığı ve feminist hareketin gücünü arttıran bir eylem haline gelmiştir. 

2000’li yılların ikinci yarısında gerek LGBTİ+ hareketinin güçlenmesi, gerekse feminist gruplar içinde queer oluşumların yükselmesi feminist politika içinde kendini daha da sorgulayan heteroseksizm, homofobi ve transfobi tartışmalarını da içeren bir dönüşüm yaratır. 

2010’lu yıllarda feminizmle ilgili çeviri ve telif kitapların sayılarının arttığı, ayrıca iki feminist yayınevinin kurulduğu görülür: Ayizi Kitap (2010) ve Güldünya Yayınları (2014). Bu yayınevlerinin varlığı feminist yayıncılık açısından son derece önemlidir. Feminist çeviri ve feminist eserlerin görünürlüğünde büyük rol oynarlar. (13)

GEÇMİŞ MÜCADELELER, ÇEKİLEN CEFALAR VE DÜŞLER 

2018 yılında Gültan Kışanak kapatıldığı hapishaneden, içlerinde Aysel Tuğluk, Figen Yüksekdağ, Leyla Güven, Selma Irmak, Çağlar Demirel, Diba Keskin, Sebahat Tuncel, Sara Kaya gibi tutuklu veya hükümlü olarak halen hapiste olan yirmi iki seçilmiş kadın siyasetçiyle mektuplaşarak yaptığı röportajları Hülya Osmanağaoğlu’nun editörlüğünde Kürt Siyasetinin Mor Rengi adıyla kitaplaştırır. Kadınların hem kendi yaşamlarındaki hem de siyaset içindeki dönüşümlerini, “eşbaşkanlık”, “eşit temsil”le ilgili mücadele biçimlerini, HEP’le başlayıp günümüze kadar uzanan partiler içindeki var olma pratiklerini görmek, yerel siyasette cinsiyetçi yargılarla baş etme ve direnme yollarını anlayabilmek için önemli ipuçları sunan bir çalışmadır sözü edilen. 

Kitapta Kışanak’ın önemli bir tespiti yer alır:

“Kadınlar siyasi olarak önemli bir konuma geldiklerinde, toplum onları artık 'cinsiyetsiz' kabul ediyor. Kadınlara uygulanan 'kısıtlamalar' artık sana uygulanmıyor. Örneğin köyün tüm ileri gelenleriyle, erkeklerle sen toplantı yapabilirsin, pür dikkat seni dinlerler, ama evdeki kadını dinlemezler. Sen, erkeklerle birlikte sofraya oturabilirsin, hatta başköşeyi sana verirler ama diğer kadınlar oturamaz. Sen başı açık olabilirsin, evdeki gelin başını açmak istese tepkiyle karşılanır vs. Bu aslında siyasi partilerde özellikle milletvekili, belediye başkanı gibi görevler alan bütün kadın arkadaşların yaşadığı bir paradokstur. Bir anlamda kadın kimliğini değil, siyasi statüyü kabullenme var. Kadın bunu anlayamazsa siyasette elitleşme başlar. 'Kadınlar engellendiği için ben bu konumda yalnızım' diye düşünmek yerine, 'Ben başarılı olduğum için buradayım' gibi yanılgılı bir ruh hali oluşabilir.

Bu bir tuzaktır. Kadın bu tuzağa düşerse, bir adım ötesi ‘erkek gibi’ siyasetçi olmaktır” (s.192).

15 Mayıs 2023’te yitirdiğimiz feminist düşünür Marie Mies, “Geçmiş mücadelelerin, çekilen cefaların, düşlerin, kendi tarihlerinin öznel olarak sahiplenilmesi, kolektif bilince yol açacaktır. Bu olmadan hiçbir kurtuluş mücadelesi başarılı olmaz” der.  

İsmini bildiğimiz, bilmediğimiz ama çok şey borçlu olduğumuz kadınların hepsine bağlılık ve şükranla…(**)

*Prof. Dr. 

** Bu yazı, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Feminizm (Editör: Feryal Saygılıgil- Nacide Berber, cilt:10, İletişim Yayınları, 2020.) cildinin “Sunuş” yazısının genişletilmiş halidir. 


(1) (1918, Haziran 8). Kız Mekteplerinde Ahlak ve Terbiye-i Ahlakiye. Kadınlar Dünyası, s. 177.

(2) Andreé Michel, Feminizm, Kadın Çevresi Yayınları, 1984 ,s.17.

(3) Feminizmin ilk tıbbi bir anlamı vardı: Erkek öznenin dişileştirilmesi. Bunu bu şekilde tanımlayan ise 1872 yılında Alexandre Dumas idi. Bkz. Klejman Laurence- Rochefort Florence, L’égalité en marche ; Le Féminisme sous la troisième République, Presse de la Fondation nationale des sciences politiques/ Des femmes/ Antoinette Fouque, Paris, 1989, p. 23

(4) Somut 4 Mart 1983, sayı 31.

(5) Şule Aytaç, Amargi feminizm tartışmaları, 2011, 291.

(6) Feminist Güzergâh, Françoise Collin’ İréne Kaufer, çev.: Gülnur Acar Savran, Dipnot Yayınları, 2015, s.33.

(7) Bkz. Yaprak Zihnioğlu, “Feminizmin İlk Günleri”, Pazartesi, sayı:25, Nisan 1997.

(8) Van Os Nicole A.N.M.,  “Osmanlı Müslümanlarında Feminizm" , Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası; Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, İletişim, İstanbul, 2001, s. 338

(9) İsmet Hakkı, "Kadınlarımız ve Maarif", Demet, 24 Eylül 1324, no:2, s. 24-27.

(10) Ulviye Mevlan, "Düşünüyorum", Kadınlar Dünyası, 2 Mart 1918, no :163, s.2. 

(11) Örneğin yöntem tartışmaları Bkz. Serpil Çakır-Necla Akgökçe, Farklı Feminizmler Açısından Kadın Araştırmalarında Yöntem, Sel Yay., 1996., kadın emeğiyle ilgili tartışmalar Bkz. Gülnur Acar- Savran ile Nesrin Tura’nın Kadının Görünmeyen Emeği: Maddeci Bir Feminizm, Kardelen Yay.1992, derlemesi gibi. 

(12) Sığınaklar kurultayının toplanması örneğin.

(13) Ayizi Yayınevi bize kadınların yazdığı 63 kitap bırakarak 2019 yılında yayın hayatına son verdi.