Cumhuriyet: 100 yaşında ve 100 yıl sonra…

Cumhuriyet’ten söz ediyorsak, onun da ilk koşulu, yurttaşların kaderci bir şekilde önüne gelene boyun eğdiği bir rejimi kabul etmiyor oluşudur. Ta en başta ve kağıt üzerinde olanında bile bu böyledir…

Google Haberlere Abone ol

Markette vitrinin önünde dururken aklınıza gelmez belki…

Sınav için sıraya oturup önünüze soruları aldığınızda…

Bir kış gezisi için çıktığınız seyahatte tipiye yakalanıp yolda kaldığınızda…

Üretim bandında önceki işçinin elindeki işi bitirip size yönlendirmesini beklerken…

Sabah serinliğinde başladığınız pamuk toplama mesaisi öğleye uzayıp kendinizi bir ağaç gölgesine atmaya çalışırken…

İşten eve dönüp de televizyon kumandasına eliniz gidiverdiğinde…

Çocuğunuzun ilk adımını alkışlarken…

Yaşadığınız ülkenin nasıl yönetildiği aklınıza gelmez…

Belki bu saydığımız yaşam anlarından bazılarından hemen sonra ya da başka bazı anlarda olabilir bu:

İlk kez okula gidip de o güne kadar konuştuğunuzdan farklı ve anlayamadığınız bir dille sizi karşılayan öğretmenle tanışınca?

Ya da çalışıp çabalayıp en iyi şekilde hazırlandığınız işe giriş sınavını geçip de mülakatla alınmadığınızda? (Kalkacaktı ama o değil mi? Mülakatla işe alım bitecekti? Kalkınca bu örneği vermeyiz artık ne yapalım…)

“Seni sigortalı yaparız ama farkı elden geri verirsin” diyen işverene “evet” demek zorunda kaldığınızda?

Yakıt ibresi dibe vurmuş aracınızla girdiğiniz benzin istasyonunda zam gelecek diye “satmıyoruz” yanıtını alınca?

Hastane randevusu almak için günlerce uğraşıp, bir türlü doktor yüzü göremediğinizde?

Çocuğunuz okul gezisi için gerekli parayı söylediğinde?

İşte bu durumlarda daha çok akla gelen bir soru olabilir: Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?

***

29 Ekim 1923’te Türkiye’de yaşayan insanların yönetileceği açıklanan sistem, ‘cumhuriyet’ adı verilen ve modern zamanlardaki başlangıcı genellikle Fransız Devrimi olarak gösterilen ‘zamane icadı’ bir işleyişe sahipti: İktidarın kaynağı ilahi güçlere ve kan bağına dayalı olmayacaktı, halkı ikna edebilen adayların seçilip geldiği bir meclis oluşturulacak ve ülkeyi orası yönetecekti. Yürütme yine bu meclisin belirleneceği seçimle ortaya çıkacak, yargıyı da bağımsız mahkemeler üstlenecekti.

100 yıl önceki plan aşağı yukarı böyleydi. Ya da böyle olduğu söyleniyordu. Şimdi dönüp bakılınca, ‘Oldu mu?’ diye sorulabilir, olumlu-olumsuz yanıtlar verilebilir. Herkes için tartışmasız kabul edilecek olansa şudur: Kağıt üzerinde ‘halkın egemenliğine’ dayanan bu sistem geçmiş 100 yıl boyunca tatmin edici olarak bu şekilde işletilemedi.

***

Kimileri geçmişi ya da geçmişin bazı dönemlerini, kimileri bugünü ya da bugünün bazı kısımlarını göstererek, ‘evet hakkıyla işletilemedi’ diyebilir. Ancak Cumhuriyetin 100. yaşına basmasına kısa bir süre kala, herkesin aklında ‘başka türlü bir şey’in olduğunu söyleyebiliriz. Gelecek için daha çok güven duyabileceği, geçmişin hatalarının mümkün olduğunca telafi edildiğini düşündüğü, bugünü –örneğin ay sonunu nasıl göreceğini dert etmeden- daha rahat yaşayabileceği, dininden ya da milliyetinden ya da geldiği sınıftan dolayı zorda kalmayacağı, ‘yabancı’ olduğu için hor görülmediği ya da kimseyi ‘yabancı’ olarak görmeye zorlanmadığı…

Ve buraya eklenebilecek başka başlıklarla ‘vatandaş’ın, daha mutlu olacağı bir hayata ulaşması neden mümkün olamadı, olamıyor?

***

Cumhuriyetin neredeyse son çeyreği boyunca iktidarda bulunan bir hareketin henüz yeni –ve evet bir kez daha- seçim kazanarak devam ettiği bir zamanda bu soruların hepsinin anlamsızlaştığını, bunları sormaya bile gerek olmadığını ve bundan sonrası için de bugün yaşananın değiştirilemez bir ‘kader’ şeklinde işleyeceğini iddia edenler de çıkabilir. (Siz de biliyorsunuz evet, çıkıyor da! Ama hadi biz yine de ‘çıkabilir’ demiş olalım.)

Ancak bir ‘cumhuriyet’ten söz ediyorsak ve edeceksek, onun da ilk koşulu, yurttaşların kaderci bir şekilde önüne gelene boyun eğdiği bir rejimi kabul etmiyor oluşudur. Ta en başta ve kağıt üzerinde olanında bile bu böyledir…

Evet “adında cumhuriyet olup da aslında halkın egemenliği ile hiç ilgisi olmayan rejimler de var” denebilir. Gel gör ki 100 yıl önce ‘bize’ söylenen o değildi.

100 yıl sonra bugün yaşayan hiç kimse hayatta değilken, o zaman yaşayanların, “cumhuriyeti hangi ara kazanıp hangi ara kaybettiklerini bile anlayamamışlar” dememesi için belki biraz da, tam da bugün, 100. yılda geçmişe dönüp bakmaya ve geleceğin nasıl olması gerektiğine kafa yormaya mecburuz.

***

Gazete Duvar’da bugünden itibaren okuyacağınız 100 yazı, bu gayretin ürünü olacak. Sayılar, yıllar önemli değil denebilir belki ancak 2023 yılı, sadece Cumhuriyet’in 100. yılı olduğu için değil, şu ana kadar geçen ilk yarısında yaşadığımız, deprem, seçim, ekonomide ve politikadaki gelişmeler nedeniyle bile böyle bir tartışmanın yapılması gerektiğini gösteriyor. Ancak konular elbette sadece bunlarla sınırlı olmayacak, kültürden sanata ve spora uzanan farklı alanlarda “Cumhuriyet etkisi”ni anlamaya çalışacağız. Son yazıyı 29 Ekim 2023’te yayınladıktan sonra da, ortaya çıkanları yeniden gözden geçirmek için fırsatlar yaratacağız.

Editörlerimiz Eren Topuz, Beyhan Sunal ve Günsu Durak’a emekleri, 100 yılı bize anlatacak ve sonrasını tartışacak 100 yazıya katılmayı kabul eden yazarlarımıza destekleri için teşekkürle başlayalım…