Cumhuriyet'in ikinci yüzyılını yurttaşlık bağlamında düşünmek 

Cumhuriyet'in yurttaşlığı, farklı tarihsel dönemlerden bağımsız olarak, seçimlerde oy kullanmak-vergi vermek-askerlik yapmak üçlemesiyle sınırlandı; bir kamusal değerler sistemi gelişmedi.

Google Haberlere Abone ol

Prof. Dr. Füsun Üstel

Tarih sahnesine çıktığı Antik Yunan’dan bu yana yurttaşlık, içinde barındırdığı bir çelişkiyle birlikte var olan bir statü, aidiyet ve kimlik. Söz konusu çelişki, arızi ya da gelip geçici değil, yurttaşlığa içkin bir özellik. Çelişkinin odağında eşitlik-eşitsizlik meselesi, başka bir anlatımla bayraklaştırılan “eşit yurttaşlık” idealine karşın yurttaşlığın hem içeren, hem de dışlayan ikili boyutu bulunuyor. Yurttaşlık, ayrıcalıklı bir statü; haklar ve görevler anlamında kim/lerin içeride, kim/lerin dışarıda kalacağını düzenliyor. Herkese açık değil; yurttaş olanla olmayan (yabancı) arasına sınır koyuyor. Özellikle de modern ulus-devletle birlikte yurttaşlığın milliyetle kurduğu bağ nedeniyle birlikte içerme ve dışlama işlevi özgül bir anlam kazanıyor.  

YURTTAŞLIK: ARIZALARIYLA VAR OLAN BİR KURUM

Eşitlik-eşitsizlik meselesiyle ilgili ikinci husus, yurttaşlığın arka planındaki evrensel eşitlik idealinin soyut bir birey anlayışından, herkesin “öz”ü itibariyle aynı olduğu varsayımından hareket etmesi; bireylerin sınıf, kimlik, durum, konum vb. farklılıklarını dikkate almamasıdır. Bu yönüyle evrensel eşitlik ilkesi, farklılıkları aşma adına eşitsizlikler üreten bir özelliğe sahip. Dolayısıyla sınır, sadece yurttaş olanlar ve olmayanlar arasındaki bir “dış” sınırdan ibaret değil. Aynı zamanda ihtiyaçlarının ve taleplerinin tüm çeşitliliği içinde birey yurttaşların ve toplulukların tâbi olduğu “iç” sınırlar da söz konusu. (1) Başka bir anlatımla yurttaşlık statüsünün sağladığı haklar, eşit olsa da hakkaniyete uygun bir biçimde dağıtılmıyor; “iç” sınırlara takılıyor. 

Kısacası yurttaşlık, arızalarıyla birlikte doğan ve var olan bir kurum. Bununla birlikte, yurttaşlığın eşitlik meselesiyle ilgili “arızalı” doğasını telafi eden, bu anlamda hem “dış”, hem de “iç” sınırları esnek ve akışkan hale getiren bir güzergâhı var. (2) “Dış” sınırlar, yurttaşlık ile özdeşleştirilmiş hakların zamanla yurttaş olmayanlara da (göçmenler) tanınmasıyla esnemiştir. “İç” sınırlar ise, yurttaşlığın tarihsel süreç içinde, yeni hak kategorileriyle -sivil haklardan siyasal, sosyal kültürel haklara, barış ve çevre haklarına-, eşitlik mücadeleleriyle, farklı toplulukların tanınma talepleriyle genişlemesi ve derinleşmesi sonucu akışkan bir hale gelmiştir. Bu yönüyle yurttaşlık, Balibar’ın da belirttiği gibi “tamamlanmamış”tır; dinamik ve açık uçludur. (3) Dolayısıyla yurttaşlıktan ziyade, “yurttaşlaşmak”dan, farklı birey ve toplulukların yurttaşlaşma süreç ve biçimlerinden söz etmek gerekir. 

CUMHURİYET YURTTAŞLIK İLİŞKİSİ

Yurttaşlık meselesini bütün “arıza”larıyla odağa aldığımızda cumhuriyet- yurttaşlık ilişkisini nasıl değerlendirebiliriz? Bu değerlendirmeyi yapabilmek için, öncelikle cumhuriyetten ne kastedildiğine açıklık getirmek gerekiyor. Kastedilen bir rejim olarak cumhuriyet mi, cumhuriyet ideolojisi mi, cumhuriyete atfedilen ilke ve değerler mi, cumhuriyet anlatısı mı, cumhuriyetçi kuram mı? (4) Bir gazete yazısının amacını ve boyutunu aşan bu konuyu, cumhuriyet rejimi ve cumhuriyetçi kuramla sınırlandıracağım. Öncelikle cumhuriyet rejimiyle özdeşleşmiş bir yurttaşlık anlayışından söz etmek mümkün değil. Geçmişte ya da günümüzde var olan cumhuriyet rejimleri, demokratik ya da otoriter nitelikleriyle birbirinden çok farklı oldukları gibi farklı yurttaşlık anlayışlarına da sahipler. Buna karşılık, kökeni Antik Yunan’a kadar dayanan cumhuriyetçi gelenek ya da yurttaş cumhuriyetçiliği olarak adlandırılan düşünce, eşitlik, özgürlük, ortak yarar ve yasa düzeni başta olmak üzere bazı ortak ilke ve değerleri öne çıkarıyor. Bu gelenekte, “adil bir yönetim biçimi, siyasal olarak erdemli insanlardan oluşan bir yurttaşlar grubu”, aktif katılım ve kamusal sorumluluk önem taşıyor. (5) Yurttaş temelli cumhuriyetçilikte yurttaşlık, bir statü olmanın ötesinde “zihniyet olarak yerleşen bir pratik veya eylem”ler bütünü. (6)

Cumhuriyet'in ilk yüzyılını cumhuriyetçi düşüncenin yukarıda anılan bazı temel ilke ve değerleri çerçevesinde ele aldığımızda görece demokratikleşme dönemlerinin sınırlı açılımları dışında yurttaş temelli bir cumhuriyetçilik yönünde kararlı bir siyasi iradeden söz etmek mümkün değil. Aslında devlet eliyle “yurttaşlaştırma” çabalarının, 19. Yüzyılda başlayan modernleşme çabalarına ve kanunlaştırma hareketlerine kadar uzanan bir tarihsel arka planı var. Özellikle de II. Meşrutiyet bu konuda önemli bir dönüm noktası, yeni bir toplum projesinin, baş aktörü yurttaş olan modern bir kamusallık anlayışının inşa edilmek istendiği; yapılan seçimlerle siyasal katılımın önünün açıldığı; Malumat-ı Medeniye dersiyle okulda yurttaş eğitimine başlandığı bir dönem. (7) Batılı ülkelerle karşılaştırıldığında Osmanlı İmparatorluğu’nun yurttaş yaratma projesinin çok geç kaldığını söylemek mümkün değil. Geç olmadığı gibi söz konusu proje, hem kanunlaştırma hareketlerinde hem de devletin başlıca endoktrinasyon aracı olan eğitim müfredatı ve ders kitaplarında görüldüğü üzere daha sonraki dönemlerle karşılaştırıldığında liberal özellikler de taşıyor. 1908-1912 kesitinde inşa edilmeye çalışılan yurttaşlıkta, en geniş anlamda tanımlanmış haklardan ve özgürlüklerden yararlanması beklenen, devletle arasına gerekli mesafeyi koymuş modern bir siyasal aktör öne çıkıyor. Projeyi “geç” ve “arızalı” kılan Osmanlı İmparatorluğu’nun özel konjonktürü, başka bir anlatımla Osmanlılık temelinde bir yurttaşlar topluluğu oluşturma idealinin gerçeklikle örtüşmeyen, devrini tamamlamış bir proje olması. Özellikle de 1912-1913 Balkan Savaşları’yla birlikte İmparatorluğun dağılma sürecinin önüne geçilemeyeceğinin açıkça ortaya çıkması, yaşanan onur kırılması ve mağduriyet psikozu, “arıza”nın bütün boyutlarıyla ortaya çıkmasını hızlandırıyor. Bu süreçte Barış Ünlü’nün ifadesiyle “Türklük Sözleşmesi” (8), yurttaşlığın hem “dış”, hem de “iç” sınırlarını mühürlüyor.

Cumhuriyet bu miras üzerine dayandı; devlet aklıyla bedenleşen bekacı bir yurttaş anlayışı gelişti. Yurttaşlık fikri, dış ve iç politikanın seyri doğrultusunda tehdit ve tehlike söylemiyle seferber edildi. Cumhuriyet, yurttaş temelli bir cumhuriyet niteliği kazanamadı; Cumhuriyet'in yurttaşı cumhuriyetçi bir yurttaş olamadı. 

'TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİ' 

“Türklük Sözleşmesi”nin mührünü kırmak ve yurttaşlığın “iç” sınırlarını eşitlik ve katılımcılık yönünde esnetmek, rejimin demokratik niteliğini güçlendirmekle mümkün olabilirdi hiç kuşkusuz. Bununla birlikte uzun süren tek parti rejiminin ardından gelen 1950’li yıllarda, kısmî bir siyasal liberalleşme ve kısmî bir “yurttaşlaşma”dan öteye gidilemedi. Cumhuriyet'in yurttaşlığı, farklı tarihsel dönemlerden bağımsız olarak, seçimlerde oy kullanmak-vergi vermek-askerlik yapmak üçlemesiyle sınırlandı; cumhuriyetçi yurttaşlığın gerektirdiği kamusal değerler sözde kaldı, içselleştirilemedi. Yurttaşlığın kendinden menkul bir ulus fikri tarafından rehin alınması sonucu demos oluşmadı. Görece demokratik 1960’lar, toplumun siyasal çeperine itilmiş Kürtler ve Lozan azınlıkları başta olmak üzere çeşitli topluluklar açısından farklı bir seyir izledi. “Demokratikleşme”, bu toplulukların maruz kaldığı şiddeti, ayrımcılığı ve eşitsizlikleri paranteze aldı; onlarla birlikte var oldu; yurttaşlığın “iç” sınırları esnemedi. Resmi inkâr politikaları nedeniyle hafızalar örtüşemedi, toplum alabildiğine kutuplaştı. Örtük ya da açık devlet şiddeti, azınlık karşıtı politikalar, pogromlar, ırkçı ve ayrımcı uygulamalar, zorla iskân ve yerinden etmeler beka ideolojisiyle meşrulaştırıldı. Yurttaş katılımcılığı, askeri darbeler, sıkıyönetimler, parti kapatmalar, OHAL rejiminin normalleşmesi, faili meçhul cinayetler, gözaltında kaybetmeler ve özgürlüklerin sistematik ihlali nedeniyle gelişemedi. Emek mücadelesiyle kazanılan haklar, önce çarpık kapitalizmin, daha sonra ise neoliberal küreselleşmenin çıkarlarına teslim edildi. 

Bu bir çıkışsız tarih ve anlatı.  

Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında bu tarihsel yükün ve anlatının bir “çıkış”a imkân tanımasının, en azından iki koşulun yerine getirilmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyorum. İlki, onarıcı adalet mekanizmalarının harekete geçirilmesi yoluyla. İkincisi ise, günümüz dünyasında yurttaşlık hak ve taleplerinin geldiği noktayı dikkate alan, başka bir ifadeyle yurttaşlığın güncel ajandasının ortaya koyduğu meselelere çözüm sunan yeni ve kapsayıcı bir yurttaşlık anlayışıyla. Bu yeni yurttaşlığın, bireylerin genişleyen ve çeşitlenen politik özneleşme biçimlerini, farklı sınıflar, kimlikler (etnik, dinsel, toplumsal cinsiyet, cinsiyet kimliği vb.), konumlar (engelli, yaşlı, çocuk vb.) ve meseleler temelinde (yoksulluk, işsizlik, göç, çevre, beden, bakım emeği vb.) yeni boyutlar kazanan “yurttaş olma halleri”ni ve günümüz dünyasında yurttaşlığın farklı ve alışılmadık icra edilme biçimlerini dikkate alan kapsayıcı bir bakış açısına dayanması gerekiyor. 

SOSYAL YURTTAŞLIK

Kısacası bir yerden başlamak, yeni bir gelecek ufku oluşturmak gerekiyor. Bu gelecek ufkunda sosyal yurttaşlık anlayışının bir başlangıç noktası oluşturabileceğini düşünüyorum. Yurttaşlığın tarihsel seyri içinde önemli bir dönüm noktası olan sosyal yurttaşlık, 1945 sonrasının Refah Devletlerinin yurttaşlarını sosyal riskler karşısında korumaya yönelik çok boyutlu müdahalelerinin bir ifadesi. 1980’lerde hem sağ hem de sol çevreler tarafından eleştiriliyor. Sol, sosyal yurttaşlığın eşitsizlikleri azaltma konusunda başarılı olamadığını, sağ ise, sosyal yardım alan kişileri pasifleştirdiğini ve bağımlı hale getirdiğini savunuyor. (9) Aslında sosyal yurttaşlığın da “dış” ve “iç” sınırları, bazı “arıza”ları ve hayata geçirilme konusunda güçlükleri olduğuna kuşku yok. Öncelikle sosyal yurttaşlık, kapitalizm içi bir arayışın ifadesi olması nedeniyle eşitlik-eşitsizlik meselesine geçiştirici bir çözüm sunuyor. Öte yandan sosyal (ve ekonomik) hakların pozitif statü haklarından olması, sivil ve siyasal haklardan farklı olarak devletin müdahalesini; bu anlamda da siyasi iradesini ve etkili sosyal politikaların hayata geçirilmesini gerektiriyor. Bütün bu “arıza”larına rağmen son yıllarda, hâkimiyetini koruyan ancak meşruiyetini giderek yitiren neoliberal küreselleşmenin yıkıcı etkilerine karşı, sosyal yurttaşlık idealinin tedrici bir çözüm sunabileceği yeniden tartışılmaya başlandı.(10) Günümüzde tartışıldığı biçimiyle sosyal yurttaşlık, sosyal haklar, eğitim, sağlık, çalışma hakkı, sosyal güvenlik, konut hakkı, ücrette adalet, bazı toplumsal kesimlerin korunması vb. hakların ötesinde (11), sosyal güçlerin ilişkileriyle biçimlenen ve ihtiyaçları haklara dönüştürmeyi hedefleyen, kolektif mücadelelerin belirleyeceği esnek ve açık uçlu bir süreç olarak ele alınıyor. (12)

Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında sosyal yurttaşlık, hem genel niteliği itibariyle hem de Türkiye’ye özgü nedenlerle bazı avantajlara sahip. Öncelikle hakların bölünmezliği ilkesi doğrultusunda sosyal haklar, diğer hakları ve yurttaşlık biçimlerini tamamlıyor. Yurttaşların haklarını bütün boyutlarıyla talep edebilmesi ve bu yöndeki mücadeleyi etkili kılabilmesi için bireyi ve toplulukları yetkilendiriyor ve güçlendiriyor. Öte yandan sosyal yurttaşlık, sivil, siyasal, kültürel vd. hakların üstünü örttüğü eşitsizlikleri, yoksulluk, güvencesizlik ya da işsizlik başta olmak çeşitli meseleleri görünür kılıyor. Farklı dışlanma ve mağduriyet biçimlerini birbirinden bağımsız değil, kesişimsel bir yaklaşımla bir araya getirmesi nedeniyle yurttaşlığın hem “dış” hem de “iç” sınırını temel ihtiyaçlar ve müşterekler doğrultusunda esnetme kapasitesine sahip. Kolektif mücadeleyi öne çıkaran yeni sosyal yurttaşlık anlayışı, hem dikey siyaseti, hem de yatay siyaset zeminlerini genişletecek ve bu çerçevede bireylerin “yurttaşlaşma” süreçlerini bütün çeşitliliği içinde hızlandırabilecek bir özellik taşıyor. 

Sosyal yurttaşlık hedefi, Türk-Sünni ittifakıyla mühürlenmiş; hak ve özgürlüklerin sistematik bir biçimde kısıtlanmasıyla, ara rejimlerle ve olağanüstü hallerle demokratik niteliğine ket vurulmuş; beka-biat ikilisine sıkışmış Türkiyevari yurttaşlığa yeni bir mücadele perspektifi sunabilir. Bu tür bir mücadele hattı, giderek daralan kamusal alanın ve kamu yararı fikrinin yeniden canlanmasına izin vereceği gibi, farklı toplulukların temel ve öncelikli ihtiyaçlarını kesişimsel bir yaklaşımla ele alarak bir yurttaşlar topluluğu oluşmasına imkân sağlayabilir. Sosyal yurttaşlık son yıllarda iyice tanık olduğumuz gibi toplulukların içine kapanmasını engelleyebilir; ortak bir insan onuru ve ihtiyaçları etrafında bir araya gelmelerini sağlayabilir. Kimilerine göre ortadan kalktığı, kimilerine göre yıprandığı ileri sürülen ve yurttaşlık için temel bir öneme sahip olan yerel ve uluslararası dayanışma etiği ve pratiği de, en geniş biçimde tanımlanmış bir sosyal haklar mücadelesi üzerinden yeniden şekillenebilir. 

Bir yerden başlamak lazım…


1) Catherine Neveu, Antropologie de la citoyenneté, Anthropologie sociale et ethnologie. Université de Provence, Aix-Marseille I, 2005, s. 132. 
2) Önder ÖZDEN, “Yurttaşlığın Kıyısında”, https://ayrintidergi.com.tr/yurttasligin-kiyisinda/ 
3) Etienne Balibar, “Vers la citoyenneté imparfaite”, içinde Etienne Balibar, Nous, citoyens d'Europa? Les frontières, l'Etat, le peuple, La Découverte. Paris, 2001.
4) Christophe Bertossi, “La République ‘modèle’ et ses discours modélisants: L’intégration performative à la française”, Migrations Sociétés, no. 122, 2009, s. 40.
5) Derek Heater, Yurttaşlığın Kısa Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2007, s. 14.
6) Adrian Oldfield, “Vatandaşlık: Doğal Olmayan Bir Pratik mi?” içinde (der.) Ayşe Kadıoğlu, Vatandaşlığın Dönüşümü. Üyelikten Haklara, Metis Yayınları, İstanbul, 2012, s. 98-99.
7) Füsun Üstel, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde, II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
8)  Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi. Oluşumu, İşleyişi ve Krizi, Dipnot Yayınları, 2018.
9) Denise Helly, “Communauté et citoyenneté Les années 1990: Enracinement local, responsabilité sociale” Anthropologie et Sociétés, C. 25, no. 3, 2001, s.  12-15.
10) Francesco Laruffa, “Toward a post-neoliberal social citizenship?”, Constellations, C. 29, no. 3, 2022, s. 375.
11) Bu konuda bkz. https://sosyalhaklardernegi.org/hakkimizda/  
12) Chenchen Zhang, “Free movement and social citizenship: towards a politically constructed conception of solidarity across borders”, içinde (der.) Helle Krunke, Hanne Petersen ve Ian Manners, Transnational Solidarity: Concept, Challenges and Opportunities, Cambridge University Press, Cambridge, s. 327-349.