YAZARLAR

Trump’ın gitmesine neden sevinmeliyiz?

Bugün Trump’ın Amerikan toplumunu geri dönüşünün nasıl olacağı kestirilemez biçimde kutuplaştırmayı nasıl başardığı ve bu sayede seçmenden hâlâ hatırı sayılır oy aldığı üzerine kafa yoranlar açısından, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın 18 yılda Türkiye toplumu üzerinde başardıkları ilginç bir malzeme sunuyor.

Balkon konuşmalarında yinelenen bir kalıp var. Zaferini ilan eden başkan, “sadece bana oy verenlerin değil, herkesin başkanı olacağım” sözleriyle kampanya boyunca tırmanmasına katkıda bulunduğu rekabet ortamının artık son bulduğunu, seçmeninin teveccühüyle üstlendiği görevin ağırlığının farkında olduğunu ilan eder. 2016’da kamuoyu yoklamalarını ve medyayı yanıltarak ABD’nin 45. Başkanı olan Donald Trump da zafer konuşmasında bu geleneği bozmamış, “Bir araya gelip bölünmüşlüğün yaralarını sarmamız gerekiyor. Her vatandaşa artık şu sözü veriyorum. Artık bütün ABD’nin başkanı olacağım. Artık hepimizin tek vücut olma zamanı” demişti. Sonrası malum. Muhtemeldir ki, Amerika tarihinin en kutuplaştırıcı, en ırkçı, kadın düşmanı, bağnaz, ağzı bozuk ve Amerikan demokrasisinin kökleşmiş kurumlarının itibarını sarsan başkanı oldu.

“Oy versin vermesin, herkesin başbakanı, herkesin cumhurbaşkanı olacağım” sözlerine biz de uzun yıllardır her seçim sonrasında yapılan balkon konuşmalarından aşinayız. 2011’de üçüncü kez başbakan seçilen Erdoğan, “önceki AK Parti hükümetlerinde olduğu gibi, yeni AK Parti hükümeti de AK Parti’ye oy verenlerin değil tüm Türkiye’nin 74 milyonun hükümeti olacaktır” demişti. 2014’te cumhurbaşkanı seçildiğinde "Bize oy versin vermesin herkesin cumhurbaşkanı olacağımdan kimsenin endişesi olmasın" diyerek Anayasa’daki cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesine uygun davranacağından şüphe duyanlara mesaj iletmişti. Gerçi o seçim kampanyası sırasında tarafsız cumhurbaşkanı olmayacağım, milletimden taraf olacağım da demişti. 16 Nisan referandumu öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na yine bu sözlerle çıkışıyor, “Bu ülkede ne zaman tarafsız cumhurbaşkanı olmuş ki, Sezer tarafsız cumhurbaşkanı mıydı, Demirel tarafsız mıydı, ben göreve geldiğimde tarafsız olmayacağımı, milletimden yana taraf olacağımı söylemedim mi?” diyordu. Kendince haksız da sayılmazdı, çünkü epeyce bir süredir milletle AKP seçmenini, milli iradeyle AKP’ye oy veren seçmenin iradesini özdeşleştiriyordu. Nihayetinde, bugün geldiğimiz noktada AKP’ye -ve/veya cumhur ittifakına- oy vermeyen herkes gayr-ı milli ilan edilince, geriye tarafında olacağı AKP seçmeninden gayrısı kalmamış oldu. Böylece rantı en tepede paylaşan seçkin bir azınlıkla partiye üye olursa bu ranttan küçük bir pay alabileceği ya da hiç olmazsa bir iş bulabileceği ümidini taşıyan, o da olmazsa dağıtılan yardım paketlerine razı gelmeye mecbur en alttakiler arasında bir bölüşüm zinciri ortaya çıktı. Yine de Erdoğan, 2018’de başkan seçilip mecliste yemin ettikten sonra Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen törende yaptığı konuşmasında bir kez daha “81 milyonun cumhurbaşkanı” olacağını beyan ediyordu. 24 Haziran gecesi yaptığı balkon konuşmasında “Geçmişte her ne sebeple olursa olsun ötekileştirilmiş vatandaşlarımız bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olarak demokrasiden ekonomiye tüm imkanlardan sonuna kadar istifade etmeye devam edecektir. Bu ülkede hiç kimsenin kökeninden, inancından, kıyafetinden, hayat biçiminden veya başka herhangi bir farklılığından dolayı horlanmasına, haklarının kısıtlanmasına, özgürlük alanının daraltılmasına asla izin vermeyeceğiz… Ortaya çıkan refahı milletimizin tüm fertlerine adil biçimde paylaştırmaya devam edeceğiz” diyordu.

Türk tipi başkanlık sisteminin resmen yürürlüğe girdiği 2018’den beri yaşadıklarımızın, geçmişin yaralarını sarmak, ötekileştirilenlerin maruz kaldıklarını telafi etmek, hak ve özgürlüklerini güçlendirmek bir yana, toplumun kalıcı biçimde “bizden olanlar ve olmayanlar” üzerinden ayrışmasına hizmet ettiğini gördük. Daha birkaç ay önce, Covid-19 salgını ile mücadele eden, halka destek olmak üzere yardım toplayan CHP’li ve İYİP’li belediyelerin topladıkları yardım paralarına el konuldu, halka ekmek dağıtmalarına dahi izin verilmedi. Bu belediyeler FETÖ, PKK yöntemlerini kullanmakla suçlandılar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, AFAD’daki deprem toplantısına, İstanbul’daki pandemi toplantısına çağrılmadı.

Örnekleri çoğaltabiliriz, ancak bilinenin ilanından öteye gitmek zor. “Herkesin cumhurbaşkanı olacağım” demekle öyle olunmadığını yıllardır Türkiye seçmeni bizzat deneyimliyor. Bu yüzden, Donald Trump başkan seçildiğinde sarf ettiği “herkesin başkanı olacağım” sözlerinin bir klişeden ibaret olduğunu kestirmek kolaydı. Trump’ın bu kadar ileri gideceğini ve yapıp ettiklerinin ABD’deki gibi kendi yerleşik kuralları, hassas dengeleri bulunan, neredeyse kemikleşmiş ilkelerle işleyen bir sistemi bile böylesine sarsacak, bugün 'Trump gitse bile Trumpizm devam ediyor' yorumlarına yol açacak denli etkileyeceğini ise pek düşünen yoktu. Bugün Trump’ın Amerikan toplumunu geri dönüşünün nasıl olacağı kestirilemez biçimde kutuplaştırmayı nasıl başardığı ve bu sayede seçmenden hâlâ hatırı sayılır oy aldığı üzerine kafa yoranlar açısından, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın 18 yılda Türkiye toplumu üzerinde başardıkları ilginç bir malzeme sunuyor. Birbirinin sevincini ve kederini hiç anlamamakla, birbirini hiç dinlememekle kalmayıp başkasının acısını hiç “görmeyen” hatta en son İzmir depreminde bir kez daha tanık olduğumuz gibi bundan haz alan insanlar yığınına hâlâ “toplum” demek ne denli mümkün? Bu insanların en basit anlamıyla ortak tarih, ortak kültür, ortak hedeflerle tanımlayabileceğimiz bir “millet”i oluşturduğunu ve iktidarın bu “millet”in iradesini temsilen kullanıldığını varsaymaya devam edebilecek miyiz?

Joe Biden, seçimi kazandığı anlaşılınca yaptığı zafer konuşmasında, Amerika’yı bir Demokrat gibi değil, bir ABD başkanı gibi yöneteceğini ilan etti. Bölünmeyi değil, birleştirmeyi amaçlayan bir başkan olacağına söz verdi: “Benim için oy vermeyenlerin de başkanı olacağım. …Şimdi tansiyonu düşürmek için birbirimize bir şans verelim. Birbirimizi tekrar anlamak ve dinlemek için” dedi. Yılların tecrübesiyle ve Kamala Harris gibi Trump iktidarının dışladıklarının, kadınların, siyahilerin, azınlıkların sesi olabilecek bir başkan yardımcısıyla Biden’ın herkesin başkanı olmayı ne denli başaracağını ve Trump’ın Amerikan toplumuna verdiği zararı ne ölçüde telafi edebileceğini birlikte göreceğiz.

Türkiye ile ilişkiler bakımından Biden’ın başkanlığının doğuracağı bir dizi sonuç olacağını, Erdoğan’ın Biden’la dilediği zaman bir telefonla ulaşıp kendisinin keskin bir zekaya sahip olduğuna (hatırlayın, kampanyası sırasında Trump, Biden’ın Erdoğan’ın zekasıyla baş edemeyeceğini iddia etmişti) ikna ettiği Trump’la kurduğuna benzer bir kişisel ilişki kuramayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Ancak eğer her şeye rağmen iktidarda kalmanın bir yolunu bulamazsa, kural tanımaz Trump’ın seçimle gidiyor olması, öyle ya da böyle dünyaya hâkim olmaya başladığını ve her yerde norma dönüşmekte olduğunu düşündüğümüz bir yönetme tarzının aslında o kadar da yenilmez olmadığını, bir devrin böyle kapanabileceğini göstermesi bakımından önemli. Tabii muhalefet bir an önce, yeterince beklersek bunlar zaten gidici rehavetinden kurtulup başka türlüsünün “mümkün” olduğunu ve “toplum”u yeniden inşa etmenin yolunu bildiğini gösterebilirse…


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.