YAZARLAR

Traktör ordusu Hollanda’yı ele geçirir mi?

Hollanda’daki çiftçi eylemleri trafiği de siyaseti de toplumun işleyişini de tıkadı. Sabahın kör karanlığında traktörleriyle yola çıkan çiftçiler, ülkedeki tarım ve hayvancılığı sınırlayacak planları protesto için yollarda toplanıyor ve saatlerce kımıldamadan bekliyor. Bu büyük protestoyu bir fırsat olarak görenler var: Ülkedeki aşırı sağ hareketler…

Kırmızı, yeşil, mavi… Dev gibi makineler.  Hele hepsi bir arada durunca… Yakından baktığınızda, bağdan bahçeden topraktan hiç anlamayan şehirli kafasıyla soruyorsunuz: Bu traktörleri gitgide daha mı büyük yapıyorlar?

Evet, gerçekten daha büyükler. En azından benim gördüğüm, bildiğim, hatta birazcık da sürdüğüm mütevazı traktörlere göre çok daha büyükler. Onlar en fazla birer kamyonet gibiydi. Bunlar neredeyse birer kamyon.

Yine de zarifler. Sevimliler. Çocukların pek sevdiği o oyuncakların fazla irileşmiş versiyonları bunlar.

Ama tarlaların üzerinde çiçek gibi duran o traktörler şimdi tank gibi görünüyor.

Zaten bu aralar Hollanda’da çiftçiler onları birer tank gibi kullanıyor.

Sabahın kör karanlığında hareket etmeye başlıyor traktörler. Çiftliklerden çıkıyorlar, dümdüz Flaman ovasında ağır ağır ilerliyorlar.

Sonra…

Yan yana geliyorlar. Yolları tıkıyorlar. Geçişi engelliyorlar. Beş on yüz bin traktör bir arada durunca, bir ordu gibi hareket edebiliyor. O güce erişiyor.

O güç, bugün tüm ülkeyi paralize eden bir protesto hareketine girişiyor. Hükümete bir ders vermek, aleyhlerine olan yasayı engellemek ve nihayet tüm halka kimin gerçekten ‘efendi’ olduğunu göstermek için.

Hollanda’da büyük bir kargaşa yaşanıyor.

***

Kargaşanın adı ‘azot’.

Biraz sıkıcı gelebilir ama konuyu özetlemeye çalışayım. Fazla Felemenk bir konu ama neticede bütün dünyayı ilgilendiriyor.

Hollanda hükümeti, esasen AB düzenlemelerine uymak için, 2030 yılına dek, trafikten inşaata birçok sektörün sebep olduğu; doğaya, biyoçeşitliliğe zarar veren azot çıktısını yarı yarıya azaltmak istiyor. Bu alanda, özellikle 2019’da “bu işe bölge bölge bakılmalı” diyen bir mahkeme kararından sonra çeşitli planlar yapıldı.

Bu planların en ağırı çiftçilerin payına düştü.

Çünkü özellikle bazı hassas ve koruma altında bölgelerde çiftçilik, gübre kullanımı ve hayvanların saldığı gazlar neticesinde azot çıktısının en büyük sorumlusu. Ama sorumluluk payları her yerde aynı değil. Bu yüzden azot kirliliğinin yüzde 12 oranında kısılması hedeflenen bölgeler de var, yüzde 70 oranında da.

‘Azaltmak’ demenin de anlamı şu: Burada bundan sonra çiftçilik yapılmayacak!

Hükümet, gayet de duygusuzca, bazı çiftlikler ve bazı hayvanların üstünün çizilmesi gerektiğini ilan ediyor. Bazı çiftçiler bu işi bırakacak, deniyor. Başka yol yokmuş.

Hükümetin hedefi, özellikle doğa koruma alanlarının civarındaki tarımsal faaliyetin azaltılması ve birçok çiftlikte hayvancılığın sınırlanması. Özellikle de domuz ve inek besiciliğinin sınırlanması gerekiyor.

Çünkü o meşhur Hollanda ineği; bereketle, sağlıkla ve son yıllarda Amsterdam’daki her dükkândaki hediyelik eşyalarla birlikte turizmle özdeşleşen o tatlı çiftlik hayvanı, amonyak salımının önde gelen müsebbiplerinden biri.

İşte geçen ay bu oranların ve bu niyetlerin açıklandığı ‘azot planı’ çiftçilerin öfkesini kabarttı.

Traktörler bu yüzden yollarda.

***

Çiftçiler mi haklı hükümet mi?

Hollanda basını bu soru için bin tane cevap üretti.

Hollanda basınında çiftçilerin eylemleri 

Çevreyi öne çıkaranlar var, “bu konudan esasen büyük çiftlik sahipleri etkileniyor, vatandaşın vicdanıyla ilgili bir durum değil” diyen var… 

Hükümeti böyle nazik bir konuda fazla kaba ve ödünsüz bulanlar var.

“Bu kadar yatırıma yazık değil mi” diyerek liberal hükümeti ara formüllere çağıran başka liberaller var.

“Herkes de büyük çiftlik sahibi değil, kurunun yanında yaş da yanıyor” diyen var.

Aslında en çok o büyük çiftçilerin hakkını arayanlar, küçük çiftçilerin düştüğü ateşle zaten prensip olarak ilgilenmeyenler var.

Ve bu arada, “Yıkılsın bu sistem” diyen de var, ki onlara birazdan geleceğim, çünkü onların tavırları, tıpkı azot çıktısının sonuçları gibi sadece Hollanda’yı değil bir ölçüde bizi de ilgilendiriyor.

***

Tabii, her şeyden evvel, yavaş yavaş kabaran ciddi bir öfke var. Çiftçilerin, köylülerin öfkesi.

Çiftçilerin heyheylenmesi, hele altlarında o dev traktörler olunca, başka bir şeye dönüşüyor.

Otoyollarda barikat kurunca trafiği felç ediyorlar. Başkent Lahey’de yolları tıkayınca devletin, parlamentonun çalışmasını engelliyorlar.

Büyük süpermarketlere mal veren gıda dağıtım merkezlerinin önünde toplanınca, lojistik faaliyetinin canına okuyorlar. “Market rafları boşalınca bizim ne işe yaradığımızı, kim olduğumuzu anlarsınız” diyerek ‘şehirlilere’ mesaj veriyorlar.

"Çiftçi yoksa yiyecek de yok!!"

Çiftçiliğe izin verilmeyen doğa koruma alanlarını sürüp gübreliyorlar.

Üstelik artık balıkçılar da onlara destek veriyor. Bir süredir onlar da limanlara giden yolları tıkamaya başladılar.

Hükümet kara kara düşünüyor. Hem ciddi bir oy potansiyeli ve etki sahası olan çiftçileri daha da karşılarına almak istemiyorlar. Hem zaten ellerinden gelen pek bir şey yok. “Sakin olun” diyorlar sadece.

Protestocu çiftçiler, Telegram’da, WhatApp gruplarında geceden haberleşerek ertesi sabah ne yapacaklarını belirliyor. Polisi, trafik görevlilerini çaresiz bırakıyorlar.

Ama artık hükümetin de sabrı taşmaya başladı. Sırf bu işten sorumlu ‘azot’ bakanının evinin önüne gübre dökmeleri ve orada polisle çatışmaları devlet içi bir tartışma da başlattı. “Artık müdahale etmeyelim mi” diye konuşuyorlar. Zira başka göstericilere pek gösterilmeyen müsamaha çiftçilere gösteriliyor; onlar da yavaş yavaş dozu arttırıyor.

Hükümetin kırmızı çizgisi havalimanı. Çiftçiler oraya giden yolları da keserse, ordunun devreye girmesi bekleniyor.

Ama ordu işe karışırsa…

Kargaşa daha da artar. Bu kargaşayı bekleyenler var.

***

Peki kim onlar?

Onlar, kendilerini ‘sistem karşıtı’ olarak niteleyenler.

Olayların daha hızlı akmasını, safların sıklaşmasını bekliyorlar. Tarih hızlı aksın, saflar netleşsin, esas çatışma başlasın istiyorlar.

Bu yüzden doğrudan alakaları yoksa bile gidip çiftçi ayaklanmasına destek veriyorlar. Daha önce benzer argümanlarla korona önlemlerini protesto etmişlerdi. Ondan önce bankacılık skandallarını. Son yedi-sekiz senenin hikâyesi bu. Covid-19 salgınıyla beraber epey dallanıp budaklanan bir hikâye.

Sadece Hollanda’da değiller; neredeyse her yerdeler.

Aralarında sol görüşlü insanlar olmakla birlikte, esasen aşırı sağ hareketlerden besleniyorlar. Aşırı sağ da onlardan besleniyor. Ortak noktaları komplo zihniyeti. Hükümetten hazzetmiyorlar. Ama illa mevcut hükümetten değil; onun temsil ettiği her şeyden. Sistemden nefret ediyorlar.

Sistemin çökmesini istiyorlar.

Şu anda da çiftçilerin yanındalar.

***

Çiftçi eylemlerini takip ederken bu ‘diğer’ eylemcilerle sıklıkla karşılaşan NRC gazetesi ilgi çekici bir analiz yayımladı. Analizde, aşırı sağdaki Pegida gibi grupların bu eylemlere karıştığı anlatılıyor.

Ülkedeki aşırı sağcı ve faşist partiler de bu eylemlere büyük destek veriyor. Örneğin Hollanda’da giderek yükselen totaliter eğilimli, aşırı sağcı parti FVD’den bir milletvekili, çiftçilerle beraber katıldığı bir mitingde, sistemin çürüdüğünü ve gidişatın ‘normal siyasi yollarla’ değişmeyeceğini vazetti: “Demokrasi işleseydi yine de ‘bir şansımız var’ derdik ama durum bu değil. Sistem tamamen çökmeli ki gücü ‘tekrar’ ele geçirelim.”

Anti korona eylemleri yapanlar çiftçilerin yanında. “Kavganız kavgamızdır” diyorlar.

Esasında çiftçilerin bu desteğe pek ihtiyacı yok. Yeterince kalabalıklar ve traktörleri onlara gereken gücü veriyor ama onlar da toplumun başka kesimlerinin kendilerine katılmasından memnunlar.

Bu alışverişten kim kazanıyor?

Geçen yıl Hollanda’da büyük anti-korona eylemlerini organize eden Michel Reijinga “böylece görünüyoruz” diyor. “Daha görünür oluyoruz.”

***

İşin sırrı burada.

Görünür olmakta.

Son yıllarda aşırı sağ hareketler her yerde görünür oldu. Fazla görünür… Görünüyorlar. Sistemdeki huzursuzluktan besleniyorlar, liberal hükümetlerin insansız politikalarından besleniyorlar. Eşitsizlikten, siyasetçilerin aptallığından, piyasanın zalimliğinden, devletin iş bilmezliğinden, göç trafiğinden ve ekonomik krizlerden besleniyorlar. Büyük huzursuzluk enerjisini kendilerine çekiyorlar.

Solun itiraz etmesi gereken birçok şeye itiraz ettikleri için, bazıları onları ‘sol’ sanıyor. Bazıları kim olduklarına aldırmadan destek veriyor.

Toplumda faşizm böyle büyüyor.

Sadece Hollanda’da değil her yerde. Türkiye hariç değil.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.