YAZARLAR

Soğan, afedersiniz hıyar ve seçme hakkı

Hıyar, acayip hıyar bişey: Bu uzun İncemi İnce şey, sebze değil meyve; politikaya atılsa 100 bin imza toplayıp cumhurbaşkanı namzeti dahi olabilir. Bir de aynı kelimenin Farsçasını kullanıyorsunuz yiyecek (salatalık) oluyor, Arapçasını kullanıyorsunuz seçme hakkı “Bir işi yapıp yapmamakta, bir şeyi alıp almamakta serbest olma, muhayyerlik” anlamlarına geliyor. “Hakk-ı hıyar” da seçme hakkı demek.

Sizin de benim gibi “yemek” ile aranız iyi, hatta iyinin de ötesindeyse, muhtemelen soğanı da salatalığı da pek seviyorsunuzdur. Ne ilginçtir ki kültürümüzde bu iki yiyeceğin de kültürel kodları pejoratiftir. Hadi pejoratif demeyelim ama “gariban”dır soğan; bir nev’i yemeklerin “öteki”sidir. Cânım soğan, daha doğrusu soğanın kökü, yani “kuru soğan” fakirlikle, yokluk ve yoksullukla özdeşleşmiştir; zaten toplum içine çıkılmadan önce ya da mesai saatleri içinde tüketilmesi de pek hoş karşılanmaz. Nedense soğanın dalları (yeşil soğan) aynı soğanın köküyle (kurusuyla) benzer kültürel muamelelere maruz kalmaz: Soğanın kurusu, yemekler âleminin melül ve mahzun bir ferdidir; Sinemanın Nubar Terziyan’ı gibi çok sevilen ama başrolde oynamayan bir çilekeş, bir gastronomi-emekçisidir.

Ahmet Arif, görüşmecisinin gönderdiği yeşil soğandan mutlu olduğunu yazar İçeride’de. Nazım Hikmet Memleketimden İnsan Manzaraları’nda 1941’in Haydarpaşa Garı’nı tasvir ederken güneşi “bir baş yeşil soğan”a benzetir:

Merdivenlerin üstünde güneş
bir baş yeşil soğan
ve bir insan:
Ahmet Onbaşı.
Balkan Harbine gitti.

Ama işte kuru soğan böyle değildir. Aşık Mahsunî, Mevlam Gül Diyerek’te yiğidin düştüğü durumun vahametini onun yiyecek kuru soğanı bile olmaması ile teşbih eder. Yeşil soğanı güneşe benzeten Nazım Usta, iş kuru soğana geldi mi çark ediverir ve soğanı Mister Dalles’a 23 Cent ile Türkiye’de ne alınabileceğini anlatabilmek için kullanır:

sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz, koyun eti,
Ankara'da 23 sente,
yahut iki kilo kuru soğan,

Bugün 1 Doların 19 Lira olduğunu kabul etsek, 23 Cent bugün parasıyla 4 Lira 37 kuruş (437 kuruş) eder. Demek ki, şiirin yazıldığı gün 250 gramı 23 Cent olan koyun eti, bugünün dolar kuru üzerinden 1 Lira 748 kuruş edecekti. Nazım’ın yalancısıyım 1953’te 23 Cent’e yani 437 kuruş’a, Kore’de ABD askeri yerine ölebilsin diye bir adet Türk askeri de “satın alınabiliyormuş” (ya da Nazım’ın kelimeleriyle yirmi yaşlarında bir tane insan/ erkek,/ ağzı burnu, eli ayağı yerinde,/ üniforması, otomatiği üzerinde,/ yani öldürmeğe, öldürülmeğe hazır,/ belki tavşan gibi korkak,/ belki toprak gibi akıllı/ belki gençlik gibi cesur,/ belki su gibi kurnaz bir asker) bir de iki kilo kuru soğan. Demek ki kilosu bugünün parasıyla 218 kuruş'muş.

Doktor (Hikmet Kıvılcımlı) 1960’da Vatan Partisi yayınlarından çıkan Soğan Ekmek Kongresi’ni yazdığında da fiyatlar aşağı yukarı aynı sanki: Nazım 23 Cent’i yazdığı yıllarda (1953) 218 kuruş’a soğan alınırken Doktor’un kitabı çıktığında patlıcan 120 kuruş'a alınabiliyormuş. Doktor’a kulak kabartalım:

Talihin var da, gene,
Çalıştığın yerde
Şu devlethanene
Yatsı vakti dönebilirsen geri...
-Yaşasın Petrol şirketleri!
Kapı ardında, şip şak,
Kan kurutan gazocağını yak.
Mis gibi zehirlenip keyfine bak.
Hemen oracıkta,
Ne Allah verdiyse:
Tatlı biber,
Acı soğan...
120'ye mi dedin:
"Alçacık boylu
Kadife donlu"
Mor patlıcan?
Hepsini...
Yüreğinin yağıyla at tavaya:
Yana bildiğin kadar yan!
Barsakların guruldayıp
Miğden çaldıkça keman:
Başla hamsi gibi oynamaya...
Sana demişler bir garip çoban
Olamaz senin gümüşlü zurnan

Bugün o soğan Migros’ta tam 19.90; yani 1 Dolardan pahalı. Yeşil soğanın demeti (yaklaşık 200-250 gram) ₺10.90; demek ki 40 Liradan pahalı. Hep, hep, yeşil soğanı güneşe benzeten o Nazım’ın ve görüşmecisi yeşil soğan gönderdi diye mahpusta zil takıp oynayan o Ahmet Arif’in yüzünden bunlar.

Salatalık; affınıza mahsuben, nam-ı diğer hıyar-  “meyve”si,  kültürel olarak pejoratif olarak kodlanan yiyeceklerin en bilinenidir. “Hıyar herif!”, “Hıyar gibi dikilme!” deriz, kabakgillerden (Cucurbitaceae) bu meyveye. İnternette yazdığına göre “İtalyanca salata kelimesi 'tuzlanmış sebze, turşu' anlamına gelmekte olup, Türkçeye de bu dilden girmiştir. İtalyanca sözcük Geç Latince aynı anlama gelen herba salata deyiminden türetilmiştir. Bu sözcük Latince 'tuzlamak' anlamına gelen salare fiilinden gelir. Salata kelimesi turşu anlamını kaybederek modern anlamına evrilmiş, ancak 'turşuluk hıyar' manasında ki salatalık formu Türkçede orijinal anlamını korumuştur.”

Sevan Nişanyan, salatalığın o meş’um “hıyar”lığı ile ilgili olarak “Şeklinden ötürü benimsenmiş bir hüsnü tabir (euphemism) olduğu[nu]” söylüyor.  Nazım Hikmet, hıyarın acı bir lezzeti olduğunu söyler Her Kitabımın Son Sözü’nde.

Sen sanma ki sanatın
damağında tadı var
acı bir hıyar
lezzeti gibi...

Hıyar deyip de Abdürrahim Karakoç’un Hıyarname’sini anmamak olmaz. “…kıymetini bilmemek nankörlüktür Halka hıyar dağıtmak en büyük bonkörlüktür” dediği hıyarın bütün maharetlerini saya saya bitiremez Karakoç. Ama şiirin benim sevdiğim satırları şöyledir:

Nerde konuşan hıyar, nerde yürüyen hıyar
Peşinden milyonlarca dâhi sürüyen hıyar
Gün gelecek hepsini göreceksiniz elbet
Her hıyara statü vereceksiniz elbet
Belâgati yükselir hıyar yiyen adamın
Ruhuna revnak gelir hıyar yiyen madamın
Günümüz hıyar kesme, hıyar soyma günüdür
Vatan-millet aşkıyla hıyar oyma günüdür

Hıyar, acayip hıyar bişey: Bu uzun İncemi İnce şey, sebze değil meyve; politikaya atılsa 100 bin imza toplayıp cumhurbaşkanı namzeti dahi olabilir. Bir de aynı kelimenin Farsçasını kullanıyorsunuz yiyecek (salatalık) oluyor, Arapçasını kullanıyorsunuz seçme hakkı “Bir işi yapıp yapmamakta, bir şeyi alıp almamakta serbest olma, muhayyerlik” anlamlarına geliyor. “Hakk-ı hıyar” da seçme hakkı demek.

Unutmadan Migros’da kilosu da 44,90 olmuş; üstelik  hakk-ı hıyarınız da yok; poşetten ne çıkarsa bahtınıza.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.