YAZARLAR

Siyaset üstü siyasetiyle şekillenen aile ideolojisi

Anayasa değişikliği Gümüşel ailesinin iç nizamını topluma egemen kılma sonucu verecek derecede büyük tehlike oluşturuyor. Kadınlara, kız ve oğlan çocuklarına yönelik erkek şiddetiyle mücadelenin yerini aile içindeki şiddeti görmezden gelme politikası alacak demektir. Şimdi tüm muhalefet partilerinin takkeyi önüne koyup düşünme vakti geldi. İnsan haklarından soyutlanmış toplumsal düzene mi oy verecekler, demokratik bir toplum için insan haklarını ve özgürlükleri mi önceleyecekler.

Başörtülü kadınların haklarına anayasal güvence kılıfıyla getirilen AKP Anayasa değişiklik teklifi gerçekte erkek egemenliğini yeniden inşa (eril restorasyon) sürecine hizmet ediyor. ‘Aile toplumun temelidir’ iddiasıyla uyumlu şekilde toplumun temeline dinamit yerleştirmenin kestirme yolu bulunmuş gibi. Teklifin sunulmasıyla aynı günlere denk düşen 6 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesi olayı ışığında aile maddesini değerlendirmek kaçınılmaz. Üstelik 2012 yılında, HKG henüz 13-14 yaşında iken yargıya intikal ettiği halde üstünün örtüldüğü açığa çıktı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının iki yıldır iddianameden haberdar olmasına rağmen hiçbir gelişme yaşanmayışı da anayasada şekillendirilmek istenen aile ideolojisinin bir parçası olarak görülmeli.

‘Şüyuu vukuundan beter’ anlayışı, gerçekleşmiş bir kötülüğün duyulmasını önleyen siyasetin temel taşı. Duyulan kötülük topluma yayılır endişesine dayanıyor. Görece masumane bir yaklaşım gibi kabul edilir dindar muhitlerde. Hatta kimilerince yüksek değerli, hikmetli sözlerden sayılır. Gerçekte kötülüğün üstünü örterek halının altında giderek çoğalmasına yol açan bir politik tutum haline gelmiştir. Ailede, partide hatta camiada ve giderek geniş bir toplumsal kesimin kendi arasında, herkesin bildiği, ‘kasabanın sırrı’ sayılan halleri üretir bu anlayış. Daha ileri giderek düşününce bu ülkede dindar mahallenin adeta toplumun manevi mabedine dönüştürüldüğü söylenebilir. Aile ise o muhayyel mabedin sunak taşı hükmünde. Dindar kesimin zihniyet evreninde aileye dokunulmazlık kazandıran şey bu kötülüğün duyulmasını önleme çabası. Şimdi ise dindar kesimin düşünce dünyasını şekillendiren bu anlayışı, anayasa m. 41 değişikliği ile bütünlüklü bir toplumsal düzen haline getirmek istiyorlar.

Açık söyleyelim Anayasa m. 41 değişikliği Gümüşel ailesinin iç nizamını topluma egemen kılma sonucu verecek derecede büyük tehlike oluşturuyor. Kötülüğün yayılmasını önlemek için bulunan tek çare duyulmasını önlemek olunca iktidar aileyi korumacı yaklaşımıyla, şiddet verileri paylaşımını durdurmuştu hatırlanacağı üzere. Şimdi veri paylaşımını durdurmanın bir adım ötesine geçiliyor, değişiklik teklifiyle. Kadınlara, kız ve oğlan çocuklarına yönelik erkek şiddetiyle mücadele politikasının yerini aile içindeki şiddeti görmezden gelme politikası alacak demek gerekir. Nitekim 2011 yılında önce İstanbul Sözleşmesi’nin resmi çevirisinde ev içi şiddet tanımının kullanıldığı orijinal başlık değiştirilip aile içi ifadesi kullanılmıştı. 2012’de ise kadına yönelik şiddetle mücadele ve kadınların korunması için yapılan 6284 sayılı şiddet yasasının başlığına ailenin korunması ibaresi, kabine sürecinde yerleştirilmişti. Kadınlara, kız ve oğlan çocuklarına yönelik erkek şiddetiyle mücadele, peşinen bir aile engeline takılmıştı.

Son günlerin alevli tartışma konusu olan “siyaset üstü tutma politikası” hakkında yazmak niyetindeydim. Ancak Evrim Kepenek gayet güzel açıkladığı için yazısını buraya bırakarak, Derya Yanık’ın çabasıyla bir kere daha açığa çıkmış olan politik tercihi tartışarak konuya devam etmek daha yararlı olabilir. “Siyaset üstü” tutma siyaseti, bir politikasızlık halini işaret etmez. Tersine kökleri hayli derin ve ayrık otu misali geniş alana yayılıp dindar muhitin düşünce dünyasını şekillendiren politik tutumun terennümünden ibaret. Zihniyet dünyasında kapladığı alanın genişliği, siyaset üstü tutma halinin başlı başına siyasi tercih olduğu gerçekliğine görünmezlik etkisi yapar. Aynı zamanda tarihsel kökeninin derinliği, eleştirel düşünceden uzak olanlar için bu seçili politikayı, sorgulanamaz hale getirir. Dolayısıyla bu görünmez ve sorgulanamaz hale gelmiş politikanın etkisine aldanarak masumane kullananlar da aralarında hiçbir fark olmaksızın aynı amaca hizmet ediyor: Erkek egemenliğini yeniden inşa için ailenin kutsanması; kutsanan aileye kadınların, kız ve oğlan çocuklarının kurban edilmesi; devletin ev içi şiddete müdahale etmesinin önlenmesi.

Anayasa değişiklik teklifinin gerek başörtülü kadınların haklarını güvenceye almak iddiasıyla hazırlanan maddesi gerekse aile yapısını yeniden düzenleyen maddesi, birbirini tamamlayacak şekilde kurgulanmış, sosyal mühendislik girişimi olarak görülüyor. Yeni bir toplum inşa etme yolundaki iktidar, seçime çeyrek kala topal ördek konumunda olmasına rağmen geleceği, kadın düşmanlarının tahayyülüne göre şekillendirmek niyetinde. Böyle bir toplum tasavvurundan çıkan aile ideolojisine anayasal meşruiyet kazandırma girişimidir.

Aile kavramıyla isimlendirilen sosyolojik olgu, kurumsal bir yapı olarak kurgulandığında içindeki insan görülmez olur. İnsanın görülmediği yerde insan haklarının ve insan onurunun çiğnenmesi kaçınılmaz. Aile hakları kavramının icadı, aileerkillik diye bir kavramın uydurulması, erkek şiddetiyle mücadele mekanizmalarının başlığına aileyi koruma anlayışının yerleşmesi… Her biri bugünkü anayasa değişiklik teklifi yoluna döşenen taşlar. Şimdi tüm muhalefet partilerinin takkeyi önüne koyup düşünme vakti geldi. Takke malum başlık demek. Başlık ise geleneksel toplum düzeninde insanların aidiyet sembolü. Hangi cemaat, hangi din, hangi, millet hangi toplumsal statü gibi soruların cevabı başlıktan anlaşılırdı. Kimliğini, neyliğini tüm politikacılar çıkarıp bir karşısına koymalı anayasa değişiklik teklifine dair karar vermeden önce. İktidarın yolunu döşediği, insan haklarından soyutlanmış toplumsal düzene mi oy verecekler yoksa kimliklerine ve neyliklerine aldanmadan demokratik bir toplum için insan haklarını ve özgürlükleri mi önceleyecekler? Aile kavramını sosyolojik olgu olma halinden çıkarıp siyasal sistemin bir kurumu haline dönüştürme ideolojisinin insaniyet bilincine vereceği zararları hesap edecekler mi, göreceğiz.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.