YAZARLAR

Sınırları yok

Acılarından sanat üreten birinden bahsetmek, hangi tarafın acısından bahsettiğine göre politikleşebilir. Amaç, sanatın sınırsızlığı olduğu için bugün Fransız sanatçı Michel Nedjar’dan bahsetmenin sınır meseleleri, taraf tutmak ile ilgili olmadığını not etmek istiyorum. Hatta acının maalesef evrensel olduğunu, bir topluma mal olmadığını düşünerek, bu acıyı soğutan sanat üretiminin ilham verici yanlarının insanları birleştirmesini umuyorum.

Bu aralar sınırla ilgili problemleri olan bir dünyada yaşıyoruz. Orta Doğu’da kaybolan sınırlar, insanların hayatının birer rakama döndüğü inanılmaz bir trajediye sebep oluyor. Bizim buralarda hak ve hukukun sınırları bir tekmeyle devriliveriyor. Vikipedi’de özgürlük tanımı, "Özgürlük, hürriyet ya da erkinlik, birinin engellenmeden ya da sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi, yapabilmesi ve hareket edebilmesi durumudur" olarak geçiyor. Peki birilerinin sınırı benim sınırlarımı aştığında ne oluyor? Kimin sınırı nerede başlayıp bitiyor?

Sınır meseleleri içimizi çok sıktığı için, sınırları başkalarını çiğnemek için değil kreatif olarak aşan bir sanatçıdan bahsedelim ve kafa dağıtalım istedim. Daha önce yazdığım Ham Sanat – Art Brut serisine devam ederek, (Delilik akıl sağlığıdır; Sistemin yuttuğu radikal: Jean Dubuffet) bu koleksiyona dahil olan akıl sağlığı bozuk, suçlu ya da toplumdan dışlanmış sanatçıların aksine, bilinçli ve topluma dahil bir sanatçı olan, bununla birlikte çok sıra dışı eserleri olduğu için bu koleksiyona dahil olmuş Fransız sanatçı Michel Nedjar’dan bahsetmek istiyorum. 2015’te 110 eserini Lozan’daki (ve dünyadaki tek) Art Brut Müzesi’ne bağışlayan sanatçının eserleri müzenin farklı sergilerinde ve kalıcı koleksiyonunda parça parça gösterilirken, 2023’te sanatçıya özel kapsamlı bir sergiyi görme fırsatım oldu. Sanatçı, müzeye sergisi için 39 eser daha bağışlayarak farklı serilerinden işlerin gösterilmesini sağlayarak bir yolculuğa şahit olmamızı mümkün kılmış.

Sanatçının hayatına giriş yapmadan önce söylemeliyim ki, bu yazıyı yazarken bile sınırlara takılmaktan korktum. Çünkü üzerine yazmak istediğim sanatçı Michel Nedjar’ın Yahudi Soykırımı'nın ardından ardından Cezayir ve Doğu Avrupa'dan Fransa'ya göç eden Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1947'de Paris'te dünyaya geldiğini öğrendim. Nedjar’ın pek çok yakın akrabası öldürülmüş. Sanatçı, 1960 yılına kadar çocuk aklıyla trajedinin pek farkında olmamış. Nedjar’ın dönüm noktası, 1960’ta Alain Resnais'in "Gece ve Sis" filmini izlemesi ve imha kamplarının dehşetini görmesi olmuş: "İçimde her şey çöktü… Artık diğerinin beni öldürebileceğini biliyordum. Kendimi cesetlerle özdeşleştirdim. Şiddeti hissettim." Bu tarihten sonra hem yaptığı bebek heykellerde hem çizimlerinde o şiddeti yansıtmış. Tam da bugün konuya baktığımızda, acılarından sanat üreten birinden bahsetmek, hangi tarafın acısından bahsettiğine göre politikleşebilir. Amaç, sanatın sınırsızlığı olduğu için bugün Nedjar’dan bahsetmenin sınır meseleleri, taraf tutmak ile ilgili olmadığını not etmek istiyorum. Hatta acının maalesef evrensel olduğunu, bir topluma mal olmadığını düşünerek, bu acıyı soğutan sanat üretiminin ilham verici yanlarının insanları birleştirmesini umuyorum.

BÜYÜLÜ, GİZEMLİ BEBEKLER

Michel Nedjar’ın sanatla olan ilk bağı ailesinin terziliği sebebiyle olmuş. Büyükannesi kumaş ticareti yapan Nedjar’ın babasının da bir terzi dükkanı varmış. Bu dükkanda çıraklık yapan sanatçı, 1960'ların sonlarında (serginin olduğu müzenin kalıcı koleksiyonunda görebileceğiniz) ham sanatın bir başka ressamı Aloïse Corbaz'ı keşfediyor. Corbaz’ın oldukça kişisel hikayelerini resmetmesi, kullandığı renkler ve tarzı, Nedjar’a da sanat üretimi yapması için ilham veriyor. 1970'lerde bebekler yapmaya başlayan sanatçı, aynı dönemde tüm Avrupa'yı, Kuzey Afrika, Asya, Meksika ve Guatemala'yı gezerek halk sanatı ve halk büyüsü gelenekleriyle ilgili uygulamaları, özellikle büyülü, ruhani amaçlarla kullanılan bebekleri gözlemliyor.

1976'da Paris'e dönen ve bir depresyon halinde olan Nedjar, ilk yaptığı, göze daha estetik gelen bebekleri yerine kumaş parçalarından yapılmış, yeni tuhaf görünümlü bebeklerini üretmeye başlıyor. Hakikaten gördüğünüzde rahatsız olacağınız bu bebekler, kaba, arkaik figürler. Çöp kutularından ve bit pazarlarından malzemelerle yapılan, (bazen kan da katılan) sıcak çamur ritüel banyosuna bastırılan bu bebeklerin gözleri ve ağızları yerine delikler var; bazılarının kafası yok ve yalnızca belirli uzuvları var. Kendisini modern toplum ile arketip arasında bir tür araç olarak gören sanatçı, gizemli bebekleri ile ölüme ve fiziksel acıya gönderme yaparak Nazi politikalarının kurbanlarını onurlandırmak istemiş. Bu deforme, insanı rahatsız eden bebekler, sergide sizi ilk karşılayan eserler. Belki de birçok kişinin tekrar bakmak istemeyeceği bu eserler, o kadar güçlüler ki resmen ortamda gerilim yaratıyorlar. Aslında ham sanatın kerameti işte tam da bu: Eserlere bakanın, izleyenin ne düşüneceğini umursamayan bir tavır; sadece üretmek için üretmek. Bırakın evimde olmalarını, o bebeklerle bir odada uzun süre kalmak istemesem de yarattıkları o ham etki hakikaten çok güçlü olduğu için bir hayranlık duyuyorum gözümü başka tarafa çevirerek...

SEYAHAT AŞKI VE İSTANBUL'UN ERMİŞİ

Nedjar’ın "Chairdâmes" isimli bu bebek sınavını geçebilirseniz, içeride daha farklı, renkli ve uzun uzun incelemek istediğiniz seriler sizi bekliyor. 1990'larda Michel Nedjar, oyuncak bebek yapmayı bırakıp resim ve çizim yapmaya başlamış. Ki resimlerinden bir seriye "bize" dokunduğu için geri döneceğim. Bebek yapmayı bırakan sanatçı, yakın arkadaşları AIDS'ten öldükten sonra belki de rehabilite olmak için tekrar bebek yapmaya başlamış. Bu bebekler, ilk serilerden farklı, renkli ve daha yumuşak görünümlü, yine de halen standardın dışında, heykel görünümlü bebekler. Tekstilleri birbirine diktiği, büyük, yine biçimsiz ama bu sefer rengarenk ve karışık formlar yarattığı eserler. Sanatçının en sevdiğim serisi ise 1998'de başladığı, sanatçının seyahat ve keşif sevgisine işaret eden "Seyahat Bebekleri" serisi. Nedjar, "Seyahat Bebekleri" serisinde sanki bir seyahat günlüğü tutar gibi, seyahatlerinden getirdiği taşlar, kağıt parçaları, deniz kabukları ve kumaşlar gibi hatıra eşyaları birleştiriyor. Her zaman biletler, broşürler, farklı görseller ve yazılarla seyahat defterleri yapma hevesinde olan (ama çoğu zamanda üşenen) ben, Michele Nedjar’ın bu bambaşka seyahat günlüğü yorumuna bayıldım. Basılı görsellerden, her türlü broşürden, fotoğraflardan ve ambalajlardan oluşan kompozisyonlar, kumaş veya kağıt üzerine dikilerek bir araya getirilmiş. Bu kolajlara bakıp anlam çözmeye çalışmak, sanatçının hangi ülkeye, şehre işaret ettiğini tahmin etmek, anılara bakmak pek eğlenceli ve kafa açıcı...

Sergide de gördüğüm, Nedjar’ın seyahatlerinden biri, resimlerine konu olan İstanbul seyahati. Michel Nedjar, 2005’te İstanbul’a geldiğinde Galata Köprüsü’nde gördüğü bir adamdan çok etkilenmiş. Adamın adeta ışık saçan bir ermiş gibi olduğunu düşünmüş. Bu sadece anlık bir görüntü olsa da Nedjar Paris’e dönünce neredeyse trans halinde bu adamın yüzünün resimlerini çizerek bir seri oluşturmuş. Geometrik desenlerden oluşan bu portre serisine Kalata adını vermiş sanatçı. Şehrimizin ışığı, bakışları, şimdi başka şehirlere yansıyor anlayacağınız.

SINIRLARI YOK!

Son bir kapı açıp Michel Nedjar’ın stüdyosuna gidiyoruz; çünkü Nedjar’ın neredeyse eserleri kadar stüdyosunda çekildiği fotoğraflar da meşhur. Yerden tavana kadar eşyalar, rengarenk kumaşlar ve ıvır zıvır koleksiyonuyla dolu olan, bitirilmiş bebeklerin tavandan sarktığı, her yerden bir malzeme fışkıran inanılmaz kaotik bir ortamda üretim yapıyor sanatçı. Bu stüdyo, tam Nedjar’ın kafasının içi gibi diye düşündüm... Sınırsız, kaotik, düzene uymayan sanatçının birebir yansıması. Sınırların olmadığı, yaratıcılığın fışkırdığı bu daha güzel dünyadan, pek de hoş olmayan gerçek sınırlı dünyaya selamlar!

 

 


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.