YAZARLAR

Denizin dibinde bir balık

Toplum, sosyopolitik dinamikler, ekonomi, doğa; deve dikenleri, sinekler, gökkuşakları, kesikler. İlerleme-gerileme. Serkan Yüksel her zamanki gibi çok endişelenen, kafa yoran, işaret eden ince ruhuyla, katmanlanan, yeni medyumların, biçimlerin de katıldığı hikayesini sürdürmeye devam ediyor.

Bu yazı, Serkan Yüksel’in sanat üretimi ile ilgili 2015’ten beri dördüncü yazım olacak. Böyle birkaç sanatçı var uzun zamandan beri adım adım takip edip yazdığım. Bana oldukça keyif veren ve benzersiz olduğunu düşündüğüm bir süreç bir sanatçının yolculuğunu, değişimlerini, yeni deneyimlemelerini izlemek. Sanki beraber bir yol yürüyoruz. Serkan Yüksel ile yolculuk etmek, çok güzel bir manzaraya bakarak yol alırken görüntülerden keyif alıp, diğer yandan hafızanın kafanı meşgul edip huzurunu kaçırması gibi.... Ortaya çıkan işlerin incelikleri, detayları artıyor, iyice hayran olunası görüntüler ortaya çıkıyor ama anlatılanlar ülke durumu ile paralel olarak iyice içinden çıkılmaz hissiyatı yaratan bir hale bürünüyor.

FİKİRLERE ÜŞÜŞME

Ecdadımız da ecdadımız... Sakıp Sabancı Müzesi’nde son Halife Abdülmecid Efendi’nin hayatını anlatan ve ressam halifenin eserleri ile bizi buluşturan bir sergi olmuştu. Sergiyi gördüğümde modern hayata karşı gelmek için sürekli ecdadını sayıklayanlar keşke sergiyi gidip bir görse diye düşünmüştüm. Ecdadınızın ailesinin kadınları Avrupai giyiniyor, sarayda piyano çalıyor, son halifeniz ressam hanımlar beyler... Kurtuluş Savaşı’nı da desteklemiş üstelik. Hayallerinizi yıkmak gibi olmasın ama koskoca imparatorluğu cahil cühela yönetmemişler. 2024 yılında hala onu bunu biraz da kendi buyurdukları dini vecibelere aykırı diye kötüleyen ecdadcılara bir kötü haber de Fatih Sultan Mehmet’ten geliyor biliyorsunuz; sekiz dil bilen padişah, 1480’de Bellini’ye portresini yaptırıyor. Sultanlık dizilerde görüldüğü gibi orada burada racon kesmekten ibaret değil. O halde size bir portre de Serkan Yüksel’den geliyor; bu portrede Sultan elinde gül değil, deve dikeni tutuyor. Kendini koruması lazım çünkü onu pek sahiplenen ecdadcı sinekler üzerine üşüşmüş... Sultan’ın kanını emip içini boşaltacak gibiler; çünkü sadece tapınacak bir görüntüye ihtiyaç var, gerisi mühim değil.

Serkan Yüksel’in x-ist’te devam eden "İlerleme-Gerileme" sergisi boyunca sinekler, peygamber devesi, deve dikenleri, gökkuşakları, hikayelerini birbirine bağlanan (cut out) kesilerek yapılmış resimlerde önümüze çıkıp duruyorlar. En beğendiğim eserlerden "Burun Ucu", hem daha önce kadınların yüzüne sineklerin konduğu resimlerinin bir devamı hem de bu serginin bir özeti gibi... İstanbul Sözleşmesi feshi ile beraber kadınların üzerine konan sineklerden korunmaya çalışıyor kadınlar, doğada sinek kapanı görevi gören peygamber devesi kolları ile. Artık belli bir kesim gördüğünde kendilerinde anlamından bağımsız bile rahatsızlık yaratan gökkuşağı, bir şimşeğe dönüşmüş. Bu resim, sergideki heykellerden biriyle bir dayanışma halinde: Yüksel’in kızına ithafen yaptığı, dev peygamber devesi kolları olan, çocuk kıyafetleri giymiş bir heykel ile... Serkan Yüksel, senelerdir annesinin kullandığı, çocukluğundan hatırladığı paftaları keserek resimler yapıyordu. İlk kez paftayı gerçek kullanımına uygun olarak değerlendirip bir çocuk kıyafeti yapmış. Bunu yaparken bütün huzursuzluğa rağmen biraz da eğlenmek istemiş. Ünlü dizi 'Wednesday’deki karakter gibi düşünün bu çocuğu diyor; biraz sert, biraz ters, pabuç bırakmayacak, kendini koruyabilen bir çocuk bu... "Toplumda bir uyumsuzluk var," diyor sanatçı. Birileri çocuklarını anlayışlı, hakkaniyetli yetiştirmeye çalışırken bir kesim tam tersini yapıyor. Ne kadar zararlı olursa olsun, eşitliği bozarsa bozsun, bir şekilde bir çıkarı varsa herhangi bir fikre üşüşülüyor. Hakkaniyeti sinekler kaplıyor...

"İlerleme-gerileme halindeyiz," diyor, sanatçı. Sineklerin üşüştüğü, gökkuşaklarının büzüştürüldüğü ortamda hala nefes aldığını zanneden bir balığa benzetiyor bizi. Sergide bulunan balık heykeli de ilerleye gerileye çıkmış ortaya. Yüksel 2001’de heykel bölümünde öğrenciyken abisine akvaryumuna koyması için bir balık kılçığı heykeli yapmış. Heykel hakikaten de 4 sene akvaryumda durduktan sonra, sanatçı yeni bir fikirle heykeli geri almış ve üzerine bir çubuk eklemiş. Yakalanmış bir balık kılçığı heykeli ortaya çıkmış doğanın durumuna işaret etmek için. Yakaladık ama balık ölü... Sonraki dönemde metal çubuğu bükmüş, en son 2021’de bir mantar eklemiş üzerine. Sanki balığı (bizi) üstten tutan bir şey var gibi, boyumuzu geçen bir mantara kafamızı kaldırıp bakıyoruz sergide. Denizin dibinde o balık kılçığı ile bir ileri bir geri gidip geliyoruz. Heykelin karşısında bize bir balık resmi ikram ediliyor: "Küçük Porsiyon". Dünyada giderek daha büyük bir sorun haline gelecek olan gıda sıkıntısı, bizzat yaşadığımız ekonomik daralma, kendimizi kandırma halimiz. Tabakta üç çatal var, bir balık kılçığı, yarısı yenmiş yarısı yenmemiş bir başka balık ve üşüşmüş sinekler... Sebep-sonuç ilişkisi yaratamamış insanlar, söylemlere ve doyduklarına inanmaya çalışıyorlar. Kancaların çektiği (hala denizde miyiz ki?) bükülen çatallar sürreal bir hava yaratıyor. Bu tatsız bir rüya olmalı...

Tatsız rüyalar, sanatçının üç defterinde devam ediyor. Serkan Yüksel’in on senelik bir defter tutma geçmişi var ve ilk kez defterlerini paylaşmaya karar veriyor. Defterler 1950’lerden beri kullanılan bir katmanlama sistemi ile kesilmişler. 2017, 2020 ve 2023 yıllarında yapılan defterlerin ikisini pandemiden hemen sonra görüp hayran olmuştum. Acayip bir el emeği olan defteler bir pandemi ürünü çünkü. Sokaklarda boşluklar, aç kalıp ölen hayvanlar ruhumuzdaki oyuklar gibi oyulmuşlar; bir bağ kurma çabasına dönmüşler. Sokaklardan ülkeye açıldığımızda Akbelen’de Kaz Dağları’nda yaşanan felaketler, tahrip, göz yumma, doldurulamayan oyuklara dönüşmüş. Topografik haritaların çizimlerinden referansla kesilen defterler, bereketli toprakları sürekli kazılmasına, eşelenmesine bir gönderme.

Toplum, sosyopolitik dinamikler, ekonomi, doğa; deve dikenleri, sinekler, gökkuşakları, kesikler. İlerleme-gerileme. Serkan Yüksel her zamanki gibi çok endişelenen, kafa yoran, işaret eden ince ruhuyla, katmanlanan, yeni medyumların, biçimlerin de katıldığı hikayesini sürdürmeye devam ediyor. Artık ben bu ülkeden uzakta yaşarken, ülkeye uzaktan bakıp bakıp renklerine, inceliğine, özene bezene yaratılmış detaylarına iç geçiriyorum, ne kadar güzel diyorum. Diğer yandan düşündükçe enkazı kalkmamış depremlerin, giderek daha da kaybolan adaleti ağırlıkları ruhumu oyuyor; uzakta kalmak şimdilik iyi belki de diyorum. Denizin dibinde bir ileri bir geri gidip sürüklenen bir balığım; oltamdan kopamıyorum. Her şey aynen Serkan Yüksel’in resimleri gibi. Bugünkü hayatımızın mümkün olan en iyi arşivlerden biri bu eserler olsa gerek.

Serkan Yüksel’in "İlerleme-Gerileme" sergisi 30 Mart 2024’e kadar x-ist’in Karaköy Juma Binası’ndaki mekanında.


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.