YAZARLAR

Sınıf mücadelesi, haddini bilmemektir!

Bu yazıyı, “sınıf”ını bilene, bilmeyene; bilse de bilmese de, sınıfının içinde olana, ölene, dirilene, mücadele edene adamış olayım. Eski yazılarımdan bazı bölümlerin altına yeni imzamı, yeniden yine atarak!

“Tarihin motorunun sınıf mücadelesi olduğunu” düşünüp söylerken, Marx, 2022 Türkiye’sinde “sınıf mücadelesinin motoru”nun bizatihi “motorcular” olduğunu da öngörmüş olabilir miydi?
Bilmiyoruz.
Birçok şeyi öngörmüş, kimi görmek istemediği gibi olmuş, kimi asla görmek istediği duruma kavuşmamış olursa olsun; “sınıf mücadelesi” de onun gibi ölüp ölüp diriliyor işte!

Dünyanın en bireysel sayılabilecek işlerinden birini, hem de örgütsüz ve uçarı, bazen kuralsız ve ölümüne yapan “gençler”; kimi pembe kasketli, kimi turuncu yelekli, kimi mavi gömlekli…
Diğerlerinin de “kendileri gibi” olduğunu…
Sadece renklerin benzer ya da farklı değil, sınıflarının aynı olduğunu…
Sadece motorlarının beygir gücünün değil, kendilerinin de bir gücü bulunduğunu…
Sadece motorlu kurye değil, işçi olduklarını omuz omuza hissedebiliyor işte!

Bu yazıyı, “sınıf”ını bilene, bilmeyene; bilse de bilmese de, sınıfının içinde olana, ölene, dirilene, mücadele edene adamış olayım.
Eski yazılarımdan bazı bölümlerin altına yeni imzamı, yeniden yine atarak!

“Ölmeyince daha az dikkat çekiyorlar.
O yükseklikten onar onar düşmeyince, öyle herkesin sempatisi olamıyor. Hakkını, rızkını, emeğinin ‘karşılığı’ demeyelim de, ücretini dahi alamayınca, ‘Fıtratında var ölüm’ denmesine tahammül edemeyince ‘çok ilginç’ olamıyorlar.
Çünkü yerde ölüsü yatarken, ‘sınıf mücadelesinin yenik ordusu’ onlar.
Ama ayakta ya da gökte dirisi mücadele ettiğinde, medyasından holdingine, sermayenin yeşilinden akından beyazına, can sıkıcı bir ‘hak arama ve sınıf mücadelesi’ne dönüşüyor.
Hem de, irtifaa bakarsan, vinç üzerindeki işçileri görürsen, ‘Yüksek düzeyde bir sınıf mücadelesi.’
(2014 Ekim’inden, gökdelen inşaatı asansörüyle düşüp ölen arkadaşları için vincin tepesine çıkan işçilere dair)

Hükümet bile gazeteciler için de iş güvenliği yasasını çıkarmak isterken, o günkü büyük medya, dönemin Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan'ın kızının mayolu fotoğraflarını günlerce yayınlayıp şantaj yaparak caydırdılar.
'Şantaj' hep iktidar mücadelesi değildi. Bazen çalışanlar üstünde iktidar meselesi, bildiğin sınıf mücadelesi idi."
(2012 Mart’ından)

“Milletim kuşak kuşak ‘sınıf farkı’nın, ‘sınıf çatışması’nın ne "komonist, kominist" şey olduğunu belledi.
En çok da inançlı, milliyetçi yoksullar.
Sanki ‘sınıf farkı’ denen şey Marx'ın icadıydı; yani yoktu da, varmış gibi gösteriliyordu cebren.

Ahali kendi sınıfını, maruz kaldığı ayrımcılıkları filan boş verdi; sınıfların olmadığını sille tokat, küfür kıyamet, katliam cinayet ispata soyundu, buna sevk eden ağalara, paşalara, patronlara, hocalara, başbuğlara, reislere, beylere, efendilere alkış tuttu.

Netice şuydu:
‘Komünizm her görüldüğü yerde ezilecek’ti…
Lakin halkımın, milletimin, ırkımın, efradımın, ceddimin ve neslimin önemli kısmı da, hor görüldüğü ve insan görülmediği her yer ve her şeraitte zaten ezilecekti.
Elbet solun nice çeşidinde de yüze göze, kana ve gözyaşına bulaştırılan sınıf mücadelesi anlayışı vardı. Anlayışsızdı!

Sistem, ‘sınıf atlayışı’nın başarı timsallerini; sıfırdan milyoner olanı, reaya iken ağa haline geleni, mum ışığında okuyanı, hiç okumadan büyük adam çıkanı tamamen ‘kutsal emek ve çalışkanlık’la izah ediyordu.
Çalışırken hakkını talep etmek ve her emeği kutsal saymaya teşebbüs etmek ise ‘Anayasa'yı değiştirmeye, ilgaya teşebbüs’ sayıldı.

Cezası bir zamanlar idamdı.
Her zaman sürgündü, fişti, hapisti, işkenceydi, suikasttı; üniversiteden, ordudan, işten, okuldan, memuriyetten, camdan atılmaktı.
Kitap toplatılması, yakılması, yazarların, direnenlerin kırıp geçirilmesi idi.

Kim gelirse gelsin iktidar koltuğuna; bizzat kendilerinin yazıp onayladığı onca anayasadaki, ‘Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz’ diyen maddeyi her gün, yorgunlarsa gün aşırı ihlal edip bir yandan da ‘sınıf farkı’ndan bahsedenlere diş bilediler.

Ama siz de bizde onlar da, sınıf farkını; doğarken, okurken, çalışırken, çalışamazken, ölürken öğrenememişsek hala;
Hakkaten imtiyazsız, sınıfsız, zümresiz kaynaşmış bir kitleyizdir belki!”
(2006 Ekim’den)

Özgürlük mücadelesi verenlere niye böyle yapıyorsunuz. Bu olaylar bizi çok üzüyor. Yaşanan olaylardan dolayı şu anda ben de endişeliyim, kaygılıyım. Protesto hakkını kullanan insanlara polisin şiddetini kınıyorum. Bu olayları aktarmayan medyayı da kınıyorum. Çok ciddi protestolar, olaylar ve eylemler yaşanıyor. Medya kuruluşları bu olaylara adeta kör, sağır ve dilsiz kalmışlardır.”

Bu son alıntı da Haziran 2016’dan.
Yazımdan ama benim sözlerim değil.
Marx’ın da değil.

Söyleyen Cumhurbaşkanı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı.
Fransa’daki olaylar ve “sınıf mücadelesi” için söylemiş!
Burası için değil!

Zaten ana fikir şu:
Orada sınıfını bil, burada haddini!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.