YAZARLAR

'Sadece insan olmak istiyoruz'

Tüm yazdıkları aynı temel ilke üzerine biçimlenmiştir: İnsan onuruna sahip çıkmak. Yılgınlık, bireycilik, kaçış vb klişelerin tersine, “bunalım edebiyatı” ya da Demir Özlü’nün yaşamı boyunca izini sürdüğü ilk kitabına adını veren Bunaltı, tam da bu sahip çıkışın ürünüdür.

Kayıtlara bakılırsa 13 Mart 2003 Cumartesi günü Beyoğlu’nda bir kitabevinde Bunalım Edebiyatı’nı konuşmuşuz Demir Özlü’yle. 

Kim ne anlattı orada, hatırlamıyorum. Bizim dışımızda düzenlenen toplantıda ilk kez bir araya gelmiştik. Daha önce tanışmıyorduk. Kitabevi çıkışı gittiğimiz yemekteyse kırk yıldır konuşuyor gibiydik. Sonrasında ne yazık ki pek sürmedi bu muhabbet. Ağırlıkla yurt dışındaydı. Ve yine bir cumartesi, 13 Şubat 2021’de aramızdan ayrıldı.

Türkiye siyasal yaşamında olduğu kadar edebiyat çevrelerinde 50 Kuşağı olarak anılanlar başta olmak üzere birkaç kuşağın yaşamında belirleyici rol oynayan Türkiye İşçi Partisi’nin 60. kuruluş yıldönümüydü 13 Şubat. Her ne kadar 1964’de partiden ihraç edilse de Özlü, TİP’i ortaya çıkartan temel ilke ve hedeflere yaşamı boyunca bağlı kaldı. Tüm yazdıkları aynı temel ilke üzerine biçimlenmiştir: İnsan onuruna sahip çıkmak.

Yılgınlık, bireycilik, kaçış vb klişelerin tersine, “bunalım edebiyatı” ya da Demir Özlü’nün yaşamı boyunca izini sürdüğü ilk kitabına adını veren Bunaltı, tam da bu sahip çıkışın ürünüdür. Bunaltı’yı yayımladığında henüz 23 yaşındadır. 85 yaşında veda ettiği hayatın kırk yıldan fazlasını sürgünde geçirdi, son nefesini sürgünde verdi.

A TAKIMI-İLK MODERNİSTLER

Özlü’nün de aralarında olduğu, ilk ürünlerini 1950’lerde veren sanatçılar, edebiyatçılar, cumhuriyetin ilk kuşaklarındandır. Türkiye dahil olmasa da sınırlarında cereyan eden, rüzgarının içeride anbean hissedildiği İkinci Dünya Savaşı yıllarının çocuklarıdır. Gençlik yıllarınaysa Soğuk Savaş hakimdir.

Onuncu Yıl Marşı’yla büyümüşlerdir:

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan

Gözlerini şiire, edebiyata çevirdiklerinde yedi düvelle baş etme, “Orda bir köy var uzakta” söylemi hükmünü yitirmiş, Dalgacı Mahmut’uyla Süleyman Efendi’nin nasırıyla Garip öne çıkmıştır. Ne Anadolu dünyanın merkezidir, ne de bir Türk cihana bedel. Onları yetiştiren “muasır medeniyet”, “aydınlanma”, “hümanizm” gibi “ülküler” de terki diyar etmiştir gençlik yıllarının Soğuk Savaş ikliminde. Amerikan rüzgarıyla donanmış taşra muhafazakarlığı iktidardadır.

Etrafa baktıklarında dünyanın ve zamanın taşrasına hapsedildiklerini görürler. Sartre’da, Camus’de, Kafka’da bulurlar hallerinin, hislerinin tercümesini. İlk sayısı Nisan 1956’da yayımlanan a dergisi, bu kuşağın ürünüdür.

Ferit Öngören, Kemal Özer, Hilmi Yavuz, Onat Kutlar, Konur Ertop, Demir Özlü, Erdal Öz, Doğan Hızlan, Ülkü Tamer, Adnan Özyalçıner... derginin öne çıkan isimleri. Hemen tamamı İstanbul Üniversitesi edebiyat ve hukuk öğrencisi. K. Özer, H. Yavuz, Ü. Tamer’in yolculuğunda şiir; D. Özlü, E. Öz ve A. Özyalçıner’de öykü; D. Hızlan’la K. Ertop’ta eleştiri, inceleme ağırlık kazanacaktır. Öngören ise bu takımın karikatür ve çizimdeki temsilcisidir. Önceki kuşaktan Edip Cansever, Asım Bezirci, Yusuf Atılgan da eşlik etmektedir a takımına.

50 kuşağından bazı isimlerin yolculuğunda a dergisi öncesinde Attila İlhan’ın önderlik ettiği Mavi deneyimi var. 1952-1956 yıllarında yayımlanan Mavi dergisi, Demir Özlü’yle Ferit Edgü ve Orhan Duru’yu da buluşturur. Bu üçlünün ilk gençlik yıllarında başlayan yazı-edebiyat, gönül birliği yaşam boyu sürecektir.

***

50 kuşağı, edebiyat ve sanatta Türkiye’nin ilk modernist hareketlerine öncülük edecektir. Edebiyatı aşan; resimden tiyatroya, sinemaya uzanan açılımlar dahil bu öncülüğe. Güzel sanatlar eğitimi alan Edgü’nün resimle, plastik sanatlarla ilişkisi daima edebiyatla at başı gider. Kuşağın resimdeki temsilcisiyse a dergisi çevresiyle aynı dönemde İstanbul Üniversitesi’nde sanat tarihi öğrenimi gören Yüksel Arslan’dır. O da a takımındakiler gibi Baylan müdavimidir.

Onat Kutlar’ın Türkiye’de sinema sanatını, çevresini, izleyicisini temelden etkileyen Türk Sinematek Derneği’nin kurucusu olduğu (1965) unutulmasın. Sinematek Ankara şubesi de yine a çevresinden Erdal Öz tarafından kurulur. Ülkü Tamer’in edebiyat ve yayıncılıktan önce tiyatroya hayli emek verdiğini, uzmanlık düzeyinde sinema tutkunu olduğunu anımsatalım.

Şiirde ikinci yeni hareketinin öyküdeki karşılığı büyük ölçüde a dergisiyle biçimlenir. Yerleşik edebiyat anlayışının, anlatım biçimlerinin sınırları onlarla genişler. Betimleyici, güncel ve dışsal gerçekliğe karşı dururlar. Yazdıklarında olgu-olay anlatımının ötesinde, kurgu ve imge ön plandadır. Nakledici değil, sorgulayıcıdırlar. Edebiyat ve her tür anlatı, her şeyden önce bir dil işidir. Her biri kendi dilini kurma, oluşturma peşindedir. Görsellik de aynı şekilde dil üzerinden biçimlenir.*

Ferit Edgü’nün sürgün asker köy öğretmenliğinden ürettiği O adını taşıyan romanının sinemaya uyarlanması rastlantı değil. 1977’de yayımlanan romanı Onat Kutlar senaryolaştırmıştır. Hakkari’de Bir Mevsim, 1982’de filme alınmıştır. (Yönetmen: Erden Kıral) Demir Özlü’nün 1963’de yayımlanan Soluma kitabındaki Derine öyküsünü yeniden yorumladığı Bir Beyoğlu Düşü de (1985) bir başka sinema klasiğine temel oluşturacaktır: Hayallerim, Aşkım ve Sen.

Edgü ve Kutlar’ın bir dönem reklam sektöründe çalıştıklarını anımsayalım.

GÖNÜLLÜ-ZORUNLU, DAİMİ SÜRGÜN

Hukuk öğrenimi gören Özlü ve Kutlar’la güzel sanatlar eğitimi alan Edgü’nün yolları 1960’ların başında Paris’te kesişir. Üçü de farklı ilgilerinin, uğraşlarının yanında felsefe okumaktadır orada. İçlerinde asli formasyonuna bağlı kalan sadece Özlü’dür. Ülkeye dönüşünde mezun olduğu fakültede Hukuk Felsefesi ve Metodoloji kürsüsüne asistan olur. Ne var ki akademik kariyeri yarıda kalacak, siyasal görüş ve faaliyetleri nedeniyle işine son verilecektir.

Gerçi siyasal seçimini ve çalışmalarını örgütlülüğe taşıdığı Türkiye İşçi Partisi, üniversiteden de önce; daha 1964’de ihraç etmiştir onu.

Üniversiteden uzaklaştırılınca askere alınır. Bu kez yedek subay okulundan kıtaya çıkarılır; sakıncalı çavuş olarak Muş’a sürgüne gönderilir. Askerlik sonrası, 12 Mart 1971 darbesinin ardından kısa bir süre tutuklanır. O dönem aranmakta olan Deniz Gezmiş’in avukatıdır.

Partiden, üniversiteden atılma, askerlik serüveni büyük ölçüde otobiyografik nitelikteki ilk iki romanına temel oluşturur: Uzun Sürmüş Bir Sonbahar (1976), Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları (1978).

Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları, Demir Özlü, Derinlik Yayınları, 1979

Başta bu romanlar ve Özlü’nün diğer yapıtları aynı zamanda 1950’lerden 1970’lere uzanan dönem merkez üssü Beyoğlu-Taksim çevresi olan bohem hayatından kesitler taşır. İlerleyen yılların siyasal şiddeti birçok şeyle birlikte o bohemi de yok edecektir.

Bir Uzun Sonbahar, Demir Özlü, Koza Yayınları, 1976

 

Ve daha önemlisi, hayat yok edilmektedir: 20 Kasım 1979’da fakülte yıllarından hocası-arkadaşı Profesör Ümit Doğanay’ın, 7 Aralık’ta sosyoloji profesörü Cavit Orhan Tütengil’in pusu kurulup sokakta kurşunlanarak öldürülmelerinin ardından Özlü, ülkeyi terk eder. Beş yaşındaki oğlu, Teneke Trampet romanın kahramanı Oskar’la aynı kaygıyı, aynı ruh halini yaşamaktadır:

Baba ben büyümek istemiyorum, büyünce insanı öldürüyorlar.

Öldürülmeyenler de Özlü’nün gençlik yıllarından 44 yaşında gönüllü -fiilen zorunlu- sürgüne gidişine dek yaşadığı üzere düzene uygun bulunmayan seçimleri, hareketleri, ilişkileri, hasılı kimliği nedeniyle daima “kısmi vatandaş” muamelesi görecektir. Nihayet, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası yazdıkları ve “yurda dön” çağrısına uymadığı için yurttaşlıktan da çıkarılır. Sürgün, zorunluluk ve resmiyet kazanır. İlk iki romanın devamı niteliğindeki Bir Yaz Mevsimi Romansı (1990), 12 Mart’tan sürgüne uzanan süreci ve sürgünü konu eder.

***

Sürgünün öncesi de farklı değildir. Henüz lise yıllarında tanıştığı Ferit Edgü’yle mektuplarını topladıkları kitabın adıyla söylenirse yaşadıkları, Özyurdunda Yabancı Olmak’tır.

Bir Yaz Mevsimi Romansı’nda kaldığı ev askerlerce basılan anlatıcı tutuklanırken kadın arkadaşı, “Siz toplumu değiştirmek istiyorsunuz sanırım, hazırlıklısınız böyle şeylere” der. Yanıt her şeyin özeti niteliğindedir:

Belki de sadece insan olmak istiyoruz biz. Belki de sadece bu: İnsan olabilmek.

Hepsi bu.

 


*Kapsamlı inceleme için bk: Jale Özata Dirlikyapan, Kabuğunu Kıran Hikaye Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı, Metis Yayınları, 2017.