YAZARLAR

Reform dedikleri üçtür: Bir, vatansızlaştırma

Gün geçtikçe, KHK ile ihraç edilenlerin bir tür “eksik vatandaş” olduğu iyice ortaya çıkıyor. Durum KHK’lilerde çok berrak ama aslında kalan herkes için “vatansızlaştırma” yürürlükte. TÜBİTAK’nın burs için getirdiği şartlar ve İmamoğlu’na açılan soruşturma, “vatansızlaştırma” işleminin kesintisiz, sınırsız biçimde yayıldığını ortaya koyuyor.

Nebi Toylak adını duydunuz mu? Niye duyacakmışız, kendi derdimiz bize yeter bir de “eksik-vatandaş”ların adını mı ezberleyeceğiz mi diyeceğiz? Kaçmak belki bir süre bizi kurtarır ama “eksik vatandaşlık” hali anti hukuk fabrikasında herkese yeter miktarda üretiliyor anbean. Pandemi günlerinde öğrendik ki ille KHK çıkması da gerekmiyor bunun için. Yine de memleketimden son KHK manzaralarından laflayalım biraz.

MESLEK EDİNME HAKKI OLMAYAN VATANDAŞ

Genç, çalışkan meslektaşım Hacı Bişkin’in haberinden öğrendik Nebi Toylak adını. Olay Dersim’de geçiyor. Edirne’de de geçebilirdi, çünkü “eksik-vatandaşlık” artık sadece Kürtlere mahsus değil.
Nebi Toylak, İŞKUR’un açtığı seracılık kursuna başlıyor. Bu kurslarda mesleği olmayan ya da mesleğinden memnun olmayan vatandaşlar meslek öğreniyor ki sonradan namerde muhtaç olmadan geçimini sağlasın, çoluk çocuğunun karnını doyursun. Nebi Toylak’ın mesleği var gerçi, öğretmen. Kötü öğretmen olduğuna dair hiçbir kayıt, bilgi, not, belge, karar filan yoktu ama işte hikmetinden sual olunmayan devlet-i âlimiz ve onun hikmeti kendinden menkul yöneticileri bir KHK ile meslekten atıverdiler. O da o günden beri hayatını idame için çare arayıp duruyor. En son seracılık kursuna başvurdu. Kabul edildi edilmesine ama devrisi gün İŞKUR’dan bir telefon geldi, öyle müşfik ki kurum insanı arıyor soruyor, aradı dedi ki “Artık gelmeyin.” Niye? “KHK’lısınız.”
Ne denilmiş oluyor bu telefonla? “Sen, bir meslek öğrenme kursuna bile gidemeyecek kadar vatandaşsın” diyor. Hiçbir suç, günah olmadan öğretmenlikten atılırken olan şey, katmerlenerek devam ediyor. “Kamuda çalışma hakkı” elinden alındı, o da sivili deniyor. “Hayır” deniliyor, o da yok. Taş mı yesin? Ağaç kabuğu mu kemirsin? E evet, dediler ya, “sivil ölüm” diye! Medeni ölüm yani. Barbarlığın bu kadar özgüven ve şehvetle ilan edilmesinin altında ne var? Basit aslında: Maruz kalanların, mağdur olanların, madunların yanında kimse olmadığı için. Muhalefet en fazla KHK’lıların haklarının yenildiğini düşünüyor, en taze ve dinamik olması gereken muhalefet bile onları “topluma kazandırmak”tan bahsetti ya, sanki toplum diye bir şey varmış da, var olanı onlara layıkmış da kazandıracakmış!

'HAKKIN YOK AMA BORCUN BORÇ'

Oysa mesele “hak yenmesi”, “haksızlığa uğrama” boyutlarını fersah fersah aştı. Meselenin geldiği yer, hak sahibi vatandaşlığın kalmaması artık. “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı” olan kişilerin hakları ve yükümlülükleri vardır. Yaşamak haktır, çalışmak haktır, öğrenmek-öğrenim haktır filan. Haydi KHK ile atmayı “devlet olarak istediğimle çalışma hakkım var” lafıyla yutturdunuz, “meslek edinme hakkı”nı hangi uydurma gerekçe ile yok sayabilirsiniz? Hiçbiri ile! Ama şöyle bir yol var: Yapıyorsunuz, oluyor. Yapma gücünün olması yeterli. Hasılı, Nebi Bey (ve tüm KHK’liler) “tam vatandaş” değildir, devlete karşı varsayılan “yükümlülükleri” daima bakidir ama “hakları” hiç hak değildir. “Haklısın ama alacağın yok” lafı eskidi, artık “Hiçbir hakkın yok ama borcun borç” deniliyor. Bu formülde alacağı olan sadece devlet ve onu yönetenlerdir, malını, canını, lokmanı alır.

TÜBİTAK’TA ANTİ-HUKUK BİLİMİ

Bu bir vatansızlaştırma işlemidir. Sadece KHK çıkarma gücüne sahip merkezin değil, en ufak, en uç birimlerin de canla başla yaptığı, yürüttüğü, koruyup kolladığı işlem. Türkiye’de “bilim”in kalesi olması arzulanan TÜBİTAK mesela, burs başvurularına “KHK’li olmama” şartı koydu geçenlerde. Bilimsel kabiliyetin, akademik yeteneklerin neyse ne, ne kadar vatandaşsın önce onu bilelim diyor yani; yani “anti-hukuk biliminden de anlarız elbet” diyor. Dahası, KHK işleminin kendisini de temelden sakatlayan hukuk dışılığın temel karakteri, “belirsizlik, sebepsizlik, mantıksızlık ve dilsel bozukluk” en küçük birimde bile kendisini gösteriyor. Örneğin, TÜBİTAK bursuna başvurup, başvuruyu takip için siteye girdiğinizde karşınıza şu ifade çıkıyor:
“Resmi gazetede yayımlanan, “Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname” çerçevesinde devam eden çalışmalar doğrultusunda; olumsuz bir durumun ortaya çıkması halinde bursiyerin bursu iptal edilebilecektir.”

'OLUMSUZ BİR DURUM ÇIKARSA'

Kararnamelerdeki anti-hukuk grameriyle uydurulan “irtibat-iltisak” lafları burada “olumsuz durum” olarak halk diline çevrilmiş. “Bak koçum olumsuz bir durum çıkarsa…” Kararname aklı, iktidarın arzuladığı gibi her kademede iyice ezber edilmiş durumda, özetle.
Bu eksik-vatandaşlığın sadece KHK’lilere mahsus olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Bir ülkede yurttaşların bir grubu, idariymiş görüntüsü verilen bir işlemle temel yurttaşlık haklarından mahrum bırakılıyorsa, kalanların aynı akıbete uğramasını engelleyecek pek bir şey yoktur. Nitekim, kararnameyle getirilen “vatansızlaştırma” hali, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na İçişleri Bakanı’nın bizzat talimatıyla başlatılan idari soruşturmada da kendisini gösterdi. Görülmemiş düzeyde siyasal mobbinge maruz bırakılan İmamoğlu’na bu son işlemle söylenen şey basit: Tam bir belediye başkanı olduğunu sakın düşünme. Biz, devletiz. Devlet biziz. Siyaset hakkı sadece bize has. Seçilmiş olman, sana seçilmiş başkan sıfatı verebilir. Kararnameliler nasıl ki kağıt üstünde tüm hak ve yükümlülükleriyle vatandaşsa sen de kağıt üstünde hak ve yükümlülükleriyle belediye başkanısın. Kağıt bizim elimizde, oradaki hakları devletleştirdik. Bitti.

EKSİK YURTTAŞLIĞIN SOYKÜTÜĞÜ: VATANDAŞ YABANCI!

“Eksik yurttaşlık” meselesinin tarihsel sıralamasında Yahudiler, Ermeniler, Rumlar vardı ama onlar sıfırlanmaya yüz tutarak sıralarını savdılar. Bu kanlı başarının şerefine Topal Osmanların heykeli dikildi, Atsızların ismi sokaklara veriliyor, iktidar-muhalefet kardeştir, ayıran kalleştir. Yargıtay’ın, Hukuk Genel Kurulu dahil olmak üzere, 1970’lerin ilk yarısında uydurduğu bir laf vardı: “TC vatandaşı yabancılar.” Bir başka ifadeyle, “Türk olmayan TC vatandaşları.” Bu kararlar, “mütekabiliyet” ve “misilleme” fikrine dayandırılıyordu; Yunanistan’a cevaben yani. Bugün Kararname ile yapılan işlem, bir grup TC vatandaşını benzer bir şekilde vatandaşlıktan uzaklaştırma işlevi görüyor aslında. “Vatandaş”a “yabancı” muamelesi yapılması akıl almaz bir hukuk faciasıydı, hükümran edepsizliğin ulaşabileceği uç yerlerden biriydi. KHK işlemi ise “yabancı”laştırmaktan çok, “insanlık dışı”na itme eğilimi taşıyor gibi. Çünkü eski işlemin altında yatan en uç hedef, hayatı çekilmez kılıp kovmak gibiydi; KHK’lilerin ise devletin gözünde gidebileceği bir yer yok. “Ölüm”ün götüreceği mezar dışında. Elbette, tıpkı eski işlemde olduğu gibi “düşmanlaştırma”yı da unutmamak gerekir, yakın tarihteki 6-7 Eylül “kovma”dan önce “linç ve talan” durağının olduğunu öğretti herkese. Kararnamelilerin talan edilecek pek bir şeyi yok, hayatlarını da devlet karartıyor, “özde vatandaş”ların yorulması gereksiz.

Devam edeceğim. Sonraki yazı “Reform dedikleri üçtür: İki, mülksüzleştirme” başlıklı olacak. Pandemi manzaralarının yanı sıra madencilerle köylülerin (sahipsiz ama) kararlı direnişleri hakkında.

NOTLAR
1
Reform lafları, AB liderler toplantısında bir araya gelecek Avrupalı siyasetçilerin elini rahatlatmak için girişilen bir oyuna benzeyecek giderek, anlaşılan o ki. 18 yıldır süren bu oyundan Avrupa’nın sahte demokrat liderleri hiç bıkmamışken, Ankara niye oyunu oynamaya devam etmesin? Peki Bülent Arınç’ın lafları? Bülent Arınç kim ki? Konuş bakalım kim ne diyecek dediler, konuştu, sonucu beğenmediler. Mayınlı sahaya mülkü şahanenin makbul şahısları girecek değil ya ilk önce? Hiyerarşide Çakıcı’nın istişare kurulundan daha yukarda olduğunu da iyice belledik bu vesileyle. Ortağı Bahçeli’nin, HDP’yle CHP’nin kapatılması dışında bir reform hedefi yoksa, hangi heyet hangi reformu yapabilir ki?

2
Nutuk yarıştırma siyasetinin gelip geleceği yer, seçildiği günden beri saldırı altında olan Ekrem İmamoğlu’nun (seçim kampanyasında hiçbir mahcubiyet göstermeden, şevkle söylediği) “Biz de Topal Osman’ın torunuyuz” demesidir. İçeriksiz siyasetin gideceği fazla yol yok. İmamoğlu biliyordur elbette, Topal Osman’ı koruyup kollayanlarla öldürenler aynı kişilerdi. İki taraf da aynı kişilerin torunu olduğunu kanıtlar en fazla bu siyasetle.

3
Bu yazı, bir yanıyla iki yıl önceki yazının devamı sayılabilir.

4
Irkçı jargonda “vatansız” diye biz Kürtlere deniliyor. Gerçekten de Kürtler, başından beri “öldürüldüğünde hesabı sorulmayan” yani vatandaşlığı doğuştan bir hak olarak kullanamayan bir kategoride. Nitekim, KHK’lilerin bir bölümünün ihraç sebebi, “Kürt meselesi”nde devlet gibi düşünmemeleri, yani “barış imzacısı” olmalarıydı. Fakat, vatandaşlığı hızla eksiltilenler artık sadece Kürtler olmadığı gibi, işlem için Kürt meselesiyle bir bağ da gerekmiyor.