YAZARLAR

Ne içindeyim sahanın ne de büsbütün dışında

Sırf baskıdan korktuğu için şans geldiğinde kendini göstermek yerine ortalıktan sıvışanlar bile oluyor. “İkinci kaleci de sakatlandı” haberlerini hatırlıyor musunuz?

Cumartesi akşamı İstanbul’da Şampiyonlar Ligi kupasını kaldıran Manchester City kadrosunda bu duyguyu daha önce yaşamış tek isim vardı: Scott Carson. 37 yaşındaki İngiliz kaleci 2005’te Liverpool formasıyla -daha doğrusu eşofmanıyla- aynı statta zafere ulaşmıştı.

Son otuz yılda Remy Vercoutre, Albert Jorquera, Steve Harper, Stuart Taylor, Stefan Wessels, Hilario gibi birçok yedek kaleci oynamayarak ün yaptı. Kimisi fırsat gelince formayı kaptı, kimisi maça çıkınca kalenin yerini unuttu, kimi zaten hiç zora gelemedi. Neticede yedek kalecilik futbol dünyasındaki en ilginç mesleklerden biri oldu…

EN KEBAP VE EN BERBAT İŞ

Dışarıdan bakınca “kebap” iş. İdmana çıkıyorsunuz, maaşınız yatıyor, maç baskısı yok, beklenti düşük. Hele bir de önemli bir maçta forma giyip iyi performans gösterirseniz kahramansınız.

Mesela Nigel Spink. Aston Villa’yla beş yılda sadece bir maça çıkmıştı. Sonra 1982 Şampiyon Kulüpler Kupası finali geldi. Bayern Münih’e karşı as kaleci Jimmy Rimmer 10. dakikada sakatlanıp çıkmasa Spink’in varlığı bile unutulacaktı. Ancak kader filelerini örmüştü. Oyuna girdi, önemli kurtarışlar yaptı, kalesini gole kapattı. Aston Villa tek golle Avrupa şampiyonu, Spink ise kulüp tarihinin kült isimlerinden biri oldu.

Benzerini -hem de birkaç dakikada- Tim Krul yaşadı. 2014 Dünya Kupası çeyrek finalinde Kosta Rika karşısında hocası Louis Van Gaal tarafından 120. dakikada, penaltılarındaki maharetini göstermesi için oyuna alınan Krul kurtarışlarıyla Hollanda’ya galibiyeti getirdi. Sonraki turda aynı yöntem işlemese de adını tarihe yazdırdı.

Her zaman öyle olmuyor. Manuel Almunia Barcelona’yla oynanacak 2006 Şampiyonlar Ligi finali için Stade de France’ta Arsenal yedek kulübesine oturduğunda aklında ailesi ve tatil planları vardı. Ama Jens Lehmann maçın hemen başında Samuel Eto’o’yu indirip kırmızıyı görünce soluğu kalede aldı. 10 kişi kalan Arsenal 1-0 öne geçmesine rağmen son bölümdeki iki golle kupayı kaybetti. Almunia’nın iki golde de bariz hatası yoktu belki ama ikisi de yenmeyebilecek gollerdi. Neticede final Almunia’nın zihninde tatsız bir anı olarak kaldı.

KALECİ İTTİFAKI

Yedek kaleci deyince homojen bir gruptan söz etmiyoruz. Farklı türleri mevcut. İlk olarak takımın birinci kalecisi olan veya olmak üzere transfer edilen, “1” numaralı formayı giymişken kulübeye düşenler var. Yedeklik en çok onları yıkıyor. Chelsea’ye dünyanın en pahalı eldiveni olarak gelip geriye düşen Kepa’yı bu grupta sayabiliriz.

İkinci kategoride yakın rakipler var. Burada da yenilgi hissi kuvvetli. Ama sabır ve umutla bekleyip çok çalışan, fırsatını yakaladığında ilk 11’in değişmez parçası haline gelenler de oluyor. 1995’te Kayserispor maçında bacağı kırılan Engin İpekoğlu’nun yerini alan Rüştü Reçber’in inşa ettiği saygıdeğer kariyer malum. En iyi örnek ise Mert Günok. Fenerbahçe ve Başakşehir’de kulübeden kurtulduktan sonra aynısını bu sezon Beşiktaş’ta yapan 34 yaşındaki Günok takımını şampiyonluğun kıyısına getirdi.

Üçüncü grup ise kabullenenler. Görece daha huzurlu bir ruh hali. Önünüzde Oliver Kahn, Peter Schmeichel, Gianluigi Buffon, Iker Casillas, Manuel Neuer gibi bir dev varsa sakatlık ve ceza dışında şansınız olmadığını biliyorsunuz. Karar size kalıyor: Ya kalıp rekabet ediyor (veya yedekliği kabulleniyor), ya da daha alt seviyede bir ekibe gidip “1 numara” oluyorsunuz.

KALECİ KARDEŞLİĞİ

Kimse ne iş yaptığı sorulunca “Yedek kaleciyim” demez. Kabullenilmesi zor bir statü. Kalecilerin kendi arasındaki ilişki, işleri daha da karmaşık hale getiriyor.

Bir tarafta “kaleci kardeşliği” (goalkeepers’ union: kaleci ittifakı veya sendikası da denebilir) adı verilen gayriresmî kurum var. Kalecilerin futbolculardan farklı bir spor yaptığı argümanı yalan değil. Genellikle takımdan ayrı çalışıyorlar ve sahada yalnızlar. Üstelik çoğu zaman en ağır eleştirilere maruz kalıyorlar. Bu yüzden kendi aralarındaki dayanışma daha kuvvetli. Birbirlerinin halinden anladıkları için desteği esirgemiyorlar.

Diğer yanda ise başka bir gerçek heyula gibi duruyor: Sahada sadece tek kaleciye yer var ve o formayı sizin giymeniz için takım arkadaşınız formsuz, sakat veya cezalı olmak zorunda. Yani “kötüyü isteyen” adamsınız. Örneğin Almunia “havada daireler çizen akbaba” gibi görülmekten rahatsız olduğunu söylüyordu. Kendince bir etik tavır da tutturmuştu: “Kimse arkadaşı sakatlansın istemez ama kırmızı kart iyidir. Üstelik bir sonraki maçta oynamanız da garanti olur.” Oynama arzusu yüzünden bazı yedek kaleciler takımın “kötülüğünü” isteyebiliyor ve bu da makul sayılabilir.

Gerçi hepsi değil. Malum, hiçbir şey yapmamaya alışmak çok kolaydır. Bazı yedek kaleciler öyle paslanıyor ki görev sırası geldiğinde ekstra stres ve paniğe kurban gidiyor. Sırf baskıdan korktuğu için şans geldiğinde kendini göstermek yerine ortalıktan sıvışanlar bile oluyor. Bundan sonra “İkinci kaleci de sakatlandı” haberi gördüğünüzde bu haletiruhiyeyi unutmayın derim.

AĞZIYLA TOP TUTSA OYNAYAMAZ

Unutulmaması gereken bir şey daha var: Gerçek son adam, yani yedeğin yedeği, yani üçüncü kaleci. Günümüzde üst düzey kulüpler kaliteli ve görece genç bir ikinci kalecinin yanı sıra kırkına merdiven dayamış bir üçüncü kaleci istihdam ediyor. Bu isimler Avrupa kupalarına katılan takımların ülkede veya kulüpte yetişmiş oyuncu kotasını doldurmak gibi işlere yarıyor.

Kıymetli bir işlevleri daha var: Gerçeği söylemek. Pep Guardiola yaşı ilerlemiş üçüncü kalecisinden kaptanlık yapmasını bekliyor. Örnekleri yok değil. Robert Green Chelsea’deki üçüncü kalecilik günlerinde teknik direktör Maurizio Sarri’ye içini dökmüş, “Arkadaşlarım seninle böyle konuşamaz çünkü korkuyorlar. Ama benim çok umurumda değil. Kızsan ne olacak, kadroya mı almayacaksın?” demişti. Üçüncü kaleciler çoğu zaman takımla birlikte maça bile gitmemenin getirdiği hüzün ve kopukluk duygusunu bu rolle telafi etmeye çalışıyor.

Yine de yedek kalecilik ayrımı hoş değil ve mümkün mertebe giderilmesi için çaba gösteriliyor.

Son yılların en makbul yöntemi “kupa kalecisi” kavramı. Üst düzey takımlarla başlayan uygulama giderek tabana yayılıyor. Ligde birinci kaleciniz forma giyerken yerel kupalarda yedek kaleciniz oynuyor. Bazı güçlü takımlar bu pratiği Avrupa’daki görece rahat maçlara da yayıyor.

Çünkü üst düzey futbolda rehavete ve takım içi huzursuzluğa yer yok. Yedek kaleci bir sonraki maçta oynamayacağını biliyor ama bu bilgiye güvenip tembelliğe başlarsa hocasını kızdırıyor. Durağanlık döngüsünün kırmanın yollarından biri yedek kalecileri iki-üç sezonda bir değiştirmek.

Aslında yedekleri hazır tutmanın bir yolu daha var. Pandemiyle birlikte “üç seferde beş” oyuncu değişikliği kuralı yürürlüğe girince kalecilere daha fazla dakika verileceğini düşünmüştüm. Ancak sakatlığa veya kırmızı karta bağlı olmayan kaleci değişikliği bazen rakibe saygısızlık, bazen aşırı risk olarak görüldüğünden bir türlü uygulanmıyor ve futbolun en tuhaf tabularından biri olmayı sürdürüyor. Özellikle genç kaleciler için son derece makul bir ısınma ve kaynaşma fırsatı tepiliyor. Sonuçta haklarında çok az dakika üzerinden yargıya varmaya devam ediyoruz.

FUTBOLUN ANLAMI

Yedek kaleciliğin göründüğü kadar kolay bir iş olmadığı ortada. Her şeyden önce her insan gibi onların da huzuru yakalamak için yaptığı işte bir anlam bulması gerekiyor.

Takıma katkı yaptığını, arkadaşlarını maça hazırlamaya yardımcı olduğunu, genç takımlardaki eldivenlere kalecilik öğrettiğini, hatta tuttuğu takımın parçası olduğunu düşünerek tatmin olanlar hidayete ermiş görünüyor.

Yedekliği geleceğe yatırım olarak değerlendirmek de mümkün. Sahayı bu kadar yakından ve uzun süre izlemek teknik direktörlük kariyerinize katkı yapabilir. Ancak tuhaftır, baskı altında olmamaya bu kadar alışınca parlak bir hoca olmanız da zorlaşıyor.

Belki de ortada o kadar önemli bir mesele yoktur. Futbol sektör dışındakilere iş değil tutku gibi göründüğünden, çalışanların en temel motivasyonlarından birinin para olduğu kolay unutuluyor. Özellikle yaşı ilerleyen kalecilerin birçoğu alt ligde on liraya birinci kaleci olmak yerine üst ligde elli liraya yedekliği seçiyor. Ve galiba aynı işi yapıp – hatta yapmayıp – beş kat fazla maaş almak hayatlarına yeterince anlam katıyor. Olsun varsın. Bunlara kafa yormak da bizim hayatımıza anlam katıyor…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.