YAZARLAR

'Mümkün pek çok dünyadan sadece birini yaşıyoruz'

Bildiğimiz dünya sarsılıyor. Bu sistem yıkılacak mı? Yıkılırsa yerine ne gelir? Tehditler değişiyor, tedirginlik kaynakları, öfkenin dozu artıyor. Yaşadıklarına anlam arayan kitleleri soğutan tek şeyse komplo teorileri. Muhalefet de basiretsizleştikçe boşlukları popülist, otoriter rejimler dolduruyor. Evren Balta ile küresel siyasetin de baskın motifi olan belirsizlik ve her şeye rağmen umut üzerine...

“Ateşkes antlaşmaları ile biten savaşların, asker ile sivilin, cephe ile cephe gerisinin, güvenilir otoritelerin, inandırıcı kurumların, üniversiteye giderek bir iş sahibi olabileceğimizi hayal etmenin, çocuklarımızın bizden daha iyi bir hayat yaşayacaklarını düşünmenin, hayat boyu aynı işte çalışıp bir gün emekli olmanın, olağan ile olağanüstü arasındaki sınırların belirli olduğu bir dönemin sonuna geldik.”

Bu dönemin sonuna geldik ve şimdi neredeyiz? Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Evren Balta'nın, bu satırların yer aldığı Tedirginlik Çağı adlı kitabı son yıllarda farklı mecralarda yazdıklarından oluşuyor. Fakat kitap, birikmiş işler derlemesi de değil. Balta, hem kolektif hem de kişisel olarak büyük bir “türbülansın” içinden geçerken kaleme aldıklarını önüne koymuş, beliren belli motifleri ayıklayarak nerede olduğumuzu anlamaya gayret etmiş. Böyle yapmak, örneğin IŞİD'e güç veren etkenler ile sağ popülizmi, büyüyen vatandaşlık piyasası ile büyük göç dalgasını buluşturan nedenleri, savaşın çehre değişimi ile güvenlik algısının dönüşümünü kesiştiriyor, resmi büyütüyor. Kitaba ismini veren tedirginlik gibi, belirsizlik de resimdeki o motiflerin başlıcalarından.

Bu bütüncül bakışın gerektirdiği farklı alanlar üzerinden söz söyleme gereği, bir sosyal bilimci açısından risk de barındırıyor. Balta, girizgâhta bunu göze aldığını yazmış “Günahı boynuma” diyerek. Çünkü uzmanlık alanlarına sıkışmış, hatta bunun teşvik ve ödül gördüğü sosyal bilim yaklaşımının ancak “bildiğimiz dünyanın aşağı yukarı istikrarlı bir varoluş sunduğu dönemlerde” anlamlı olabileceğini düşünüyor. “Toplumsal sabitlerin” hemen her düzeyde sarsıldığı, bu yapının yıkılıp yıkılmayacağının, yıkılırsa yerine ne geleceğinin meçhul olduğu bu geçiş dönemine kafa yorabilmek için, yeni sorular sormak ve bağlar kurmak gerekiyor.

ÖFKEYİ ÖRGÜTLEME MESELESİ

Yol açıcı sorulardan biri: Yeni olan ne? Bir yandan kapitalizm, neoliberalizm, modernite, hatta uygarlık ve hatta hayatın kendisi başlı başına belirsizlik odakları olarak sayılabilecekken, bugüne ağırlığını basan belirsizliğin, tedirginliğin nasıl özgün yanları var? Evren Balta, her şeyden önce bireysel düzeyde kontrol etme arzumuz ile kontrol etme kapasitemiz arasındaki büyük açı farkını anıyor. “İstersen yapabilirsin” diye tarif ettiği kültür de besliyor bu kontrol takıntısını. Lakin iktidarın tarifinin “başkalarının hayatında belirsizlik yaratma ve onu kontrol etme gücüne” evrildiği bu zamanlarda başka değişenler de var.

Doç. Dr. Evren Balta

“Öncelikle tehditlerin doğası değişiyor. Tehditler artık çok daha küresel, hızlı ve hareketli. Ama bütün önleyici ve telafi mekanizmalarımız ulusal. Üstelik hayatımızdaki 'aksiliklerin' toplumsal olarak sigortalanması durumu da bitti, riskler özelleşti. Toplumun üstlendiği eğitim, sağlık gibi sorumluluklar bireye yüklendi. Korkunç kırılgan bir iş gücü piyasası var. Ayrıca bunlar olurken hayatımıza bir tür kontrol hissi veren kalıcı kişisel bağlarımız da aşındı.”

Bu hali ekonomik, siyasi, toplumsal, kültürel boyutlarıyla hayatın her alanında sancısı hissedilen çoklu organ yetmezliğine benzetiyor Balta. Her biri ayrı tedavi gerektiriyor; üstelik buradan çıkışa dair ne uzlaşma, ne güçlü bir fikir, ne de muhalefetin verebileceği bir karşılık var. Böyle boşlukları da tüm dünyada doldurmaya namzet bir aktör var: Popülist, otoriter rejimler. Meksika'dan Kazakistan'a, Türkiye'ye tüm otoriter siyasal rejimlerin, söylemlerdeki akıl dışılıklara, çelişkilere, ekonomiden sağlığa bariz kötü politikalara rağmen varlıklarını sürdürebilmeleri de, belirsizliğin duygusal yönetiminin ne denli önemli bir mesele olduğunu gösteriyor. Her şey kayganlaşırken bu rejimler sözde bir istikrarın sağlayıcısı rolünü üstleniyor çünkü. Ama ustalaştıkları başka bir şey daha var.

“Popülist hareketler kazanıyor çünkü öfkeyi örgütlüyorlar. Siyaset her şeyden önce başınıza gelenin adını koyabilme sanatı. Popülist hareketler de bunda çok başarılı. Birikmiş öfkeyi 'düzene' yönelterek yıkıcı bir güce dönüştürüyorlar, onları iktidar yapan sistemsel çöküşü daha da derinleştirerek ayakta kalıyorlar. Üstelik liderin zorluklara göğüs germesi, belirsizlikler karşısında ayakta durabilmesi pozitif bir modele dönüyor. Bu sırada anaakım siyasi partiler ise hâlâ 'istikrar' koşullarında gibi siyaset yapmakla, öfkeyi örgütlemekle değil, dindirmekle uğraşıyor. Kitleleri aklıselime davet edeceğiniz dönemde değiliz. İnsanlara bunları neden yaşadıklarını, nasıl yeneceğinizi anlatmanız, öfkeye ad koymanız, onu gelecekle bağlayarak yaratıcı bir güce çevirmeniz gereken bir dönem bu.”

KOMPLO TEORİLERİNİN KUDRETİ

Bir gereç olarak kullandıkları belirsizliğin, otoriter rejimlerin yürütücüleri tarafından nasıl yaşandığı da ayrıca önemli. Bu siyaseti ne kadar sürdürebilecekleri, işler “değişirse” başlarına ne geleceği belirsizken, bu esaslı tedirginlik bugünün siyasetinin dozunu, tonunu nasıl değiştiriyor? Spekülatif bir cevap verdiğini söylese de Balta, sahnenin o tarafındaki belirsizliğin ve güvensizliğin çok daha yoğun olduğu kanısında. Temel iktidar mekanizması haline gelen “kuralları aşındırmanın”, bir süre sonra kendileri için kuyu kazmaya benzediğini söylüyor. Üstelik bunu da içten içe gayet iyi biliyorlar aslında.

“Bu liderler hep cesur olarak nitelendiriliyor. Sistem içinde oynamayarak o sistemin bir gün kendilerine karşı dönebilmesi durumunu kendileri ortaya çıkarıyor. Bu büyük bir risk. Ama bir noktadan itibaren geri dönmek mümkün değil. Çünkü durduğun anda kaybedecek çok şeyin olmaya başlıyor. Bir tür fasit daire. Krizi çözmek için iktidara gelen bu partiler krizin kendisi haline geliyor ve attıkları her adımla daha da çözülemez bir hal alıyor. Bu durumda diğer aktörlerin de krizi çözme kapasitesi kalmıyor. Yani krizi yaratanlar için başta kazan-kazan şeklinde olan durum, zamanla yönetenler de dahil, herkes için kaybet-kaybet'e geçiyor.”

Öfkenin kolay manipüle edilmesini sağlayan bir faktör daha var. Çalışma hayatındaki dönüşümlerin arttırdığı güvencesizliğe, küresel terör, iklim krizi, pandemiler gibi yeni tehditler eklendiğinde endişe yığını o kadar büyüyor ki, bununla baş etme kabiliyeti de azalıyor. Evren Balta, kitapta Bulgar siyaset bilimci Ivan Krastev'in bir tespitine atıfta bulunuyor; böyle bir dünyada daha evvel dinin, etnisitenin ya da ideolojilerin gördüğü işlevi artık komplo teorilerinin yerine getirdiğini söylüyor Krastev. Hayatlarında hiçbir şeyi kontrol edemeyen kitlelerin, olan biteni anlamak için ihtiyaç duyduğu açıklama haline geliyor komplo teorileri. Hazır bir cevap alıyorlar böylelikle; iç ve dış düşmanlar, lobiler, çekemeyenler, her ne ise, karşılarında bir fail bularak ferahlıyorlar.

Sosyolog Immanuel Wallerstein, modern dünya sisteminin girdiği ölümcül kriz nedeniyle, 21. yüzyılın ilk yarısını bir önceki yüzyıldan çok daha düzen bozucu ama çok da çetin geçeceğini yazıyordu. Her tarihsel sistemin sonlu oluşu, ortasında durduğumuz bu geçiş mevsimini hem öngörülemez tehlikelerle, hem de bugünden kötüye evrilebileceği gibi pekâla iyisine de yönelebileceği için umutla dolduruyor. Büyük değişimler o anda kendini ele vermeyen küçük girdilerle yaşanabiliyor çünkü. Keza büyük hadiselerin tesiri de bir çırpıda öngörülebilmekten uzak. Balta da pandemiyi örnek veriyor. Bu küresel tecrübe, yönetici sınıflara ulus devletin baskıcı ve gözetleyici kapasitesini artırma kapısını araladığı gibi, küresel sağlık, vatandaşlık geliri, yaşanabilir kentler, doğa-insan dengesi, küresel gelir vergisi gibi konuların da yeni bir ihtiyaçla dile getirilmesine vesile oldu. “Normal” koşullarda ifadesi ve tesisi zor olan bu fikirler için de bir kapı aralanmıştır belki.

GELECEK FİKRİNDE İNAT

Bir boşluğu dolduruyorlar, fakat tam da öngörülemezlik ve bunun potansiyeli yüzünden, komplo teorilerinin varsaydığı dünyanın tam tersinde yaşadığımızı söylüyor Balta. En güçlüyü oynayan aktörleri dahi aciz kılan çok etkenli, çok sonuçlu karmaşık bir akış bu. Ama bu noktada önemli bir mesele, gelecek fikrinin, geleceği dönüştürme idealinin muhalefetin de siyaset dilinden çıkmış olması ona göre. Toplumsal anlamda belirsizliği asıl katlanılmaz kılan bu.

“Bu yıkıcılığın kısa vadede çözülebileceğini, nefes almaktan memnun olduğumuz bir dünyaya evrilebileceğini düşünmüyorum. Charles Tilly’e referansla söylemek isterim ki şimdi mümkün pek çok dünyadan sadece birini yaşıyoruz, bu açıdan bakıldığında da her zaman birden fazla gelecek olasılığı var. Bu olasılıklar her şeyi kendiliğinden mümkün kılmaz ama geleceğin belirsiz olduğunu ve dolayısıyla her zaman her şeyin mümkün olduğunu gösterir.”

“Rekabetçi otoriter” bir iktidar ile basiretsiz bir muhalefet arasına sıkışmış Türkiye de bu iki uçlu ihtimalin gerginliğiyle ilerliyor 21. yüzyılın ilk yarısına. Belki iyi gelir şu bilgi... Balta, kitabında siyaset yapıcıların kullandığı Freedom House ve siyaset bilimcilerin sıkça başvurduğu Polity endekslerine göre Türkiye'nin 2017 yılında kurumsal ve siyasal dip noktasına ulaştığını yazıyor. Hatta dibi de geçmişiz. Bu veriler, çıkışa yönelebilecek bir seyre, iyiye de işaret olabilir, “dibin” normalleştiğini, kemikleştiğini söyleyen kötü bir tespite de. Şu anda mümkün dünya ihtimallerinden ne yazık ki bunu yaşarken, Tedirginlik Çağı'ndaki karanlık manzara, inadına umutlu bir anla başlıyor. Karanlığın Sol Eli'nden bir Ursula Le Guin cümlesi: “Hayatı mümkün kılan tek şey kalıcı ve dayanılmaz bir belirsizliktir: bir sonra ne olacağını bilmemektir.”

Dünyadan, uluslararası siyasetten konuştuk, hayatımızın her salisesine sinmiş bu belirsizlik halini o kişisel olarak nasıl yaşıyor? Öncelikle kabul ederek. “Bu neden benim başıma geldi sorusunu sormanın, aslında varlığının dokunulmaz ve eşsiz olduğuna dair yüksek bir egonun ürünü olduğunu düşünüyorum. Kendime bakışım da toplumsala bakışım gibi. Geleceği ucu açık, hem iyi hem de çok acı sürprizlerle dolu görmeyi öğrendim. Zamanın belirsizliği yıkıcı olduğu kadar, yaratıcı bir esrarengizliğe de kapı aralıyor. Bunu öğrenebilmek, baş edilmesi güç gözüken duygusal zorluklarla ve belirsizliklerle karşı karşıya kaldığımızda, acıyı ve kafa karışıklığını tolere etme yeteneğimizi artırıyor.”

Bunun aynısını siyaset için de öneriyor zaten. Bir imkân olarak gelecek fikrini kaybetmeden. Felaketlerin içinde iyiye dair hafızayı, geleceğe dair umudu koruyarak. O yıkıcı öfkenin içinde sıkışıp kalmayarak.

Notlar

Evren Balta'nın Tedirginlik Çağı – Şiddet, Aidiyet ve Siyaset Üzerine, İletişim Yayınları tarafından yayınlandı. Immanuel Wallerstein'ın, Bildiğimiz Dünyanın Sonu (Çev: Tuncay Birkan) Metis Yayınları'ndan.

Sırada: Bütün bunların ortasında genç olmak/ Gürhan, Beyza, Azad, Pınar

Bu çağa özgü gibi gelen, bu çağı Türkiye'de yaşamanın katmerlediği “belirsizlik” üzerine 20 bölümlük bir yazı dizisinden bir parça okudunuz. Fizikten felsefeye, siyasetten sosyolojiye, hukuktan psikolojiye uzanan alanlarda; yükselen denizlere ve uyuyan fay hatlarına, devletlere ve halklara, dışımıza ve içimize bakarak bir anlama çabası bu. Bilgisiyle, tanıklığıyla eşlik edenlerle birlikte sisin ortasında birlikte bir yürüyüş.

 

 


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.