YAZARLAR

Motosikletten gelen kurşun: Olay büyük ama kimse bir şey yapamıyor!

Sinan Ateş suikastının üzerinden bir aya yakın zaman geçti. Kamuoyu halen hem tetikçinin yakalanmasını hem de Ankara’nın göbeğinde işlenen bu cinayetle ilgili tam bir aydınlanmayı bekliyor. Maalesef 'suikast kuryeleri' haberi ile gördük ki Sinan Ateş cinayeti kadar ses getirmeyen onlarca saldırı da öyle…

"Bahçeşehir Karakolu, 'Olay çok büyük, bunlar çete ve çok büyük bir operasyon yapılacak' diyerek dosyayı Gayrettepe'ye gönderdi. Dosyayı inceleyen Gayrettepe, 'Yetki alanımız değil' diyerek tekrar Bahçeşehir'e gönderdi. Orada da operasyon olmadı, sonra süreç yargıda devam etti. Kısa süre sonra Bahçeşehir Karakolu'nu arayan birisi, bana saldıranların isimlerini ve telefon numaralarını verdi. Emniyet HTS kayıtlarına baktı. Kayıtlarda beni evden çıkarken takip etmeye başladıkları tespit edildi. Tüm bunlara rağmen dosya yargıda kapatıldı. Onları herkes biliyor ancak kimse işlem yapamıyor."

İki yıl önce iş yerinden çıkarken bir motosikletten açılan ateşle yaralanan Bahtiyar Korkmaz, olay sonrası yaşananları Sadık Güleç ve Ferhat Yaşar’a böyle anlatıyordu. Saldırıda isabet eden mermilerden birini halen vücudunda taşıyan Korkmaz kadar ‘şanslı’ olamayıp öldürülenler var bu motosikletli saldırılarda...

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in vurulması ile gündeme gelen bu cinayet yöntemi, haberden anladığımız kadarıyla oldukça yaygın ve Korkmaz’ın anlattığına göre 'olayın' büyük olduğunu devletin ilgili birimleri söylüyor.

Peki sonuç?

Sinan Ateş suikastının üzerinden bir aya yakın zaman geçti. Çok sayıda gözaltı oldu, çok sayıda iddia ortaya atıldı ancak kamuoyu halen hem tetikçinin yakalanmasını hem de Ankara’nın göbeğinde işlenen bu cinayetle ilgili tam bir aydınlanmayı bekliyor. Maalesef 'suikast kuryeleri' haberi ile gördük ki Sinan Ateş cinayeti kadar ses getirmeyen onlarca saldırı da öyle…


Bir Ahmet Türk çıkar söyler…

Siyasette çok konuşulan ve konuşuldukça karmaşıklaşıp çetrefilleşen gündemler hakkında bazen tek bir söz ‘aydınlanma’ etkisi yaşatır. Günlerce, aylarca hatta yıllarca konuşulup hep etrafından dolaşılan, meselenin aslından uzaklaşılan, destekçileri bile bunaltan tartışmaların ardından yapılan bir tek açıklama diyecek başka bir şey bırakmaz geriye.

Türkiye’nin 2023 yılında bir seçime gideceği yıllardır belli. ‘Seçim senaryoları’ hiç konuşulmuyorsa 2 yıldır konuşuluyor. Olası ittifaklar, olası adaylar, olası taktikler… Hatta arada iktidar kanadı 2018 seçimleri öncesinde ‘her oyun hakkını verecek’ diye getirdiği seçim kanununu yine benzer şeyler söyleyerek değiştirdi. Ancak bir denklem var ki onu değiştirmek söz konusu değil: HDP seçmeni bu seçimin kilidi olacak. Şimdi seçime sayılı gün kala bazıları halen bu gerçek bütün çıplaklığıyla ortada değilmiş gibi hesaplar yapıyor. Partilerini kapatıp HDP seçmenini küstürme hesabı yapan mı ararsınız, bu seçmeni denklem dışı görerek seçim kazanma hesabı yapan mı ararsınız… Siyaset olmayacak yerlerden bükülmeye çalışılıyor. Ve hadi iktidarı anlıyoruz ama benzer işler muhalefet kanadında da yapılmaya çalışılıyor!

Bu defa dallanıp budaklanan meselenin aslının ne olduğunu tek cümlede anlatıveren ise deneyimli siyasetçi Ahmet Türk oldu. Türk, arkadaşımız Ceren Bayar'a yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Bu iktidarı ilk turda göndermeyi isterdik ama tercih Altılı Masa’nın…" 

Şimdi seçim öncesi plan program zamanı, herkes en güçlü şekilde kendisini seçim sonrasına atmaya çalışıyor ve bu anlaşılırdır elbette. Ancak her seçim için geçerli olan asıl mesele bu seçim için –hatta en çok bu seçim için- geçerli: Kazanan bir tane olur!

Bu gerçeği atlayarak seçime gireceklerin durumunu da yarın yine bir Ahmet Türk çıkar, tek cümlede anlatıverir…


Mahkeme, ‘Barış Akademisyeni haklı’ deyince…

Barış Akademisyenleri ile ilgili idari yargı kararı gelmiş, OHAL Komisyonu’nun başvurusunu reddettiği Prof. Özdemir Aktan haklı bulunmuş. Böylece ilk kez bir idare mahkemesi bir Barış Akademisyeni hakkında olumlu karar vermiş... Şimdi kararın kesinleşmesi beklenecek. Ve Aktan’ın hakları iade edilecek.

Bir akademisyenin hakları… Maaş, sosyal güvence, emeklilik primi… Bunlar mıdır sadece? Yoksa bunlar kadar, hatta daha önemli olan ‘hakları’ da var mıdır? Yıllarca çabalayıp biriktirdiklerini, kendilerinden sonra uzmanı oldukları alanlarda bayrağı devralacaklara bilimsel ve özerk bir akademik ortamda aktarabilmek mesela? Bir hak değil midir? Akademisyeni oldukları toplumun ihtiyaçları ve çıkarları için akademi dışında da aydın tutumu alabilmek, buna uygun davranabilmek peki? Yıllardır onlarca akademisyenin bu hakları da alındı ellerinden, tamamen telafisi ya da ‘iadesi’ imkansız ama zararın neresinden dönülse kârdır denilerek bu kararların peş peşe gelmeye devam etmesi ve kesinleşmesi şarttır…