YAZARLAR

Masayı 6’lı yapan ilkeyi hatırlasak keşke

Biliyoruz ki ortada bir kazan kaynıyordu. Geçici çözümlerle taşması geciktirildi bugüne kadar. Şimdi taştıktan sonra ortaya çıkan manzara ilk anda kötü görünebilir ancak bu kaostan yeni kozmosa ulaşma ihtimalini yabana atmayalım.

2018 seçimleri öncesi CHP ve İYİ Parti ortaklaşmasıyla siyasette anlamlı, önemli bir yere sahip olan Millet İttifakı bugün muhalif seçmen algısını hayli sarstı. Aday üzerine yaşanan anlaşmazlık kamuya taşındıktan sonra gündemi alt üst eden farklılık bugünün konusu değil. Haftalardır hatta aylardır zihinleri kurcalayan, hafif tonlarda tartışılan Kılıçdaroğlu-Akşener daha yerinde bir ifadeyle CHP-İYİ Parti görüş ayrılığının temelinde adayın kimliği yatıyor bilindiği gibi. Birden çok daha fazla adayı ekibiyle birlikte çıkaracak potansiyele sahip partilerden söz ediyoruz Millet İttifakı dediğimizde. Ancak karşısındaki Cumhur İttifakı bilindiği üzere tek adaya mahkum. Aday olup olamayacağı gibi, numarasız cumhurbaşkanlığı nedeniyle de tartışılan Erdoğan, Cumhur ittifakı için tartışmasız tek aday. Çünkü orada bir kaht-ı rical gerçekliği var. Ve tam da bu nedenle, kendi adaylığını gündem dışı tutabilmek için tüm iktidar medyasını Millet İttifakının adayına kilitlediği, sadece adaya endeksli siyasi tartışmalar yaptırdığı ortada. Millet İttifakı ve diğer muhalefet partileri gibi muhalif medya da içine çekildikleri girdabın dışına çıkmayı başaramadı. Ve olan oldu.

Adayın kimliği üzerine koptu kıyamet. Sadece Millet İttifakı değil hala birlikteliği çok belirginleşemeyen Emek ve Özgürlük hareketi de muhalefetin ortak aday çıkarması yönünde kararlı tutum almış görünüyor çok uzun zamandır. Ancak bu kararlılık bir siyasi zorunluluk anlamına da geldiği için tüm ittifaklar ve hatta ittifaklar dışında kalan partiler de ortak adayın kimliği konusunda baskın tutum takınma arayışında. Kendi politik pozisyonları gereğince en elverişli buldukları ismi öne sürmek hatta şart koşmak şeklinde tutum takınmaktan uzak kalamadılar. Kılıçdaroğlu’nun ortak aday olmasına itiraz ettiği aylardır bilinen İYİ Partinin ortak aday olarak Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı öne sürmesiyle yaşanan krizin tek sorumlusu Meral Akşener değil. Millet İttifakının iki kurucu unsurundan birisinin dikkat çektiği hassasiyetleri tümüyle değersiz gören bu ortak tutumun dayatıldığı, herkesin katkı sunduğu bir hale oluştu masada ve etrafında.

AKP’nin İmamoğlu’na saldırıları, muhalif gruplar arasında onun parlamasını sağladı. Ki amaç da buydu bence. İmamoğlu’nu parlatarak Kılıçdaroğlu’nu kışkırtmak yoluyla rakibini belirlemek istedi Erdoğan. Başarmış görünüyor. Bunca siyasi meydan okumaya Kemal Kılıçdaroğlu belki direnirdi, geçmişte yaptığı gibi. Ancak Millet İttifakı dışından ortak adayı destekleme koşulu olarak kendi ismi telaffuz edildikten sonra öteden beri yakın çevresinden yükseltilen seslerle birleştirerek adaylıktan kaçınması imkansız hale gelmiş olabilir. Fakat bu durum Erdoğan’ın seçimde karşısına çıkacak adayı belirlediği gerçeğini değiştirmez maalesef. Zannediyorum Meral Akşener’in itirazının belkemiğinde çok iyi tanıdığı Erdoğan’ın stratejisini bozma kaygısı yatıyordur. Kazanabilmek için bulduğu yollardan birisi karşısına Kemal Kılıçdaroğlu’nun çıkması olan Erdoğan’ın planını bozmak isteyen bir Meral Akşener var itiraz makamında. Tuhaftır Meral Akşener pek çok haber ve yorumda olduğu gibi Kılıçdaroğlu’nun videolu açıklamasında da Erdoğanizmle itham ediliyor.

Peki ama 6 partiyi bir araya getiren ilkelerin alt anlamlarından birisi ortak aday çıkarmayı da içeriyor olsa bile ittifakın en büyük partisinin genel başkanı olarak belirlenmiş miydi? Hayır. Güçlendirilmiş parlamenter sistem adıyla demokratik düzen kurmak için bir araya gelmişlerdi. Güçlendirilmiş parlamenter sistem sembolik yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı öngörüyor. Geçiş sürecinde ise parlamentoda sandalye çoğunluğu kadar altı parti milletvekillerinin seçim öncesi ulaştıkları uzlaşmayı mecliste sürdürmeleri şartıyla ülkeyi demokrasiye evirme başarısına ulaşabilir. Bu nedenle en baştan itibaren hiçbir parti liderinin aday olmaması gerektiğini düşünüyorum. Hem ilkesel duruş hem de reel politik açısından parti liderleri parlamentoda gruplarının başında olmalı ki geçiş süreci düzenlemeleri sırasında partiler arasında ayrışma yaşanmasın. 27. Dönem TBMM’de yaşandığı gibi ismi var cismi yok şekilde değil gerçekten gruplarının başında olmaları geçiş sürecinde yaşanacak bir yol kazası ihtimalini en aza indirebilir bence.

Fakat işte siyaset öyle değil. Hırs ve ego önde geliyor. Bu da normal, siyaset ve liderlik böyle özellikleri de gerektiriyor maalesef. Son derece makul gibi görünen “sofrayı büyütmek” ya da “kazanacak adayın sana ne ihtiyacı var?” türünden retorik yaklaşımlar gönüle hoş gelse de ilkeyi değil faydayı önemseyen yaklaşımlardır. Retorik uzmanı Erdoğan’ın karşısına bu retoriklerle çıkmanın getireceği siyasi fayda ne kadardır, o da ayrıca tartışılır. Depremin vurduğu, iktidarın koordinasyonsuzluk, yönetme beceriksizliği ve aç gözlü çıkarcılığıyla yıktığı ülkede seçmenin karşısına ilkesel duruşla çıktığını göstermenin en önemli yolu parlamenter sistem ilkesinin gereklerine uymakla mümkündü. Ancak milletvekili ve cumhurbaşkanlığı yardımcılığı pazarlıkları yapanların masaya zarar vermediği ama Meral Akşener’in zarar verdiği gibi bir tablo konuşuluyor. Evet iktidar cenahı da pek mutlu bu tablodan da iktidarı mutlu eden gerçekten İYİ Parti mi, onu düşünmek gerek.

Meral Akşener için girdiği her yeri dağıtır mealinde alaycı yaklaşımla son durumu yorumlayan Süleyman Soylu ile hizalanmak ne kadar doğru bir pozisyon olur muhalefet için işin bu kısmı da düşünülmeli.

Peki ama bu tablo bizi nereye çıkarır dersek hakikaten ciddi bir muammanın içindeyiz. Meral Akşener Millet İttifakından ayrıldığını söylemedi ama tüm yorumlar masayı dağıttığı yönünde. Her ne kadar yapılan çalışmaların ve attığı imzaların arkasında durduğunu söylemiş olsa da muhtemelen kendini gerçekleştiren kehanet misali masayı dağıttığı yorumları yönünde gelişecektir, siyaset arenasının yeni biçimlenişi. Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden de anlaşıldığı üzere Kılıçdaroğlu HDP ve sol ittifakı içerecek yeni bir ittifak şekillendirmeye niyetli. Ayrılık ya da kopuşun, adayın kimliği, daha açık ifadeyle kendi adaylığı üzerinde kopan bir kıyamet olduğu gerçeğini arka plana çekerek “sofrayı büyütmek, tüm renklere açmak” ifadeleriyle İYİ Partinin HDP hakkındaki yaklaşımına odaklanmamızı sağlamak niyetinde olduğu görülüyor. Bu durum gerçekten siyasetin çehresini değiştirme ama siyasal kutuplaşmayı da pekiştirme potansiyeline sahip bir tablo sunuyor önümüze. Üstelik siyasal kutuplaşmanın deprem sonrası yaşanan dayanışmayla hayli gerilediği varsayılan toplumsal kutuplaşmayı getireceğini söylemek kehanet olmaz. Ve tabii ki kutuplaşmadan kimin besleneceğini söylemeye bile gerek yok.

Bu kötü senaryonun dışında bir ihtimal de İmamoğlu ya da Yavaş’ın Akşener’in çağrısına olumlu yanıt vermesiyle oluşacak yeni denklem. Siyasette bir gün bile çok uzun bir süre olduğu için bu iki belediye başkanının dün hatta bu sabah bile ne söylediklerine değil bu gece ne söyleyeceklerine bakmak gerekir. Bu senaryoda eğer İYİ Parti gerçek anlamda çoğulcu bir merkez siyasetini başarırsa ve topluma güven verirse siyasi yelpaze hayli dengeli bir yapıya kavuşabilir. İyice Türk-İslamcı aşırı sağa kaymış Cumhur İttifakı ile HDP ve sol partileri açık ya da örtük şekilde içeren bir millet ittifakı merkezin solunu mekan tuttuğunda terazinin iki kefesi dengelenebilir. Tabii ki gerçekten İYİ Parti merkez siyaseti sağa kaymadan başarabilirse. İYİ Parti merkez pozisyonunda başarılı bir performans sergiler, seçimlere sadece yetmiş gün kalmışken bile merkeze yakın diğer partilerin, iktidardan soğumuş kararsız seçmenin, CHP’nin yeni yolundan rahatsız olan partililerin, özellikle de eski siyasetin yaklaşımından hazzetmeyen genç seçmenin, açık ve net duruşu nedeniyle, güvenini kazanabilir. Akşener’in açıklamasının “Erdoğan dili” olarak tanımlandığını görüyor ama katılmıyorum. Kavgacı değil ama gerektiğinde kavgadan kaçmayan tutarlı bir duruş görüyorum.

Özellikle Akşener çağrısından sonra henüz tutum beyan etmeyen belediye başkanlarından destek gelirse Kılıçdaroğlu bile adaylıktan feragat etmeyi düşünebilir. Mansur Yavaş’ın Erdoğan tarafından çok açık ve çok sert bir şekilde hedef alınmadığını hatırda tutalım. Memnuniyetsiz AKP seçmeninden destek alma ihtimali en yüksek potansiyel aday olduğunu görebiliriz ki sırf bu çekince nedeniyle iktidar çok saldırmıyor ona. Parlatmak istemiyor. Diğer taraftan memleket meselelerine dair hiçbir siyasi görüş serdetmediği için eleştirilen Mansur Yavaş’ın bir görev insanı olduğunu da belirtelim. Görevin gerektirdiği yetkileri beceriyle kullanan bir yönetici olarak görev alanı dışında kalan konularda taraf olmayı seçmeyen, popülizmden uzak gibi görünmesi nedeniyle sizce de ideal bir cumhurbaşkanı profili değil mi? Geçiş sürecini başarıyla tamamlayarak demokrasiye evrilmek açısından İYİ Partinin Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş ısrarını bu açılardan önemli buluyorum.

Cumartesi günü gerçekleşeceği duyurulan Millet İttifakının beşli toplantısı sonrasında ortaya çıkacak görüş ve kararlarla İYİ Partinin bu gelişmeye yönelik açıklamaları tabloyu daha netleştirecektir elbette. Merak etmeyin taşlar yerine oturacak sözleriyle toplumu yatıştırmaya çalışan Kılıçdaroğlu hangi gerekçeyle konuşmuş olursa olsun biliyoruz ki ortada bir kazan kaynıyordu. Geçici çözümlerle taşması geciktirildi bugüne kadar. Şimdi taştıktan sonra ortaya çıkan manzara ilk anda kötü görünebilir ancak bu kaostan yeni kozmosa ulaşma ihtimalini yabana atmayalım.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.