YAZARLAR

Madımak: İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz

14 Eylül'e kadar, yaklaşık 2,5 ay Madımak katliamının ceza zaman aşımından muaf sayılması gerektiğini yargıya ve iktidara kabul ettirmek ve adil yargılama usulleriyle adalete erişme yollarını zorlamak için hep birlikte ne yapabileceğimize dair ortak çalışmalar yürütülmeli. Belki de gittikçe sertleşecek iktidar politikalarını durdurabilecek son ve en haklı girişimlerden birisi olacak.

30 yıl önce “Hizbullah Geliyor”du, katliam sloganlarıyla. 30 yıl sonra yolda değiştirdiği kılıkla HÜDA-PAR olup iktidar ortaklığına kuruldu. Derin ilişkiler ağının, karanlık ittifakların hukuk dışı cinayetlerde kullanarak palazlandırdığı bir yapı olarak biliriz Hizbullah’ı ve domuz bağlı işkenceleriyle vahşi cinayetlerini. Faili meçhulleri… 90’ların böyle adımlarla karartıldığını ve hâlâ aydınlatılmadığını. 2 Temmuz 1993 günü yaşananları, o günleri yaşayanlar bilir... Herkesin televizyonda katliam izleyerek paralize olduğunu, felç olmuş gibi yerimizde kalakaldığımızı. Görüp de unutmak mümkün değil. Polisin, askerin, jandarmanın yani devletin gözü önünde işlenen katliam bir de hepimize televizyon aracılığıyla izletildi. O gün önce taşlanıp sonra ateşe verilen Madımak Otelinde çoğu yakılarak, kimisi vurularak 35 kişi öldürüldü. 4’ü ağır olmak üzere 60 kişi yaralı ve 36 kişi sağ olarak kurtarıldı.

İdare mahkemesi kararıyla devletin, idarenin suçlu/kusurlu olduğu hükme bağlandı. Devlet mağdurlara tazminat ödemeye mahkum edildi. Devlet idari kusuru kabul edip ödedi tazminatı. Adeta ‘kan parası’ verip olayı kapatmak istedi demek gerek. Ama diğer yandan ceza yargılamaları şehir şehir, mahkeme mahkeme dolaştırılıp yılan hikayesine döndürüldü. Birleştirilen dosyalar, ayrılan dosyalar ve hukuk usulünde yapılan değişikliklerle -DGM’lerin ve idam cezasının kaldırılması gibi- her seferinde yeniden başlanan duruşmalarla ve yargısal oyunlarla 30 yıldır adalete erişim özenle engellendi. Ve 2023’e gelindiğinde 30 yıllık ceza için zaman aşımı bahanesinin arkasına sığınılmak isteniyor. Oysa insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaz ilkesiyle bu büyük suçun üzerinin örtülmesi engellenmeli...

Basit bir öfke, sıradan bir galeyan değil bu katliama yol açan linç eylemi. Politize, örgütlü, sistematik bir eylem sonucunda gerçekleştirilen katliam toplumun bir kesimine yönelik susturma girişimiydi. Alevi toplumu susturmak, entelektüel kesimin Alevi toplumla ilişkisini baskılamak ve Alevileri yalnızlaştırmak amacı apaçık ortada. Takip eden yıllarda yaşanan gelişmelere bakarak Alevi-Sünni çatışması görünümlü bu operasyonun, dindar-seküler karşıtlığında kurucu unsur teşkil ettiğini söylemek gerekir. Evren’in meşhur itirafıyla söylersek “darbe koşullarının olgunlaşması” değil oluşturulması için kullanılan bir operasyon olarak görünüyor bana. Belki en hafifinden katliamla yaratılan Alevi-Sünni gerilimi, çok daha geniş kesimleri etkileyecek seküler dindar karşıtlığını inşa için fırsata çevrildi. 28 Şubat’ın koşullarını hazırlamak için eldeki en kullanışlı aparatlardan birisi Hizbullah idi. Diğeri İBDA-C ve birincisiyle İran istihbaratının desteği, ikincisiyle Menzilin katılımı sağlanmış olmalı. Tıpkı bugünkü iktidar gibi ‘kutsal ittifak’ olgusu ile toplumun geniş kesimleri, yakın gelecekte gerçekleştirilecek olan dindarlara yönelik baskıyı meşru görmeye, hatta yok saymaya ikna edildi. Tüm dindarlar ve hatta neredeyse tüm başörtülü öğrenciler ve çalışan kadınlar Madımak katilleriyle özdeşleştirilir hale getirildi ki toplumda destek yok denecek kadar azdı o yıllarda. Oysa bu bir devlet operasyonuydu ve arkasında örgüt aparatlarını bir araya getiren gizli eller vardı. Ki tam olarak bu nedenle devlet kusurunu hemen kabul edip tazminatını ödeyerek sorunun üstünü kapatmaya yöneldi. “Hizbullah geliyor” sloganlarıyla, vahşi cinayetleriyle ve bugünlerde iktidar ortağı HÜDA-PAR vesilesiyle yeniden gündem olduğu için biliniyor. O nedenle biraz daha kuytuda kalan, belki hala özenle gizlenmekte olan bir başka örgüte, İBDA-C’ye azıcık yakından bakalım.

İBDA-C için “Şanlı Sivas Kıyamı”ydı Madımak katliamı. Katliamdan bir ay sonra İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA-C), yayın organlarından birisi olan Taraf Dergisinde linç eylemini “kendinen zuhur” olarak isimlendirilmişti. Kendiliğinden gelişen anlamına geliyor olsa gerek bu taşlı, sopalı, ateşe vermeli linç eylemi. Ve halk ayaklanması gibi gösterilmek istendiği görülüyor. Cuma namazı öncesi Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi önünde toplananların Cuma çıkışı otele yönelmesi ve saatler içinde korkunç öfkeli bir kalabalığa dönüşmesine ise “ani zuhur” ismi verilmiş dergide. Cumhuriyet karşıtlığı, “işgalci laiklere” had bildirmeli yazıda “Sivas küçük bir haber” olarak nitelendirilip toplum geneline “herkes safını doğru seçmekle mükellef” cümlesiyle gözdağı verilmiş. Arka planında örgütsel hazırlık olmadığı iddiası için kullanılan bu “kendinen ve ani zuhur” ifadelerinin aynı yazı içinde kendileri tarafından yalanlanışı anlamına gelen tehdit ve daha büyük olaylara ilişkin imalar da operasyon ifşası benim gözümde.

Ancak “Müslümanlara çağrı” başlıklı ve kimisinde “Müslümanlar” imzalı bildirilerin günler öncesinden dağıtılmasına, katliam günü sözlü çağrıların sürdürülmesine rağmen hemen o günlerde dindar kesimden, pek az istisnayla örgütlü, güçlü reddiye yükselmeyişi utanç verici. Başkasının yerine utanmak değil bu. Bir başka açıklayıcı kavram olmalı şimdi bulamadığım. İnsanlar kendilerini ait hissettikleri kimliksel tanımları, kendilerini de kapsayacak şekilde kullananların eylemlerine ortak olmadıklarını açıkça ve olay anında ifade etmeyince, işte böyle 30 yıl sonra ne söylesek havada kalıyor. 90’ların karanlığında kendimize yapılanlara projektör tutup ötekine yapılanı ayın karanlık yüzünde kalmış gibi görmezden gelince, ülke her türlü mikrobun yaşadığı bir bataklık zemine dönüşüyor. Bu benzetme de hiç olmadı gerçi çünkü bataklıklar ekosistemin vazgeçilmez denge unsurlarından. Bataklıkları kurutmuş bir ülkenin insanları olarak öğrendik bu gerçeği. Ancak sosyo-politik ekosistemin yarattığı bataklık haline, her türlü operasyonun gerçekleştirilmesi için uygun zemin olarak toplumsal kesimlerin birbirine yabancılaşmasını gösterebiliriz. En önemli sorumlusu da her halde bir değer olarak adalet duygumuzu kaybetmek. Adalet salt mahkeme salonlarında aranacak bir olgu değil. Adil insanlar olmanın erdeminden uzaklaşma halimiz bireysel sorunlarımızdan. Yurttaş birey olarak sorumluluklarımızdan birisi.

İslami kesimin önde gelen kadın hareketlerinden Başkent Kadın Platformu, Buluşsan Kadınlar, şimdilerde Havle Kadın Derneği ve karma örgütlerden Antikapitalist Müslümanlar, son yıllarda Hak İnisiyatifi yıllardır Madımak katliamını kınamakta. Ancak 1993’te hak temelli tek örgüt olarak Mazlumder gerçekleştirmişti dayanışmayı. Ki zamanla iktidar operasyonuyla bunların bedeli de ödettirildi. Ne olursa olsun bugün dayanışmaya hâlâ çok ihtiyaç var. Çünkü zaman aşımı gerekçesiyle 14 Eylül 2023 günü katliamın üzeri örtülüp karanlığa gömülmek tehlikesiyle karşı karşıyayız. Evrensel hukuk ilkesiyle insanlığa karşı işlenmiş suçların, ceza zaman aşımından muaf tutulması gerekiyor. Bu ülkede yazık ki evrensel hukuk ilkelerinin uygulanması için de mücadele etmek zorundayız. Toplumun her kesiminden hukukçuların ve sivil toplumun ortak hareket etmesiyle iktidar üzerinde baskı kurmanın yolunu bulmak gerekiyor.

Madımak Yangını – Sivas Katliamı Davası adlı kitabıyla hukuki süreci detaylarıyla açıklayan Şenal Sarıhan, sürece anılarında da yer vermiş. Savunma Kürsüsünde “Bir Siyasi Dava Avukatının Anıları” Haziran 2022’de Literatür tarafından yayımlandı. Anı kitabının 215-223 sayfaları arasında katliam günü ve sonrasında insani, hukuki ve siyasi gelişmelere yer veriyor. Özellikle duruşmalar sırasında mahkeme salonlarında yaşananlara ilişkin anlatımları çok çarpıcı. Sanıkların ve avukatlarının mahkeme heyeti önündeyken bile mağdurları, mağdur yakınlarını tehdit ve itham etme cüreti bulduğunu öğreniyoruz okurken. Hatta böylesi bir insanlık suçu işleyen sanıkların normal savunma hakkının çok ötesine geçtiği görülen avukatlar ordusuyla savunulması sadece sevgili Şenal’ın anılarında değil pek çok belgesel ve aktarımla duyuruluyor kamuoyuna. Utanç verici tablonun zirvesi ise ilk duruşmada mağdur avukatları olarak dosyaya müdahillik talebi için mahkeme önünde hazır bulunan avukatların salona alınmak istenmeyişi. Katliam sanıklarını “gazi” olarak anan kimi dergi ve gazetelerin temsilcileri ve bu görüşte olduğu belli olan 150 kadar sanık avukatı -ki dosyada 500 avukat vekaleti görülüyor- salona önce alıyor mahkeme. Müdahil avukatlar alınmak istenmiyor. Mücadele ile giriliyor ama bu arada mağdurların ve ailelerin ayakta kaldığı görülüyor. İnsanlık suçu olan katliamın insanlık dışı yargısal tutumla görüşüldüğü duruşmalar.

14 Eylül'e kadar, yaklaşık 2,5 ay Madımak katliamının ceza zaman aşımından muaf sayılması gerektiğini yargıya ve iktidara kabul ettirmek ve adil yargılama usulleriyle adalete erişme yollarını zorlamak için hep birlikte ne yapabileceğimize dair ortak çalışmalar yürütülmeli. Katliam günlerindeki faillerin yaptığına benzer ittifakın bugün iktidar olmasına rağmen bu en haklı mücadeleyi en üst seviyeden ortaklaşarak sürdürmek hem sivil toplumun ve kitlesel muhalefetin hem de kurumsal muhalefetin ortak sorumluluğu ve belki de gittikçe sertleşecek iktidar politikalarını durdurabilecek son ve en haklı girişimlerden birisi olacak. Acı, öfke, utanç… Arkasından adalet ve yüzleşme imkanı için de son şans belki.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.