YAZARLAR

Kürtleri alternatifsiz bırakmak

Suriye yönetimindeki hakim değerlendirme ABD bölgeden çekildiğinde hem SDG’nin hem de Kürtlerin yerelde kurduğu ittifakın çözüleceği yönünde. Halbuki öz savunma ve yönetim temelinde Kürtlerin Araplar, Süryaniler, kısmen Türkmenler ve az nüfuslu diğer halklarla kurduğu ortaklık Amerikalılar bölgeye gelmeden önce başladı.

Alternatifsiz bırakılmak; nefessiz kalmakla eş değer. Suriye’de Kürtler için çok farklı cephelerden dayatılan şey alternatifsizlik. Bu önerme Kürtlere ortak görünen taraflar için de geçerli. Suriye krizi patlak verdiğinde ‘Yeni Osmanlı’ sarhoşluğuna kapılanların Kürtlerin denklemdeki yerine bakışları kendileri kadar sarhoştu: “Kürtler ümmetin ezilen tarafıydı”; bu durum Suriye’de de farksızdı. “devrim” olurken ezilmişliklerini unutmadan hareket etmeliydiler, kendine açılan yerle yetinecek kadar iddiasız! Bu mantıkla yapmaları gereken şey Özgür Suriye Ordusu’na katılıp Esad yönetimiyle savaşmaktı, özerklik inşasıyla kendi hikâyelerini yazmak değil. Denileni yapsalardı, Türkiye’nin taşeronluğunda Suriye’yi cehenneme çeviren ‘Suriye’nin Dostları Grubu’nun tezgâhında paravan olsalardı ne Fırat Kalkanı ne Zeytin Dalı ne de Barış Pınarı’nın cezalandırıcı darbelerine maruz kalacaklardı. Ne var ki sunulan teklif onlar için alternatif değildi. ABD’nin sunduğu ortaklık da “Kürt devleti kuruluyor” yaygarasına rağmen siyaseten herhangi bir garanti ya da perspektifi içermiyordu hala da içermiyor. ABD’nin Suriye’deki varlığı Kürtlerin siyasi projesi dışında her şeyle ilgili: İsrail’in güvenliği, İran’ın kollarının kesilmesi ve Şam’ın siyasi-diplomatik ve ekonomik cephelerde felç edilmesi vs. Burada demokratik özerk yönetimin geleceğine dair bir taahhüt yok. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ya da Suriye Demokratik Meclisi’nin (SDM) aktörleri de özel sohbetlerimizde Amerikalıların sunduğu ortaklığın Kürtlerin geleceğine dair hiçbir garanti içermediğini söylüyor. Rusların sunduğu seçenek de Türk-Rus ilişkilerindeki dönüşüme paralel olarak değişti. Astana’da kültürel özerklik önerisinden “Bölgeyi Suriye hükümetine bırakırsanız Türk askeri tehdidi kendiliğinden sona erer” diyen bir bakış açısına gelindi. 20-21 Haziran’daki Astana toplantısı da özerk yapıyı “ayrılıkçı” diye mimleyen ve aktörlerini şeytanileştiren bir bildiriyle sonuçlandı. Türkiye, Rusya ve İran’ın imzasını taşıyan bildiride tarafların “gayrı meşru özerklik girişimlerini”, “petrol gelirlerinin gasp edilmesini”, “terörist oluşumları destekleyen ülkelerin eylemlerini” reddettiği belirtildi. Rus temsilciler biraz daha ileri giderek ABD’yi “yarı devlet oluşturan Kürt örgütleri desteklemek” ve “Şam’la diyalogu engellemekle” suçladı.

***

Kürtlerin kendi iç değerlendirmelerine baktığımızda Türkiye’nin özerkliği bitirmeye yemin etmiş düşmanlığı ve Batılı ortakların gündemlerindeki belirsizlik karşısında bölgenin gerçekliğine uygun alternatif, Rusların desteği ile Şam’la müzakere ederek statü kazanmaya çalışmaktı. Fakat Türkiye’nin Astana zeminindeki etkisi bu yolu da mayınladı. Şam-Ankara barışının özerklik projesine karşı ortak cephe yaratacağı öngörüsüyle bazı girişimler denendi:
- Suriye krizinde dahli olan tüm aktörlere barışçıl çözüm için 9 maddelik çağrı metni bunların başında geliyor. Bu çağrıya tek bir aktör ses vermedi.
- Hem Şam hem Ankara ile ilişkileri normalleştiren Arap ülkeleriyle temaslarda bulunuldu. Kürtler lehine etki kullanan biri çıkar mı diye.
- Beri tarafta Suriye muhalefetinin farklı cepheleriyle diyaloga geçildi; ortak bir zemin oluşur mu diye…
Türkiye’nin kontrolündeki muhalif grupların özerk yönetime bakışları Ankara’nın çizgisinden bir milim sapmıyor. Kürtlerin fiili kazanımlarını aynı dil ve üslupla reddediyorlar. Muhalif cephede tek istisna Demokratik Değişim İçin Ulusal Koordinasyon Kurulu.
Ulusal Koordinasyon Kurulu 2011’de, yani ta işin başında Kürtlerin haklarını tanıdığı için Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile birlikte yola çıkmıştı. Sol ve milliyetçi çizgilerde 13 partiden müteşekkildi.
Daha sonra bir ayrışma yaşandı. Bu cephede emperyalist bir gücün (ABD) Kürtlerle ortaklık kurması ve SDG’nin IŞİD’le savaşta kontrol alanını genişletmesine paralel olarak Afrin, Kobani ve Cezire’den müteşekkil üç kantonlu projenin “Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu” adıyla federalizme dönüşmesi bir bölünme senaryosu olarak görüldü. Bu değerlendirme PYD ile ortaklığı bitirdi. 2016’da Suriye Demokratik Meclisi (SDM) kurulduğunda Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun önde gelen isimlerinden Heysem Menna eş başkanlığa seçilmişti. Menna özerklik projesindeki değişimi protesto ederek görevi bıraktı. Ancak Ulusal Koordinasyon Kurulu içinde Kürtlerle bağlantıları sağlayan Riyad Dırar SDM içinde kaldı. Dırar, Deyr el Zor’dan eski bir imam. Kürtlerin haklarını savunmuş bir Arap. 2005’te kaçırılıp öldürülen Sufi lider Şeyh Maşuk el Haznevi’nin cenazesindeki konuşmasından dolayı 5 yıl hapis yatmış bir muhalif. Hariçten onu tanımlayanların ifadesiyle ‘ılımlı Müslüman’. SDM’nin eş başkanı olarak Kürtlerle ortaklığını koruyor. Onun da çabalarıyla Ulusal Koordinasyon Kurulu ile son iki yılda Suriye içinde 3, Avrupa ülkelerinde 5 toplantı düzenlendi. Ve nihayetinde kritik bir dönemeçte hedeflenen ortaklık sağlandı.
24 Haziran’da birliğin ilan edildiği toplantıya SDM Eş Başkanları Emine Ömer ve Riyad Dırar Kamışlı’dan, Ulusal Koordinasyon Kurulu Genel Koordinatörü Hasan Abdulazim ve yardımcıları Şam’dan katıldı.
İstanbul, Doha, Riyad ve Kahire merkezli muhalefet bloklarının aksine Ulusal Koordinasyon Kurulu ‘dahili muhalefet’ olarak içerde daha fazla meşruiyet zeminine sahip. Baskı görmelerine rağmen Şam’ı terk etmediler. Dış müdahaleye ve silahlanmaya karşı çıktılar. Katar ve Türkiye’nin İhvan üzerinden alternatif geliştirme çabasını reddettiler.

***

Yayınladıkları bildiri Türkiye’nin Astana sürecine yansıttığı tüm suçlamalara reddiye niteliğinde. Bildiri Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin altını çizen güçlü ifadeler içeriyor.
Öne çıkan hususları özetlersek;

- Devrimci güçlerle demokratik bir Suriye için ulusal cephenin kurulması öngörülüyor.
- Demokratik değişim trajediden çıkışın yegâne yolu olarak gösteriliyor. Bu çerçevede BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı gereğince işletilen çözüm sürecinden hiçbir tarafın dışlanmaması gerektiği vurgulanıyor. Malum Türkiye özerk yönetimin Cenevre sürecine katılımını engelliyor. Fakat ilk zamanlar dışlansalar da Ulusal Koordinasyon Kurulu 5 üyeyle anayasa hazırlık komitesine iştirak ediyor. Ruslar bunların sürece dahlini önemsiyordu. Haliyle kurulan ortaklık Kürtlere oturamadıkları masada bir ortak kazandırıyor.
- Tüm terör örgütlerinin yok edilmesi hedefi paylaşılıyor. Bu örgütlerin Türkiye’nin kalkan olduğu İdlib ve çevresinde temerküz ettiğini söylemeye gerek yok.
- “Çoğulcu ademi merkeziyetçi bir sisteme dayalı demokratik bir devlet kurulmalı” deniliyor. Bu madde Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin tüm Suriye için model olarak ele alındığı anlamına geliyor.
- Milliyet, din, mezhep, cinsiyet veya siyasi tercihlere göre dışlanma ve ayrımcılık reddediliyor.
- “Suriye’nin coğrafi ve siyasi bütünlüğünü tehdit eden her türlü bölücü ve ayrılıkçı girişimi reddeden demokratik bir ulus projesi” öneriliyor. Burada özerk yapıyı “bölücü proje” diye tehdit addedenlere aynı dille yanıt veriliyor.
- Suriyeli olmayan tüm grup ve milislerin ülke topraklarından çıkması gerektiği vurgulanıyor.
- “Her türlü şiddet ve askeri operasyona son verilmelidir” vurgusu yapılıyor.
- “Her türlü demografik değişiklik reddedilmeli, göçmenlerin ve mültecilerin güvenli ve gönüllü dönüşlerini sağlayacak önlemler alınmalı” deniliyor. Bu maddede de Türkiye’nin 32 km derinliğinde güvenli bölge oluşturup kurulacak şehirlere sığınmacıları taşıma planına gönderme var. Bu plan Kürtler aleyhine demografik yapıya müdahale olarak görülüyor.
- Ulusal kaynakların Suriye halkının malı olduğu belirtiliyor. Rimelan, Haseke ve Deyr el Zor’daki petrol ve doğalgaz alanlarının kontrolü özerk yönetime yönelik suçlamaların temelini teşkil ediyor. Bu zenginliklerin tüm Suriye’ye ait olduğu bildiride kayda geçiriliyor.
- Ayrıca tüm düşünce suçlularının ve siyasi aktivistlerin serbest bırakılması, cezaevlerinde öldürülen ve kaybolan kişilerin akıbetinin belirlenmesi çağrısı da yer alıyor.

***

Ulusal Koordinasyon Kurulu “dış güçlerin maşası” türünden suçlamalara karşı panzehir işlevi görüyor. Heysem Menna üzerinden Ulusal Koordinasyon Kurulu’nu ayartmaya dönük girişimler bu blokun özgünlüğüne dair fikir veriyor. Menna’nın Paris’te benimle paylaştığı bazı anekdotları “Suriye: Yıkıl Git Diren Kal” adlı kitabımda genişçe yazmıştım. Kısaca tekrar aktarayım:
ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford 6 Ağustos 2013’te Paris’te Saint-Lazare Garı’nın yakınında bir barda Menna ile buluşuyor. Ford’un gündemi muhalefetin silahlanması. Diyalog şöyle noktalanıyor:
Menna: “Silahlı gruplara desteği neden kesmiyorsunuz?”
Ford: “Şu an Suriye’deki savaşı durdurmak Amerikan çıkarlarına uymuyor.”
Menna: “O halde ben sizin düşmanınızım, benden dostluk beklemeyin.”
Silahlanma teklifi aynı dönemde Suud kanalından da geliyor. Dönemin Suudi İstihbarat Şefi Bender bin Sultan, Menna’ya kancayı takmak için bir temsilcisini gönderiyor. Menna “Bender ile işim olmaz” diyerek kapıyı kapatıyor. Bender’in temsilcisinin yanıtı şu oluyor: “Devrim sonrası başbakan olma şansını yitirdiniz.” Silahlanma teklifi bazı işadamları üzerinden deneniyor vs.
Suriye’deki vekâlet savaşı ve kirli müdahaleleri reddeden bir muhalefet bloku Batı-Körfez ittifakı için ‘istenmeyenler’ sınıfındaydı. O yüzden muhalif koalisyonların kurulduğu otel salonlarında olmadılar. Şimdi bu grubun Kürtlerle paydaşlığı IŞİD’e karşı SDG ile ortaklık kuran Batılı aktörleri artık rahatsız etmeyebilir ama Türkiye’nin düşmanlığı hepsine yetecek kadar büyük.

***

Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun çözüm perspektifinde paydaş hale gelmesi sahadaki durumu değiştirmese de özerk yönetime söylemsel güç katabilir. Bu ortaklık ABD ile ortaklıkları nedeniyle Kürtleri kriminalize eden genel havayı kırabilir ya da Şam’da seslerinin duyulmasını sağlayacak bir kanal açabilir. Rakka, Haseke ve Deyr el Zor’da Araplarla kurulan ortaklıklar bölgenin yönetiminde son derece önemliydi. Fakat çıkarlar temelinde gelişen bu birlikteliğin Şam’daki karar süreçlerine etkisi sınırlı. Suriye yönetimindeki hakim değerlendirme ABD bölgeden çekildiğinde hem SDG’nin hem de Kürtlerin yerelde kurduğu ittifakın çözüleceği yönünde. Halbuki öz savunma ve yönetim temelinde Kürtlerin Araplar, Süryaniler, kısmen Türkmenler ve az nüfuslu diğer halklarla kurduğu ortaklık Amerikalılar bölgeye gelmeden önce başladı. Kolayca yadsınamayacak askeri bir güç ve yönetsel birikim oluştu. Günün sonunda Şam Ankara’nın beklentisine uygun olarak Kürtlere cephe açma yönünde radikal bir savrulma yaşamayacaksa Suriyelilerin kendi iç çözümünü bulması açısından Ulusal Koordinasyon Kurulu gibi özgün yapılarla sağlanan birlikteliklere ihtiyaç var.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.