YAZARLAR

Kızılcık şerbeti değil erkek şiddeti, Kibele değil yasa

Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek yerine iktidar uzun zamandır şiddet politikasını kadınları bastırmak, susturmak üzerine kurdu. Evet, şiddet politiktir. İktidarın şiddetle mücadele mekanizmalarını işletmeyişi de politiktir. Ekran aracılığıyla toplumu şiddet mekanizmalarından habersiz bırakma çabası da politiktir.

Dört yıl kadar oldu sanıyorum okuyalı. Okurken ve bitirdiğimde en çok düşündüğüm şey İstanbul Sözleşmesi’ydi. Hiç unutmuyorum, gayet özgüvenli “bizim Sözleşmemiz varken yasamız varken Kibele’ye de Morpheus’a da ihtiyacımız yok” demiştim, şöyle bir başımı dikleştirip. Heyhat!

Akademisyen psikiyatrist, yazar Levent Mete, Kadınlar Çağı isimli fantastik romanında eril şiddeti ve kadınların şiddet karşısında toplum ve kolluk, devlet tarafından yalnızlaştırılışını dert ediniyor. Günümüz İzmir’inde geçen hikâye, eril şiddetin tırmanışına ve kadınların çaresizliğine öfkelenen Tanrıça Kibele’nin, yeraltı tapınağından hiç çıkmaksızın yeryüzüne müdahalesiyle başlıyor. Rüya tanrısı Morpheus ile işbirliği yapan Kibele, kurdurduğu şirket için sıradan insanları belli özelliklerine göre çalıştırıyor. Yapmaları gereken tek işin uyumak olduğu “görev gücü” niteliğindeki çalışanların rüyalarında Morpheus tarafından yönlendirildiklerinden haberleri yok. Ama nerede bir şiddet var, nerede bir kadın tehlikede olsa uyku nöbetindeki eleman orada bitiyor. Faillerin durdurulup, kadınların kurtarıldığı olaylar şehirde efsane gibi yayıldıkça erkeklerde bir çekinme hali başlıyor. Kadınlar ise güvende hissetmenin özgürlüğünü yaşıyor, kısa bir süre olsa da.

Kısa bir süre çünkü, bir yandan şiddeti şiddetle durdurmanın yol açtığı toplumsal felaket denilebilecek vahşet boyutu söz konusu. Diğer yandan kadın sistematik şiddetle işkence altında yaşarken, şiddeti önlemek için ve hatta öldürüldüğünde bile adaleti sağlamak için harekete geçmeyen, etkisiz kalan kamu gücü, failler ve katiller için gerçek hayattaki kadar cevval romanda da. Bir kadın şiddetten kurtulmak için öz savunmayla o faili öldürünce meşru müdafaa saymaz ya bizim yargı. Pek az istisnayla kendini savunan kadınların çoğu cezaevlerinde. Erkek, katil de olsa maktul de olsa kolluk ve yargı erkeklerin yanında yamacında. Levent Mete romanında Kibele’yi harekete geçirmekte öyle haklı ki bu açıdan bakınca. Bir yandan da roman örgüsüyle yazar, ayakları sağlam zemine basan fantastik kurguyu, şiddeti önlemenin yolunun şiddet olmadığı gerçeğini tam anlamıyla idrak ettirerek sürdürüyor. 

Romanın gerçekliğinden hayatın gerçeğine döndüğümüzde açık ve net olarak biliyoruz ki kadınların mitolojik, metafizik, gizil güçlere ihtiyacı yok. İhtiyacımız olan şey hukuk, şiddeti önlemeyi temel politika edinen siyasi irade ve eril şiddete müsamaha göstermeyen toplum düzeni. İstanbul Sözleşmesi hakkında hukuksuz çıkma kararı verildi. Anayasanın ilk çiğnenişi değildi. Son da olmadı. Tersine hukuksuzluk tırmandı. Ve Sözleşmeden sonra 6284 sayılı şiddet yasasına yönelik tehditler yoğunlaştı, somutlaştı. Derken Cumhur İttifakının protokolünde yer almasıyla hukuk nezdinde sabitleşen siyasal vaat halini aldı yasanın kırpılması. Romanda görüldüğü gibi kolluk ve yargıdan, kamusal korumadan umudu kesilenlerin kendi adaletini gerçekleştirmeye girişmesi büyük bir tehlike oluşturur ki maalesef üzerinde çok konuşulan bir başka kurguya bakılırsa bu ihtimal hiç uzak görünmüyor.

Günlerdir konuşulan Kızılcık Şerbeti adlı dizide Nursema’ya yapılanlar, yaşatılanlar ve akıllarınca bulunan çözüm yolu ürkütücü. Dizilerde beni en çok rahatsız eden şiddetle mücadele mekanizmalarından, yasadan, sözleşmeden, sığınaklardan, koruyucu ve önleyici tedbir kararlarından hiç söz edilmeyişi. Çok izlenmeleriyle birlikte kurgunun gücü nedeniyle insanların öğrenmesi ve o özdeşleşme etkisinden yararlanarak içselleştirmesi mümkün olur dizilerde yer alırsa. Tartışma programlarında yüz saat anlatılmasından kat kat daha fazla toplumsal etki yaratılır, bir dizide bir saatliğine mekanizmaların işlevini konu eden bir senaryo bölümü. Fakat hiç rastlanmıyor televizyon dizilerinde. Kızılcık Şerbeti de öyle. RTÜK yasağına yürütmenin durdurulması kararı verilişi çok iyi elbette ama senaryoda şiddetle mücadele için yasaya, hukuka başvurulması yerine mafyatik yöntemlere sarılan aile düzeninin olumlanması korkunç. Hele de Nursema, kişisel gücünün farkına varıp hayatının kontrolünü elin almış bir karaktere dönüşmüşken yine ailesi tarafından korunan bir kadın olarak sunulması son bölümde ürkütücü bir hüsran. Topluma verilen mesaj: “seni ölüme gönderen de ölümden kurtulunca yaşamına tekrar yön veren de ailen, seni şiddet failinden kurtaracak olan da ailen” oldu. Gerçek hayatla örtüşen ise yayın yasağı getirilmesine yol açan bölümdeki o şiddet failini korumak için anında çeteleşen, suç ortaklığından korkmayan aileydi. Kızlarının duygularını yok sayıp hayatına dair karar verme yetkisine sahip oldukları düşüncesiyle, zorla, istemediği, tanımadığı bir erkekle alelacele evlendirip “iç huzuruna kavuşan” aileydi. Ki bence dizinin yasaklanmasının nedeni de ailelerin kadın hakları ve eril şiddet söz konusu olduğunda gerçekte de tam böyle davranıyor oluşunu açıkça gösterip, toplumu gerçekle yüzleştirmesi, iktidarın aile politikasını yere çalmasıydı. Diğer yandan seküler ailenin bireyleri dahi yasadan, polise şikayetten, hukuk yoluyla hak aramaktan söz etmeyince televizyon kanalları ve dizi yapımcıları, senaristler üzerindeki RTÜK sansürü açığa çıkıyor. İktidar baskısıyla olsa gerek senaryoda devlet hastanesi aciline yaralı olarak getirilen kadın için polis kaydı tutulmayışı da gerçeklikten kopuk olduğu gibi sansürün ne denli absürt kaçtığını da göze sokuyor.

Benzer bir durum kurgu dışı yapımlarda da göze batıyor. Çok izlenen kanallardaki gündüz kuşağı programlarında rastlanan eril şiddet olaylarında bile yasadan söz etmek yasak gibi. Örneğin Seni Dinliyorum isimli bir program başladı. Roman ve dizileriyle ünü iyice artan psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu, kanala ulaşanlara sesli danışmanlık yapıyor. Geçen cumartesi öğle saatlerinde rastladığım kadın sesi “çok çaresizim, bana yardım edin” diyordu. İrkilerek izlemeye devam ettim. Anlaşıldı ki evli olduğu erkekten şiddet gören bir kadın. Erkek şiddeti çocuklara yönelmiş. Ve kadın çocuklarıyla birlikte evden atılmış. Geceyi sokakta arabada geçirmeye çalışmış. Erkek hem şiddet faili hem başka bir evde başka bir kadınla yaşıyor ama bu kadını ve müşterek çocuklarını evden atıyor. Fakat yardım isteyen kadın sesi aldatmasını dert etmediğini sadece şiddetin bitmesini istediğini söylüyor ve gidecek hiçbir yeri olmadığını ekliyor. “Babam yok ki babamın evine gideyim, çocuklarıma nasıl bakarım, çok çaresizim” feryadına karşı psikiyatristin “çare 6284” diyeceğini umdum safça. Koruma kararlarının dile getirilmesi, “fail evden uzaklaştırılır sen evinde çocuklarınla yaşarsın, şiddetle mücadele mekanizmaları seni korur” denilebilmesi gerekirdi televizyon ekranında. Uzaklaştırma kararı yeterli olmazsa sığınak başvurusu için karakol veya doğrudan Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM) hatırlatılmalı, kadın yönlendirilmeliydi.

Ekranda programı arayan danışanlara dair görünen sadece ses grafikleri ve sunucunun yanı sıra psikiyatrist. Budayıcıoğlu telefondaki danışanın geçmiş öyküsünü biliyordu. Belki programın ben rastlamadan önceki dakikalarında dile getirilmiştir, bilemiyorum. Ancak o çaresiz yardım arayan genç kadının evlendiği sırada bir eczanede kalfa olarak çalıştığını hatırlatıp hem kendi ailesi hem evlendiği erkek tarafından işini bırakmaya ikna edilişine samimiyetle hayıflandı ve uyardı. Sihirli sözcüklerle bir anda durumun değişmesi bekleniyormuş gibi “sen güçlü kadınsın, kalfalık yapmış bir kadının gelişmiş becerileri vardır, silkin, aynaya bak, özgüvenini tekrar kazan” mealinde konuştu. Uzun süreli şiddet sistematik işkence olduğu için özgüven yıkımıyla birlikte sağlıklı düşünmeyi, karar almayı imkânsız kılar. Sığınaklar tam olarak bunun için gerekli. Şiddetsiz, güven ortamında bir süre yaşayarak sağalır kadınlar. Çocukları ve kendileri için en uygun kararı verip yeni yaşamını inşa edecek gücü toplar orada. Psikiyatrist, arayan kadının sığınakta, geçim kaygısı ve şiddet olmadan, çocuklarıyla birlikte bir süre yaşaması gerektiğini biliyor olmalı. Bu vakanın tam olarak kadın sığınağında koruma altına alınmayı gerektirecek nitelikte olduğu öyle açık ki...

İktidar baskısı ve RTÜK sansürü, toplumu şiddetle mücadelede yanlış bilgilendiren, kadınların çaresizlik çığlığını toplum geneli için öğrenilmiş çaresizlik için kullanışlı araç olarak gören siyasi iradeyi görünür kılıyor. Tek kişilik karar verici mekanizması şiddetle mücadele mekanizmalarını toplum gündeminden düşürmek isterken hem şiddetle mücadele niyeti olmadığını hem sansürü açıkça gösteren baskı sayesinde kendi kendini ifşa ediyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek yerine iktidar uzun zamandır şiddet politikasını kadınları bastırmak, susturmak üzerine kurdu. Evet, şiddet politiktir. İktidarın şiddetle mücadele mekanizmalarını işletmeyişi de politiktir. Ekran aracılığıyla toplumu şiddet mekanizmalarından habersiz bırakma çabası da politiktir.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.