İskoçlar etek giymezdi!

Marksist tarihçi Eric Hobsbawm'ın Terence Ranger'la birlikte hazırladığı 'Geleneğin İcadı' , 'eski' olduğu varsayılan ya da bizzat kendisini 'eskiymiş gibi' kuran birçok geleneğin, esasında çok yakın bir geçmişe tarihlendiğini gözler önüne seriyor.

Google Haberlere Abone ol

Hakkı Özdal    [email protected]

Bir an için, 1 Mayıs 2015 gününe gittiğimizi düşünelim. İstanbul’dayız. Ve 30’lu yaşlardaki iki erkeği gözlüyoruz.

Bunlardan biri, emekçi sendikalarının ve sosyalist örgütlerin çağrısıyla, Taksim’e, devletin yasakladığı “1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” gösterisine katılmaya gidiyor.

Diğeri ise, Fatih Camii’nde Cuma namazını kıldıktan sonra Zeyrek’teki Atpazarı Meydanı’nda şerbet içip nargile tüttürerek, arkadaşlarıyla Sezai Karakoç şiiri, Suriye cihadı ya da fıkıh konuşmaya gidiyor.

Biri solcu, sosyalist, seküler, en geniş anlamıyla “yenilikçi”… Diğeri sağcı, İslamcı, muhafazakar ve yine en geniş anlamıyla “gelenekçi”.

Sizce bu iki ‘denek’ten hangisi daha ‘geleneksel’ bir etkinliği icra ediyor? 1 Mayıs mitingine giden solcu mu yoksa Cuma namazından çıkıp fıkıh sohbetine giden sağcı mı?

gelenek

İlk izlenim, bu iki ‘denek’ten daha ‘geleneksel’ davrananın, Cuma namazından nargile sohbetine giden ve zaten ilke olarak “geleneklerin muhafazasından yana” davrandığı varsayılan muhafazakar olduğunu söylüyor değil mi? Oysa gerçek bu değil. 1 Mayıs’a giden, esasen 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun çağrısıyla 8 saatlik işgünü için sokağa çıkan milyonlarca işçinin gösterileriyle başlayan bir “geleneğin” izini sürüyor. Ulaşmaya çalıştığı Taksim Meydanı, 1977’deki 1 Mayıs katliamından beri, yani hiç değilse yaklaşık 40 yıldır, Türkiye işçi sınıfı için sembolik bir öneme ve “geleneksel” bir anlama sahip. İslamcı siyasa ve fıkıh konuşulan Zeyrek Atpazarı ise 1886’da –adından da anlaşılacağı üzere– Osmanlı başkentinin en önemli at pazarının kurulu olduğu bir meydandı. Ve 1977’de aynı meydanı, fren yağı kokusu ve metalik gürültüsüyle otomobil tamircileri çevreliyordu.

Bu “bizden” ve güncel karşılaştırma, Britanyalı tarihçilerin bir yaklaşımından ilham alıyor: “İcat edilmiş”, hatta biraz daha vurgulu bir söyleyişle “uydurulmuş” gelenekler!

2012 yılının 1 Ekim günü kaybettiğimiz İngiliz Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın, bir başka İngiliz tarihçi Terence Ranger ile birlikte çalıştığı, “Geleneğin İcadı” isimli kitap, “eski” olduğu varsayılan ya da bizzat kendisini “eskiymiş gibi” kuran birçok geleneğin, esasında çok yakın bir geçmişe tarihlendiğini gözler önüne seriyor.

İkisi Eric Hobsbam’a biri Terence Ranger’a ait olmak üzere, toplam 6 yazarın 7 makalesinden oluşan kitap, en yaygın bilinen geleneklerin bile oldukça yakın zamanlarda ortaya çıkmış olduğunu şaşırtıcı örneklerle ortaya koymakla kalmıyor; bazı geleneklerin de bizzat “icat edilmiş” olduğunu gösteriyor.

Bunlar arasında, Britanya mahkemelerindeki yargıç perukları ve dünya çapında bir “gelenek fenomeni” olarak bilinen “İskoç ulusal kıyafetleri” de var.

iskoc Modern İskoç eteği ile resimlenen ilk kişi Alexander MacDonell, 1812.

Kitapta, Eric Hobsbawm’un konuya genel yaklaşımı ve tartışma yöntemini koyan giriş makalesinin ardından ikinci makale olarak yer alan Hugh Trevor-Roper’in “Geleneğin İcadı: İskoçya’nın Highland Geleneği” başlıklı makalesi bu şaşırtıcı gerçeği tarihsel kanıtlarıyla gösteriyor. İskoçların ulusal kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak görülen, rengi ve desenleriyle farklı tarihsel İskoç klanlarını sembolize ettikleri varsayılan ekose kiltler (erkeklerin etek gibi bele sardıkları kumaş giysiler), aslında çok uzak olmayan bir geçmişte İskoçlar tarafından barbarlığın bir göstergesi olarak görülmekle kalmaz; gerçekte İskoçlardan çok İrlandalıların bir kültürel devamı olan Highland bölgesi erkeklerinin giysisidir. Trevor-Roper, daha 17. yüzyılın sonunda, bizzat İskoçlar tarafından “İrlanda’nın artığı ve döküntüsü” olarak görülen Highlandlilerin, kayalıklar ve bataklıklar üzerinde yürümeyi, sert çalılıkların üstünden aşmayı ve geceleri dağ başlarında uyumayı gerektiren “vahşi” gündelik yaşamı için, Sakson pantolonları yerine bu etekler çok daha kullanışlıydı. Alt sınıfları ve bu yarı barbar yaşamı temsil eden ekose etekler; demir eritmek için daha çok enerji kaynağına (enerji kaynağının o dönem için geçerli adıyla söylersek odun kömürüne) ihtiyacı olan bir İngiliz sanayicinin 1727’de Highland bölgesindeki bir ormanı ticari amaçla kiralaması ve bölgedeki binlerce kişiyi istihdam etmesiyle anlam değiştirmeye başladı. Bir İngiliz kapitalisti olan Thomas Rawlinson, Highlandlilerin aylak hayatına eşlik eden bu basit ve ucuz giyimden, işçileri için kullanışlı bir üniforma icat edecekti. Günümüzdeki pilili ve belden kemerli “İskoç etekleri” böylelikle ortaya çıktı.

Ulusal varlıklarını İngiliz hakimiyetine karşı isyan ve “cesuryürek” savaşçılarıyla manevi olarak tahkim eden İskoçların, bu varlığın en önemli nesnelerinden biri olarak gösterdikleri “ekose etek”lerinin, bir İngiliz sanayici tarafından icat edilmiş ve çok uzun yıllar boyunca alt sınıflara ve aylaklara özgü bir nişan olarak görülmüş olması oldukça ironik…

yenicikanlar YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Kitap, devam eden makalelerde de özellikle Britanya adasındaki yaygın “geleneklerin” oldukça yakın bir geçmişe tarihlenen kökenlerini ve bunların birer gelenek olarak “kurgulanmasını” açığa çıkarıyor.

Türkiye’de yakın zamanda “icat edilen” ve çokça tartışılan ‘Kutlu Doğum Haftası’, ‘Fetih Şölenleri’ gibi “geleneklerin” arkasındaki tarihsel, sınıfsal ve siyasi arkaplanı anlamak açısından da, gelenek kavramının antropolojik bir fenomen olarak varoluşunu sorgulamak açısından da çok önemli düşünce anahtarları kazandıran “Geleneğin İcadı”, Agora Kitaplığı tarafından 2006 yılında dilimize kazandırılmış ama son derece güncel bir okuma fırsatı sunuyor.