YAZARLAR

Katil o 24 saniyeden dakikalar önce durdurulabilirdi

Cinsimiz kırılıyor. Cinskırım yaşanıyor. Bunca yasa ihlali, ihmal ve aymazlık silsilesi nedeniyle kadınlar teker teker öldürülüyormuş gibi görünse de, katillerin kolektif argüman ve yöntemlerini besleyen devletin koruması altında gerçekleşiyor kadın cinayetleri. Ezgi, katil Deniz Özarslan’a elektronik kelepçe takılarak korunuyor olsaydı, o 24 saniye başlamadan yarım saat ya da on dakika öncesinde fail, polis tarafından durdurulur, cinayet önlenirdi.

Deniz Özarslan isimli kaçak katil hala yakalanamadı. Ezgi Zerkin (Özarslan), boşanma aşamasındaydı. Katilin yönelttiği tehdit ve şiddet nedeniyle yasanın belirlediği önleyici ve koruyucu tedbirler çerçevesinde Ezgi’nin talebi üzerine, uzaklaştırma kararı verilmişti katile. Çok sayıda ilgili kuruma suç duyurusu, şikâyet, başvuru yapılıp ve uzaklaştırma tedbir kararı verilmiş olmasına rağmen katil Deniz Özaslan’ı, Ezgi’den uzak tutma görevini yerine getirmedi devlet.

Adı üstünde karar uzaklaştırma olarak isimlendiriliyor. Politika yapıcı ve uygulayıcılardan karakoldaki polis memuruna kadar “devlet”, kararın adı "uzaklaşma" imiş gibi bir mücadele hattı kurmuş durumda. Mağdurlara, şiddet faili erkeklerden uzak durması, tedbirli olması, yaklaşırsa haber vermesi, hemen araması, güvenliği için faile yaklaşmaması gibi sözüm ona tavsiyelerde bulunuluyor. Oysa karar ve yasa, katili şiddet mağdurundan uzak tutma görevini devlete veriyor. Yasanın amir hükmüne rağmen şiddet faili erkek, uzaklaştırma kararına rağmen kolluk tarafından izlenmediği için “elini kolunu sallayarak mağdurun arka sokağında bile geziniyor.” Avcı gibi hedeflerindeki kadını izleyip, aile ve yakın çevresini, iş yerini gözetleyip cinayetlerini tasarlayacak kadar geniş bir hareket alanına sahip oluyorlar. Devlet kararın bir hecesini yok sayıp “uzaklaş(tır)ma” şeklinde uyguladığı, işin aslı yasanın gereğini ve görevini yerine getirmediği için önlen(e)miyor kadın cinayetleri.

Cinsimiz kırılıyor. Cinskırım yaşanıyor. Acil çağrı hattı ise müzik dinlettiriyor. Hatta travmatize edici özelliği nedeniyle ses kaydını paylaşmadığım Hatice Kaçmaz’ın 112 aramasında olduğu gibi ikisi kalbinden olmak üzere 14 yerinden bıçaklanmış kadın kendisi için yardım çağrısı yaparken, o ağır yaralı haliyle konuşmakta zorlanırken defalarca bulunduğu adresi tekrar söylemesi isteniyor. Arama yapılan telefonun konumu o ekranda görünmüyormuş gibi derin bir aymazlık ve duyarsızlıkla ve kesinlikle erkek şiddetiyle mücadele ilkelerinden habersiz görevlilerce. Bunca yasa ihlali, ihmal ve aymazlık silsilesi nedeniyle kadınlar teker teker öldürülüyormuş gibi görünse de, katillerin kolektif argüman ve yöntemlerini besleyen devletin koruması altında gerçekleşiyor kadın cinayetleri. Ve tam da bu nedenle kadın cinayetleri bir cinskırım…

Benim çocuğumu devlet korumadı” derken Ziynet Zerkin tam da bu gerçeğe isyan ediyordu. Ezgi’nin beyin ölümü gerçekleştiği zaman ailesinin yanında olan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) basın açıklamasıyla birlikte gündemi sallayan annenin öfkesi ve isyanı o kadar hakiki sorunlara işaret ediyor ve öyle haklı tespitleri haykırıyor ki sorumluların bu sözlere cevap vermesini de hak ediyor. Ancak devlette kapı duvar, tık yok ilgililerden. Bu nedenle EŞİK-Eşitlik İçin Kadın Platformu’nca yapılan basın açıklaması çok önemli. Çünkü Ziynet Zerkin’in öfkesini, acısını isyanla haykırdığı sözleri, kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadeledeki boşlukları, devletin bütün ihmal, ihlal ve hatalarını içeriyor. Bu yanlışlıklar dizgesinin her bir cümlesinin hangi yasa ihlaline, hangi görev ihmaline, kasıt veya hata ile yapılmış olsa da hangi aymazlık ve yanlış uygulamaya karşılık geldiğini gösteriyor. Ayrıca Gazete Duvar’da Müzeyyen Yüce’nin basın açıklamasına ilişkin haberi de ilgilenenler için okunmaya değer.

Açıklamada ve haberde yer alan elektronik kelepçe takip sistemini biraz daha genişleterek yazmak istiyorum bugün. Hani Ziynet Zerkin “Kurşun 24 saniyede girdi kızımın beynine. Adam 24 saniyede kaçtı” diyordu ya işte bu cinayet anından önce devletin yapması gerektiği halde yapmadıklarını görmek, göstermek gerekiyor. 24 saniye olarak ifade edilen o zaman bilgisi, katil Deniz Özaslan’ın, Ezgi’nin iş yerine giriş ve çıkışını gösteren kamera kayıtlarından geliyor. Ezgi’yi koruma yükümlülüğünü yerine getirmeyen polis, annesine ve kardeşine cinayet anına ilişkin görüntüleri izletmiş. Asıl görevi ise o 24 saniye başlamadan önce katili durdurmaktı. Çünkü cinayet geliyordu. Göz göre göre geldi cinayet. Bir kadın cinayeti daha devlet koruması altında işlendi.

28 Temmuz'da vuruldu Ezgi 31 Temmuz'da beyin ölümü haberi geldi ve annesinin öfkesi, isyanı o gün yayıldı ülkeye. Ne tuhaftır ki bundan iki gün sonra 2 Ağustos günü İçişleri Bakanlığı KADES propagandalı erkek şiddeti verileri paylaştı.  Üstelik Süleyman Soylu da bakanlık reklamını bir de kendi hesabından paylaştı.

İçişleri Bakanlığı'nın KADES propaganda görseli... 

İstanbul Sözleşmesi’nde düzenli veri tutulması ve periyodik paylaşımı erkek şiddetiyle mücadelenin önemli adımlarından birisi olarak tespit edilmişken bizim devlet, keyfiyete bağlı, propaganda amaçlı paylaşımlar yapar ya onlardan birisi işte. Verilerin hangi yöntemle toplandığı, kadın cinayetlerinin tespitinin hangi kriterlere dayandığı filan hiç şeffaf değil. Hikmetinden sual olunmaz devlet aklının, keyfine karışılmaz ilkesiyle yapılıyor her şey.

Evet, KADES reklamı asıl hedef bu tabloda. Ancak ciddi sorular var ve devlet bu sorulara da cevap vermeye gerek görmüyor bu ülkede. Ancak verilen sayıların hangi yönleriyle tartışmaya açık olduğunu dile getirmeye elbette devam edilecek. Bu tablodaki sorunlardan birisi elektronik kelepçe takip sisteminin kapasitesinde yetersizlik. Sundukları tablodaki veriler tartışmaya ve kuşkuya açık olsa da kapasite yetersizliğinin itirafı niteliğinde. Toplam kapasite 1000 elektronik kelepçe izlemesi yapılabildiğini gösteriyor. İzlenmekte olan kelepçeli fail sayısı ya da korunmakta olan kadın sayısı 636 olarak gösteriliyor. Ancak tabloda aynı zamanda verilen önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının sayısı takip edilenlerin sayısından binlerce, yüz binlerce kat fazla. 425 bin 709 önleyici tedbir kararı verilmiş bu yılın ilk yedi ayında. Aynı sürede verilen koruyucu tedbir kararı sayısı ise 44 bin 140. Bunlar bakanlığın rakamları. Üstelik erkek şiddeti mağduru kadınların talep sayısı değil mahkemenin uygun görüp karar verdiği koruyucu ve önleyici tedbirlerin sayısı. Ve mevcut elektronik kelepçe sayısı bunların kaçta biri oranında hesabı siz yapın. Şecaatin arz ederken sirkatin söyler kıvamında reklam yapıyor bakanlık ve kimsenin yüzünün kızardığı da yok.

Geleyim 24 saniye ile elektronik kelepçenin bağlantısına. 2 Haziran günü yani iki ay önce, Ankara’da bulunan kadın örgütleri Emniyet Genel Müdürlüğünde tanıtıma çağrıldı. Takip merkezi gezdirildi, sunum yapıldı, bilginin dışında ikramlar da sunuldu ancak sorulara doyurucu yanıt alınamadı. Yine de önemli bilgiler edindik takip sisteminin işleyişine dair. Mahkeme kararıyla elektronik kelepçe uygulaması başlıyor. Faile takılan kelepçe ve mağdura verilen aparat senkronize izleniyor. Şiddet faili erkek, koruma kararı verilen kadına ne kadar uzaklıkta ekranlarda görülüyor ve belli bir uzaklık sınırı aşıldığında alarm verilerek en yakın ekiplerin faili durdurması sağlanıyor. Bize verilen bilgi böyle en azından. O uzaklık sınırının da değişiklik gösterdiğini öğreniyoruz. Takip cihazının bulunduğu ilde, ilçede polisin hızlı erişiminin süresine bağlı olarak değişiyor. Kimi kelepçeli mağdura yarım saatlik zaman alacak bir mesafeden fazla yaklaşmışsa alarma geçilirken kimi yerde polisin erişim hızına göre on dakikalık bir mesafede yaklaştığında alarma geçiliyor.

Kısacası Ezgi, katil Deniz Özarslan’a elektronik kelepçe takılarak korunuyor olsaydı, İzmir emniyetinin erişim hızına bağlı olarak o 24 saniye başlamadan yarım saat ya da on dakika öncesinde fail, polis tarafından durdurulur, cinayet önlenirdi. Tabii ki bunun için kadınların yaşam hakkını korumayı önceleyen, erkek şiddetiyle mücadele yöntemlerini yasal zorunluluklar doğrultusunda ve titizlikle uygulayan, bunun için yeterli bütçe ayıran bir devlet ve iktidar politikası gerekiyor. “0” tolerans gibi ağızlarda çürütülmüş sakıza dönüşen, bütçe gerektirmeyen anlamsız iddialar havada uçuşuyor ama sıra kaynak aktarımına gelince kadınların şiddetsiz ve güvende yaşamı değil yandaşın çıkarı önceleniyor.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.