YAZARLAR

Karabağ'ın gösterdiği karanlık

Tedavinin başlaması için doğru teşhis gerekir. Ondan önce hasta olduğunu, iyileşmek için bir şeylerin değişmesi gerektiğinin kabulü. Konu biz kendimiziz, ilk önce Azeriler mi Ermeniler mi saldırdı, kim haklı kim haksız değil.

Kafkasya uzmanı mıyım? Kesinlikle hayır. Bilgilerim gayet temel, açık kaynaklara dayalı. Ne eski SSCB ülkelerinde görev yaptım, ne oraları başka vesileyle ziyaret ettim (Batum’da beş günlük bir geçici görev dışında), ne merkezde Kafkas Dairesi’nde çalıştım. Öyleyse susmalı ve konuyu uzmanlarına mı bırakmalıyım? Örnekse, kendi tanıtımımı yapmış olayım, bu gece Artı TV’de konuklarım olacak Doç. Dr. Hakan Güneş ve hariciyeden yeni emekli, eski dostum Engin Solakoğlu son derece bilgilendirici ve ufuk açıcı paylaşımlarda bulundular, yazı yazdılar, yayınlar yaptılar.

Susmamak gerektiğini düşünüyorum zira yine bize, hem güncel durumumuza hem kim olduğumuza ayna tutan bir çatışmayla karşı karşıyayız. Öyle ki, Bakü’de büyükelçilik yapmış Ünal Çeviköz’e dahi yarım akıllarıyla vatanseverlik dersi vermeye kalkıyorlar. “Gözden Irakta” kitabımda aktardığım üzere Büyükelçi Çeviköz Bağdat’ta benim amirimken çok ciddi bir suikast girişiminden zırhlı makam arabası delik deşik ucuz kurtulmuştu - oturduğu yandaki cama bir kurşun daha fazla isabet etse, cam tuzla buz olacaktı. Buna rağmen serinkanlılığını elden bırakmadan büyükelçiliğe dönüşünde ilk iş bana olan biten hakkında Ankara’ya telgrafını dikte ettirmişti. 

Kişisel olarak HDP dışında TBMM’de grubu bulunan partilerin ortak açıklamasına katılmayabilirim. Fakat Çeviköz’ün iyi niyetine, sağduyusuna, hizmetine, düşünsel namusuna ve belki bu konuyla ilgili değil ama efendilik ve iyi yürekliliğine söz söyleyebilir miyim? Hatta tersten söyleyeyim, siyasal olarak onu eleştirecek olsam, bundan sonra ağzımı açıp tek söz etmem artık. CHP de dış ilişkiler konusunda ondan yetkinini bulacaksa kendi safları arasından, buyursun; beni ilgilendirmez, CHP’li de değilim, seçmeni de. Öyleyse neden söz söylemek ve Çeviköz’e verilen tepki gibi, daha önce asker selâmı veren Ece Üner’in ipe sapa gelmez ifadelerini de konu etmek durumundayız? Çünkü tedavinin başka yolu yok.

Tedavinin başlaması için doğru teşhis gerekir. Ondan önce hasta olduğunu, iyileşmek için bir şeylerin değişmesi gerektiğinin kabulü. Konu biz kendimiziz, ilk önce Azeriler mi Ermeniler mi saldırdı, kim haklı kim haksız değil. Amerikan filmlerinden biliriz alkol bağımlılığı tedavisi “ben bir alkoliğim” itirafıyla başlar. Madem öyle garipdoyuran boy kırmızı şarap şişelerini açmak için öğle vaktini dahi beklemeyen Francis Malmann alkolik mi? Sabah, öğle, akşam kırmızı et yiyip, kırmızı şarap içip nasıl basur olmuyor? Ne bileyim, belki Patagonya’nın havasından suyundan, belki Malmann’ın “süper güç” olmasındandır. İzlemesi keyifli ancak aile hekiminize danışacak olursanız “aman birader Malmann kim bilmem ama sen zırvalama gözünü seveyim” diyecektir.  

“Kim haklı?” sorusunun uluslararası ilişkilerde önemi var mıdır, o başka. Biz kendimize bakalım. Dolar, avro, sterlin sırasıyla 8, 9, 10 diye dizildi. Şimdi sorarsanız “bölge barışına” en büyük tehdit Ermenistan. Dün posta koyduğumuz Fransa’yla bugün hem hava savunma sistemi hem Libya konularında işbirliği arayışındayız. Mavi Vatan safsatası üzerinden bizim vergilerimizle şehadet güzellemesi yapar, dünyayı kendimize güldürürken Yunanistan’la istikşafi görüşmeleri başlatma telaşındayız. MGK’ya “tek yol diyalog” dedirttik. O esnada yetişti Azerbaycan ve malûm Ankara savcısının 2014’den kalma 6-8 Ekim Kobane olayları gerekçesiyle HDP’lilere yönelik başlattığı operasyon. Hâlâ daha “gün birlik günü” şiarıyla hazırola geçenler var muhalifler arasında.

Azerbaycan’ın askeri ve ekonomik gücünün Ermenistan’dan çok üstte olduğu belli. Türkiye’nin Azerbaycan’ın arkasında, ilginç biçimde Rusya’nın ise şimdilik kenarda durduğu da. Yıldırım Savaşı (“blitzkrieg”) yöntemiyle Azerbaycan Dağlık Karabağ’ın güneyinde kalan toprakları geri alabilir. Hamle, ivme yeterliyse, Ermenistan’ın da İran bağlantısını kesip Nahçıvan’a ulaşmaya da yönelebilir. Bu duruma Rusya onay verir mi? Yıllardır süregiden anlaşmazlık Nahçıvan’ın Azerbaycan’la kara bağlantısının kurulması, Karabağ’ın da Ermenistan tarafından ilhakı ile sonuçlanır mı masada?

Daha baskın olasılık yıllar sürecek ve yine kazananı olmayacak bir savaşın belki eşit oranda yoz iki komşunun rejimlerini ayakta tutmaya yarayacağı ve Erdoğan’ın da o iki komşu arasındaki savaştan siyaseten nemalanmaktan ancak mutlu olacağı. Kökleri derinde ve çetrefilli Ermeni ve Rum nefreti, örtük Yahudi düşmanlığı, daimi seferberlik, adı konmamış OHAL, ümüğüne basılı haber kaynakları, ucu saraya bağlanmış uzun yargı sopası, hamasete dayalı dış politika hastalığımızın semptomları. Ayrıca, Ermeni deyince kanınız dönerse, Rum deyince gözleriniz belerirse, Yahudi deyince gözünüzün önüne Filistinliye eziyet eden İsrail askeri gelirse, her çatışmada taraflardan birine kayıtsız şartsız destek vaat ederseniz hangi sorunun çözümünde diplomatik arabulucu rolü oynayabilirsiniz?   

Bu zihinsel hastalıktan ve çoklu organ yetmezliğinden kendi kendimize kurtulamayacağımız belli. O pek özlenen Osmanlı’nın düyun-u umumiye ve kapitülasyonlar düzenine geri dönülmeyeceği de. Yok, onu da öneren varsa, buyursun yıksın cumhuriyeti, bilemem. Ancak, görebildiğim AB’ye tam üyelik perspektifinin önce söylemde ve önce muhalefetten başlayarak, sonra uygulamada zorla çeke çeke ortaya getirilmesi Türkiye’nin tek kurtuluş yolu. Bize hem destek, hem kısıt gerek. Hepsinden önce, bize tıpkı Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra olduğu gibi uzun, huzurlu, eğitimi ve insani kalkınmayı öncelemeye olanak tanıyacak bir dönem ve akılcı bir yönetim gerek.

Gerek, bana göre öyle gerek de, kendiliğinden olacak değil aklımızı bir an önce başımıza devşirmezsek. Hani teknik direktörler maç sonu toplantılarında derler ya “oysa idmanlarda çok çalışmıştık o pozisyonu” diye. Hani önü alınamayan bir “yan top” yahut "duran top zafiyeti” vardır. Aynı kadro, aynı taktik, aynı kondisyonla farklı sonuç ummak, beklemek sanırım veya korkarım muhalefet için ham hayalden ibaret kalır. Bunlardan biri, ikisi yahut üçü birden değişmek zorunda. Olmuyorsa, teknik direktör de ligin sonunu göremez, görmemeli. Nasıl olacak çok da kestiremiyorum, çok karanlık bir dehlize tıkıldık kaldık. “Umutsuzluk yok”, “Mavi Vatan” denli ne anlama geldiğini çözemediğim bir slogan benim için.             
 


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.