YAZARLAR

Kaptan: 'Aynı gemideyiz' O zaman ya iskele alabanda ya da batsın bu dünya!

Her şey yolundayken lüks kamaralarında hizmet bekleyenler, her limanda âlemlere akıp, her an açık büfe hizmet isteyenler, gemi su almaya başladığında bize aynı gemide olduğumuzu hatırlattıklarında, bizi sadece tehdit etmiyorlar aynı zamanda o saate kadar gemiyi kayalıklara sürüklediklerini göremediklerini de itiraf etmek zorunda kalıyorlar.Ne bu gemi istediğimiz yere gidiyor ne de bu geminin içinde hizmet alıyoruz. O zaman -Kaptan, kusura bakma!- ya iskele alabanda ya da batsın bu dünya.

takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri lâzlı
takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22 Ağustos’taki Bakanlar Kurulu toplantısı ardından yaptığı basın açıklamasında yine ve yine aynı “tehdidi” savurarak “Hepimiz aynı Türkiye gemisinin içindeyiz. Bu gemi güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden su alarak batarsa hepimizin boğulacağız. İş dünyamızı ve vatandaşlarımızı desteklemek için düşük maliyetli Türk Lirasını götürüp dövize veya altına yatırmak Türkiye gemisinde delik açmaktır. Evine, arsasına, arabasına, stoktaki malına, verdiği hizmete, sattığı ürüne enflasyon ve girdi maliyetlerine izahı olmayan fiyatlar koymak Türkiye gemisinde delik açmak demektir. Paradan para kazanmak adına yapacağı yatırımı yapmamak, işçiyi çalıştırmamak, ürünü üretmemek, satabileceği malı satmamak Türkiye gemisinde delik açmak demektir.”[1] dedi.

AYNI GEMİDE OLMAK: 'BİRLİK' Mİ 'TEHDİT' Mİ?

güvenli sularda işsiz dönenen
gezi yelkenlerinden çok duyarak denizi
takalar geçiyor enginlere
yamalı göğsünü gere gere

Erdoğan’ın konuşmasında satır arasında ifade ettiği sizce nedir, siz bu cümleleri okuduğunuzda ne anladınız; “Batarsak beraber batacağız!”ı mı “Çıkacaksak beraber çıkacağız!”ı mı? Birincisi bir “tehdit”in ikincisi bir “umut”un, “dayanışma”nın, (millî) “birlik”in altını çiziyor. Birincisinde The Reis’in gözümüze sokarcasına salladığı parmağına, ikincisinde o parmağın işaret ettiği hedefe odaklanıyorsunuz. Benim hinoğlu hinliğimle alakalı olsa gerek, ben sallanan bir parmak görüyorum; o kadar!

Aslında Türk sağının “aynı gemide olmak” metaforuyla ikisini bir arada ifade etmeye çalıştığını söylemek de yanlış olmaz sanırım. Bu metafor bir maymuncuk gibi: Aynı gemide olmaktan kastınız sorulursa birlik, dayanışma, umut nutukları atabilir, ama aynı dilin içine -filmlerdeki ürün yerleştirme gibi- bir tehdidi de sokuşturabilirsiniz. Tam da Erdoğan’ın yukarıda anılan konuşmasında yaptığı gibi.

Sahi, “aynı gemide olmak” metaforu inşa edilirken neden aynı “araba”da, “tren”de,  “at”ta, “bisiklet”te değil de gemi de olduğumuzun tahayyül edilmesi istenir ki? Sadece “gemi” tahayyülü bile bir “Au reste, après nous, le Déluge" (….Kasımpaşa) durumunu ima etmiyor mu? Tamam, Madame de Pompadour bu sözü, 90 dakikalık  Rossbach Savaşı’ndan sonra XV. Louis’yi teselli etmiş olmak için söylemiş (ya da söylediği rivayet edilmiş) olabilir ama bu metafordaki dilin bizzat “gemi” üzerinde inşa edilmiş olması bile bir tehdidi bize not etmektedir diye düşünüyorum: Hepimiz iyi biliyoruz, gemi (ve elbette uçak -ama sadece bu ikisinin) yolculukları araba, tren, bisiklet motosiklet…artık her neyse, karayolu ile yapılan yolculuklardan farklı karakterdedir(ler). Bu, yolculuğun yapıldığı aracın (geminin) farkından ziyade, güzergâhın farklılığından kaynaklanır. Gemi de istediğin zaman yola çıkarsın ama yolculuğu istediğin zaman sonlandıramazsın. Yolculuk esnasında karşılaşılan bir sorunu, çoğu zaman yolculuğa devam ederken halletmek gerekecektir; denizdeki yolculuk sırasında ortaya çıkabilecek bir soruna dışarıdan müdahale etmek de hayli meşakkatlidir. Söz temsili, gemide bir yangın mı çıktı; yangın fark edilir fark edilmez geminin frenine basıp gemiyi kenara çekmek, yolcuğu sonlandırmak ve yolcuları tahliye etmek mümkün olmadığı gibi, başka gemilerden yangına müdahale etmelerini beklemek de kolay değildir. Gemi metaforu, olası bir (yangın, ekonomik kriz…) tehdidin(in) karşısında yalnız ve baş başa olduğumuzu ima etmenin kibar yolu değil midir? İşte Madame de Pompadour’un “bizden sonrası tufan”ı da burada devreye girmez mi?

'SÖYLENEN' VE 'İMA EDİLEN'

takalar geçiyor yükle yürekle
takalar geçiyor emekle dolu
günlük güneşlik kıyılarından kopmuş
denizlerde Anadolu

Gemi”, “batmak”, “yalnız olmak”… tüm bu imalar bir yana “aynı gemide olmak” metaforundaki en önemli hususlardan bir diğeri de -yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi- tüm bu tehditlerin, açıktan ve sarih değil, bir “birlik” ve “dayanışma” mesajı altında veriliyor olmasıdır. Aynı gemide olmak birlik ve dayanışmanın diliyle altı çizilen bir tehdit olarak karşımızda durur. Söylenen ile ima edilen aynı şeyler değildir gemi metaforunda.

“Aynı gemide olmak” metaforu “söylen”diği haliyle bir (millî) “birlik” ve “dayanışma”yı ifade eder. Münir Özkul, Adile Naşit ve Tarık Akan’ın oynadıkları Bizim Aile filmini hatırlarsınız; Münir Özkul’un Yaşar Usta karakteriyle destan yazdığı filmi. “Aynı gemide olmak” ile filmin ne alakası var demeyin; var. “Aynı gemide olmak”la “söylen”en anlam tam da bu; Bizim Aile’deki gibi, sarmaş dolaş, tüm tehditlere karşı bir, bütün, kenetlenmiş bir aile tablosu. Hatta bize “hepimiz aynı gemideyiz” denildiğinde öyle bir “birlik beraberlik” içinde olmalı öyle bir “sevgi yumağı” oluşturmalıyız ki, tıpkı Yaşar Usta’nın gidip posta koyduğu zengin adamın –dünürünün- bile sevgiyi bulabilmek için Yaşar Usta’nın kapısına gelmesi gibi düşmanlarımızı bile imrendirmeliyiz. En sonunda düşmanımız gelip de kızını bizim eve emanet edebilmeli.

BİZ O GEMİNİN NERESİNDEYİZ, BU GEMİ NEREYE GİDER?

kıyılar kadın olmuş
açılır gider erkeği
takalar takalar toprağın
denizde çarpan yüreği

Her şey yolundayken lüks kamaralarında hizmet bekleyenler, her şey yolundayken her limanda âlemlere akıp, her an açık büfe hizmet isteyenler, gemi su almaya başladığında bize -bu geminin İskele’sindekilere- aynı gemide olduğumuzu hatırlattıklarında, bizi sadece tehdit etmiyorlar aynı zamanda o saate kadar gemiyi kayalıklara sürüklediklerini göremediklerini de itiraf etmek zorunda kalıyorlar. “Aynı gemideyiz” söyleminin bir tehdit; yönetenlerin yönetemedikleri için işler sarpa sardığında hepimizi çevreleyen bir tehdit olduğunu aklımızda tutmamız gerekiyor:

Tam da, başarısız olanların, başarısızlıklarının faturasını çaresizliğimize (ne yazık ki gerçekten aynı gemideyiz) çıkarıp, hesabı üzerimize yıkarak sırıtmaya devam ettikleri bir tehdit. Bir tehdit, bir başarısızlık ifade etmesinin yanında “aynı gemideyiz” dili, bir çaresizliğin bir çözümsüzlüğün de ifadesi.  Mevcut iktidar bloğunu oluşturan kesimler arasındaki didişme iyiden iyiye su yüzüne çıkıp da gemi su almadan, kimsenin aynı gemide olduğumuzu hatırlatmadığını aklınızdan çıkarmayın.

Ne bu gemi istediğimiz yere gidiyor ne de bu geminin içinde eşit yerlerde eşit hizmet alıyoruz. O zaman -Kaptan, kusura bakma!- ya iskele alabanda ya da batsın bu dünya. 

[1] Şükran Şençekiçer,  “Medyascope Gündem (23 Ağustos 2022): Erdoğan “Aynı gemideyiz, batarsa boğulacağız” dedi & Kürt seçmen Mansur Yavaş’a oy verir mi?”,  T24 (22 Ağustos 2022): “Erdoğan: Hepimiz aynı Türkiye gemisinin içindeyiz; batarsa hepimiz boğulacağız” 


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.