YAZARLAR

Kadıköy’de açılan kızıl sanat bayrağı

TKP’nin 100’üncü yıldönümü için bir araya gelen 100’e yakın sanatçı, işçi ve akademisyen, ‘Hiç Boyun Eğer mi İnsan!’ diyerek, Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde 30 Kasım’a dek resim, heykel, fotoğraf, yerleştirme gibi pek çok disiplinde nice mesaj ortaya koyuyor. Sergi, beraberinde tüm emekçilerin yolladığı kızıl renkli kumaşlarla örülen devasa bir kızıl bayrağı da getiriyor.

Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde, Türkiye Komünist Partisi’nin 100’üncü yıldönümünü kutlama vesilesiyle 4 Kasım’da açılan ‘Hiç Boyun Eğer mi İnsan!’ başlıklı sergi, her gün 10:00 ile 22:00 saatleri arasında izlenmeye devam ediyor. Küratörlüğünü Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birliği Türkiye Şubesi (AICA TR) Başkanı, akademisyen Fırat Arapoğlu’nun yaptığı serginin büyük bölümü, merkezin merdivenlerinden çatısına serpiştirilmiş bir söylem ve görsellik zenginliği üretiyor.

Arapoğlu’nun sanatçıların yanı sıra sanat tarihçiler ve akademisyenleri de bir araya getirdiği, hepsini emekçiden bildiği etkinlik, dört ana bölümden oluşuyor. Bir bölümde, ustaların çalışmaları yer alıyor ve bizlere sanatımızın gelişim evresinin bir kesitini sunuyor.

Serginin ana bölümünde ise sanatçıların çağrımızla oluşturdukları yapıtları ve emekçilerin gündelik yaşamlarına dair çektikleri fotoğrafları, bir arada bulundukları bir düzenlemeyle merdivenlere komşu duvarlarda yer alıyor ve çalışmalara videolar eşlik ediyor.

Üçüncü bölümde Şahin Domin ve Sanem Tufan’ın ürettiği heykel, kolektif bir proje önerisi sunuyor. Son olarak, emekçilerin ulaştırdıkları kırmızı kumaş parçalarından oluşan kolektif kızıl bayrak, kültür merkezinde asılı duruyor.

Dev kızıl bayrak

 

Türkiye Komünist Gençliği’nin katkı sunduğu serginin grafik tasarımlarını Didem Dayı, ses yerleştirmelerini ise Mustafa Avcı üstleniyor. Serginin en önemli niteliği ise, Arapoğlu’nun verdiği bilgiye bakılırsa, sanatçılar ve işçi sınıfı arasında herhangi bir hiyerarşi kurmaksızın, kolektif dil üretmeyi hedefleyen bir tasarım amacıyla yola çıkılması. Küratör, bu girişimin geleceğin sosyalist sanatına dair bir öneri olarak görülmesi halinde, kendilerini başarılı bulacaklarını ifade ediyor.

Ahmet Elhan, Mesut Eren ve Olgu Ülkenciler’in danışmanlığında, Ömer Koçağ’ın katkılarıyla ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi ekibinin üstlenici rolüyle ortaya konulan sergi, ekibin deyimiyle, bir ütopya pratiğinin kolektif görselliğini içeriyor. Arapoğlu, bu anlamda yoldaş kültür ve sanat emekçileri adına şu sözleri sarf ediyor:

“Çünkü geleceğe dair umut bireysel bir arzu ya da belirli bir topluluk üzerinden kurulamaz. Umut, hep beraber ve birlikte geliştirilebilir ve bu nedenle partiye, işçi sınıfına ve devrime inanarak “Biz hazırız” dedik. Milyonlarca işçi, tarihin çeşitli evrelerinde ve çoğu zaman kendisini örgütsüz, yalnız, çaresiz ve mahkûm edilmiş hissetti. Ama parti, işçi sınıfının her daim yoldaşı oldu ve kolektif zekâsıyla her fabrikada, iş yerinde, mahallede örgütlendi ve örgütlenmeye devam ediyor. Bu altyapıdan hareketle “Hiç Boyun Eğer Mi İnsan!”, sanatçıların ve emekçilerin birlikte mücadele etmenin yolunu kurdukları ve sosyalizm için “Biz hazırız” dedikleri bir çağrıyı görünür kılıyor. Çünkü başka şansımız yok. Umut örgütlenmekten geçiyor, çünkü örgütlü bir halkı hiçbir kuvvetin yenemeyeceğini gayet iyi biliyoruz.”

100’e yakın sanatçının el verdiği etkinlikte imzası bulunanlar ise, şöyle sıralanıyor: Cevahir Akbaş, Burcu Aksoy, Gülçin Aksoy, Buse Aktan, Türkmen Alkan, Sadık Arı, Şener Yılmaz Aslan, Adnan Atay, Mustafa Avcı, Cansu Ayduran, Arzu Başaran, Yeşim Biçkin, Seda Boy, Zeynel Abidin Boztepe, Özgür Bulut, Gülzemin Çalışır, Burak Çolak, Zeynep Çor, Onur Çuvalcı, Uğur Daştan, Mustafa Delioğlu, Bekir Dindar, Abidin Dino, Arif Dino, Şahin Domin, Fide Lale Durak, Dünya Dural, Işıl Dural, Mehmet Duran, Mustafa Duymaz, Ahmet Rüstem Ekici, Gizem Ekiz, Ahmet Elhan, Leyla Emadi, Didem Erbaş, Mesut Eren, Ersin Erol, İrfan Ertel, Hayri Esmer, Nazım Serhat Fırat, Murat Germen, Deniz Gökduman, Sait Günel, Ufuk Gürbüzdal, Güray Hatipoğlu, Horasan, Salih Necati İnan, Barış İplikçi, Nuri İyem, Osman Nuri İyem, Mert Kara, Levent Karaoğlu, Beyza Karataş, Selim Karataş, Bala Kavlakoğlu, Seydi Murat Koç, Ömer Koçağ, Etkin Kolbaşı, Fatma Korur, Mustafa Kozanlı, Kpakay, Fırat Kurt, Nihal Martlı, Seda Mit, Murat Morova, Mustafa Okan, Fikret Otyam, Muna Örs, Duygu Özdemir, Gökhan Özekinci, Ferhat Özgür, Sinem Özmen, Çağrı Saray, Aydın Sarıoğlu, Murat Sayın, Halil Şahin, Yusuf Murat Şen, Sanem Tufan, Murat Turan, Ruken Turgut, Ebru Usta, Olgu Ülkenciler, Erdem Varol, Mert Yamaç, Jale Yelken, Kumsal Yıldırımlı, Şirin Uysal Yılmaz, Ecenur Yılmazer, Makbule Zeynep, Emre Zeytinoğlu.

Serginin birinci kat duvarında, Emre Zeytinoğlu’nun bir Ayasofya deseni gözüme çarpıyor. Akademisyen, eleştirmen, sanatçı ve yazar Zeytinoğlu, Mustafa Suphi’nin şu sözlerini kayda geçiriyor: “Ve dünya devrimi proletaryanın kesin zaferi ile taçlandığında, biz, İstanbul’un bu efsanevî şehrin Enternasyonalin başkenti olmasını öneriyoruz.

Biz dünyanın her köşesinden, tüm milliyetlerden ve ırklardan proletaryanın binlerce temsilcisinin bir araya gelecekleri zaman bu toplantı için dünyanın en güzel yapısını, Ayasofya’yı seçeceklerini hayal ediyoruz.”

PE Kule Vinççiler Dayanışma Ağı’na ait fotoğraflara, Arzu Başaran ve Horasan gibi tanınmış fırçaların refakat ettiği aynı duvarda, Burcu Aksoy’un ikonik orak ve çekiç sembolüne getirdiği taze bakış da, hatırda kalıyor. İlgili kısımda yine, inandığı siyasî duruş için sokakta emek veren bir gencin siyah beyaz karesi, Barış İplikçi’nin objektifinden süzülüyor. Bu kısımda gözüme takılan tablo lezzetindeki bir belge-kare ise, elindeki kızıl bayrağıyla bir kadını görüntüleyen, fotoğrafçı Cansu Ayduran oluyor.

Cansu Ayduran

 

Serginin ikinci kat merdiven duvarına baktığımda ise, Fransa’nın evrensel ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ ilkesini bir duvar üzerinden yorumlayan ressam Nihal Martlı’yı, ardından yine, orak ve çekiç sembolünü güncel yorumuyla biçimsel olarak alt üst ederek ‘silkeleyen’, adeta kendine getiren Burcu Aksoy’u yine görüyorum. Emekçi kadınların M. Cevahir Akbaş’ın fotoğrafıyla, sokakta ekmek parası için koşturan çocukların Gökhan Özekinci’nin lensinden yansımasıyla ve Nâzım’ın suretinin aynı duvarda Deniz Gökduman’ın monokrom fırçasıyla buluşturulduğu bu bölümde ayrıca, Salih Necati İnan’ın küçük bir kız çocuğunu yine orak-çekiç sembol grafitisi ile buluşturduğu fotoğrafını, ya da Murat Germen’in merdivenler üzerinden grafik bir kaygı ve müzikal bir içgüdü ile kurguladığı ‘Güvenli Limana Doğru’ adlı görsel kompozisyonunu not alıyorum.

Salih Necati İnan

 

Seda Boy’un karışık teknikle ürettiği, bir gözbebeği ile geleceğin aydınlık bireylerini ufka doğru kesiştirdiği ‘Güneş’ isimli 2020 yapıtı ile zenginleşen sergi, Nâzım Hikmet’in ‘Davet’ şiirinde değindiği gibi, ‘Yaşamak bir ağaç gibi hür, ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…’’ deyişini kanıtlarcasına, her birinin diğerinin gözü ve sözünü kesmediği yapıtların birer tuğla kardeşliği ile insanın gelecek kurgusuna zemin hazırladığı bir yoğunluk arz ediyor.

Seda Boy

 

Etkinlik, çok sesliliği ile izleyiciyi hem özgür bırakmayı hem de aynı yaklaşım içerisinde denetim altında tutarak, belli bir inanç uğruna nasıl özgürleşilebileceği üzerine düşündürmeyi başarıyor.

Bu anlamda naif sanatın sanat tarihsel üstatlarla omuz omuza geldiği alternatif bir teşhis ve tahlil önermesi halinde de okunabilen ‘Hiç Boyun Eğer mi İnsan!’ sergisinde ayrıca, 3. Kat yapıtlarına baktığımda ise, çok sayıda fotografik katkının olduğunu görüyorum. İnsan ve emek odaklı çalışmalar arasında yine, gözüme Çağrı Saray’ın tarih ve hakikate ‘sismik’ bir ironi ile bakarak estetize ettiği, Orgeneral Kenan Evren portresi ve dönemin Türkiye’sine akıl veren bir ana akım gazetesinin, ‘Hürriyet’in logosu çarpıyor. Yine aynı duvarda özellikle kayda geçmek istediğim bir yapıtında ise, kalabalığın umutlu, kudretli ve haklı ritmini, grafik kaygılı resmi ile, sanatçı Ömer Koçağ, sergiyle aynı adı taşıyan 2020 tarihli işinde veriyor.

Ömer Koçağ

 

Tekel direnişini figüratif tuvalinde ölümsüz kılan naif sanatçı İrfan Ertel’in, üstat Nuri İyem’ın Anadolu kadını ile aynı duvarı paylaştığı sergi, geleceğin hemen, şimdi ve burada olabileceğini kanıtlayan duruşuyla umut pekiştiriyor. Etkinlik ayrıca, günümüz kültür sanat kurumlarının ürettiği yalıtılmış kavramsal çerçevelere, hijyenik içerikli gayri sosyal faaliyetlere ve istenildiğinde hiyerarşi gözetmeksizin, belli bir duruşun tasvir ve teşhiri adına nasıl bir araya gelinebileceğine dair, önemli bir önerme olarak, ne niteliği, ne de niceliği birbirine ezdirmeksizin kayda geçiyor.

İrfan Ertel

 

Serginin bir özelliğinin de, içerdiği küçük boyutlu yapıtların fiziksel özelliklerinden ötürü, yakın zamanda başka bir mekân ve zamanda izlenebilme olasılığı olduğunu düşünüyorum. Keza sergiye dair üretilmiş bu işlerin, yine belli bir ortak amaç uğruna kolayca çoğaltılabileceği ve bir yayın veya kart, ya da poster halinde satılabileceğini, tüm iyi niyetimle (ve elbette emekçilerin buna gönüllülüğü parantezi ile) aklımdan geçiriyorum.