YAZARLAR

İklim değişikliği Yunanistan’la yeni dış politikanın zemini olabilir 

Ege ve Akdeniz kıyı bölgelerinde yani başlıca risk alanlarında seçmen tabanlarının köklü olduğunu bildiğimiz CHP-İYİP’ten bu defa devleti değil kamuyu öne çıkarmalarını, AB’ye tam üyelik hedefini çekip odanın tam ortasına geri getirmelerini ve hiç yoktan yangın söndürme konusunda Yunanistan’la bir somut işbirliği arayışının sancaktarlığını yapmalarını beklemek fazla mı iyimserlik olur?

Ormanlar yanar, yönetimimiz tüm dikişleri patlayıp, dökülerek kâh traji-komik kâh düpedüz absürt bir görünüm alırken, dış politika üzerine ahkâm ve ahkâmlar kesmek zamane Neronculuğu oynamaya, kundakçı siyasetine ortak olmak gibi geliyor ama deneyelim. Kimimiz son okuduğumuz metin, makale, kitap veya son izlediğimiz film, belgesel, program neyse onda takılı kalır bir süreliğine. Ben de bunlardanım sanırım. Büyük ustalardan Angelopoulos’un MUBI’ye gelen Arıcı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır filmlerini kısa zaman aralıklarıyla art arda izleyimleyince üzerine az Yunanistan yakın tarihi okumladım. Orman yangını felâketleri de suyun iki yakasını yeniden tasada buluşturunca ikisini harmanlamayı denemek istedim. Duvar English’teki son yazımda da alıntıladığım Burak Acerakis’in ve sonrasında Cem Toker’in sosyal medya paylaşımlarını da görünce, burnumu tıkayıp çömlek atladım.    

Ankara’daki Rusya Büyükelçisi Erkhov "şu anda beş İlyuşin İl-76 tipi büyük uçak, üç Beriev Be-200 tipi eşsiz amfibi uçak ve özel yangın sistemlerine sahip üç helikopterimiz Türkiye'de" açıklamasını yaptı. “Eşsiz” mi bilemem ama gerçekten hatırı sayılır bir katkı bu. Şimdiki Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay’ın 2015’te AFAD başkanıyken AB ile imzaladığı dayanışma mekanizmasının işletilmesi için Ankara yangınlar başladıktan sonra tam altı gün gecikmeyle başvuruda bulundu. AB de İspanya’dan iki ve Hırvatistan’dan bir yangın söndürme uçağını eşanlı olarak ülkemize yardıma gönderdi.

THK’nun uçaklarının dörtbuçuk milyon dolar bakım gideri gerekçesiyle yerde tutulma kepazeliğine artık değinmiyorum. Oktay’ın AFAD namına AB ile imzaladığı anlaşma ortadayken, iletişim şeysi Altun’un “güçlü Türkiye” diye debelenmesini; RTÜK’ün (özellikle alternatif yani gerçek) medya üzerinde baskı kurmasını; savcıların durumdan görev çıkarıp, yangınla ilgili küresel yardım çağrısı yapanları kovuşturmaya başlamasını; Erdoğan’ın yangın alanlarını gönüllülere kapatıp, ormanlık alanları turizme açmasını; jandarmanın Akbelen’de köylüleri derdest etmesini; son olarak (her ikisi de geleneksel olarak toplumun güvenini kazanmış) TSK ve Kızılay’ın ortalarda görünmemesini de saymayacağım. Vasatın tasallutu, ceberrutun cüreti vs. besteyi de, güfteyi de biliyorsunuz.

Buna karşılık, konumuz bağlamında, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun asıl işi olan ancak yürütmediği diplomasi ortadayken, mevkidaşı Dendias çıkıp Yunanistan’a iki yangın söndürme uçağı yollamayı önerdiğimizi duyurdu. Biliyorsunuz devletin en tepesinden, Cumhurbaşkanı olsun, Orman Bakanı olsun “envanterimizde yangın söndürme uçağı bulunmadığını” ve “orman yangınlarını söndürmenin öncelikle belediyelerin görevi olduğunu” belirtmişlerdi. Ayrıca yine Dendias’a göre yapılan öneri “ülkemizdeki yangınların denetim altına alınmış” olmasına dayanırken, Köyceğiz’de ve Kaş’ta yangınların sürdüğünü de biliyoruz.

Komşumuzda başbakan Mitsotakis halktan özür diledi, kara havacılık (hava kuvvetleri değil) komutanı Tümg. Koumendakis da istifa etti. Koumendakis’in istifası, komutasındaki 14 Chinook (ABD) helikopterinden yalnızca üçünün yangın söndürme çalışmalarında kullanılabilmiş olmasına dayandırılıyor. Anımsayacaksınız, ABD bize o Chinook’lardan üç adet göndermeyi önermiş, Erdoğan da eldeki askeri helikopterlere “sepet takma düşüncesinden” söz etmişti. Yunanistan’ın 20 uçaklık Canadair ve artık devriye görevlerinde kullanıldığı belirtilen 18 Pezetel (Polonya) yangın söndürme uçağı bulunuyor.

“Sağcı” Mitsotakis özür dilemek yerine, “çan sesleri susmaz, mavi-beyaz bayrak inmez” diyemez miydi? Antik Helen uygarlıkları değil de günümüzdeki Yunanistan’ın kısa tarihine bakarsak, daha ilk günden iç savaşlar, darbeler, dış müdahaleler, iflâslar (aynı bizimki gibi Düyun-u Umumiye idaresi orada da olmuş), dışarıdan etnik Yunanlıların kendi vatanlarına, Yunanistan’dan politik ve ekonomik nedenlerle yurttaşların ABD, Avustralya gibi ülkelere nüfus artışını aşan göçlerini görüyoruz. Rum Ortodoks Kilisesi’nin siyasi konumu ve toplumsal ağırlığı ile ırkçılık boyutuna ulaşan milliyetçilik de güçlü. Bir yerde kritik fark var, Yunanistan AB üyesi bir devlet.  

Elhamdülillah (!) biz Yunanistan’la karşılaştırmalı olarak da, mutlak koşullarda da “büyük” devletiz. Üstelik G-20 üyesiyiz. Nüfus büyük, yüzölçümü büyük, tarih derin. NATO’ysa NATO, AK’se AK, AGİT’se AGİT, AİHM ise AİHM ve AB’nin de adayıyız. Bankacılık krizimizi 2001’de atlatmıştık, Yunanistan 2010’da yine battı, 2060’a dek borç ödemesi öngörülüyor. Buna karşılık, Yunanistan son cuntadan 1974 yazında Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin etkisiyle de kurtulup, yukarıda da değinildiği üzere 1981 başında AB’ye üye olalı beri özgürlük ve kalkınma yolunda ülkemizden ayrışıyor. Bizse “daha çekilecek çilemiz varmış” havasında taşlı, topraklı, engebeli patika yollardan serencamımıza devam ediyoruz. 

Paris Anlaşması’nı imzalayıp, onaylamayan tek G-20 ülkesi de Türkiye. İklim ve su politikaları uzmanı Gökçe Şencan*, iklim değişikliği nedeniyle Doğu Akdeniz’in dünya ortalamasında oranla daha hızlı ısındığını ve aynı nedenle yağışların da azalacağını vurguluyor. Bunun tarımsal üretimi de, yanlış seçimler nedeniyle enerji güvenliğini de olumsuz etkileyerek refah düzeyimizi aşağı çekeceğinin altını çiziyor. Bütüncül bir çevre ve iklim politikası ile görev ve sorumluluklarının bilincinde bir yönetim olmayışının, iklim değişikliği kötüleştikçe ağırlaşan bir toplumsal fatura yarattığını belirtiyor.

BM bünyesindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Çalışma Grubu’nun “İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilim Temeli” raporu da yeni yayımlandı. Raporda, “insan faaliyetleri sonucunda, gezegenin ikliminde hızlı ve büyük ölçekli değişiklikler meydana geldiği”, “bu etkilerin bazılarının geri dönüşü bulunmadığı”, “ısınmayı durdurmak istiyorsak, karar vericilerin net sıfır emisyon planlarını hayata geçirmesi gerektiği” kesin bilimsel verilere dayanarak dile getiriliyor.

Tüm bunlar bize Türkiye’nin politikasızlığı ve tutarsız dış politikası hakkında ne anlatıyor? Birincisi, herhangi bir ülkenin ne tek başına baş edebileceği, ne kendini korumaya alarak aradan çekilebileceği bir konu iklim değişikliği. İkincisi, pandemiyle mücadelede olduğu gibi, Tanrı’ya ve dine değil, miyopik fırsatçılığa da değil, ancak bilime dayanarak uzun erimli çözüm sürecinin paydaşı olunabilir ve olunmalıdır. Üçüncüsü, bu yönde Türkiye hiç yoktan kendi geleceğini düşünerek küresel etkinliğin içinde ciddiyetle yer almalıdır. Dördüncüsü, ise alçakgönüllü ancak yapıcı bir küçük adım atarak işe artarak süreceği belli orman yangınlarının söndürülmesi konusunda zırvalamayı ve kendi halkına zorbalık etmeyi bırakıp Atina’yla somut işbirliğine girişerek başlayabilir Ankara. 

Zira yeşil dönüşüm konusunun sağı, solu yok. Kalkınmacı sağın da, dayanışmacı solun da yeşil dönüşümü öncelemesi zorunlu. Ülkemiz özelindeyse, kendilerine “demokratik” nitelemesini yakıştıran CHP-İYİP seçim ittifakının içtenliğini basitçe “Yunanistan” (konu dışı ama “Ermenistan” ve “Kürdistan” da var) sözcüğüne verdikleri tepkilerden ölçebiliriz. Oysa 1999 depremi bize iki ülke ilişkileri bağlamında “bir anda değişir her şey” dedirtmişti, öyle değil mi? Mevcut iktidardan hiçbir sağduyu ve uzgörü beklentimiz olamayacağı açık. Öyleyse, özellikle Ege ve Akdeniz kıyı bölgelerinde yani başlıca risk alanlarında seçmen tabanlarının köklü olduğunu bildiğimiz CHP-İYİP’ten bu defa devleti değil kamuyu öne çıkarmalarını, AB’ye tam üyelik hedefini çekip odanın tam ortasına geri getirmelerini ve hiç yoktan yangın söndürme konusunda Yunanistan’la bir somut işbirliği arayışının sancaktarlığını yapmalarını beklemek fazla mı iyimserlik olur?

Günümüzde Ayrılık Çeşmesi Durağı ve Tepe Nautilus AVM’nin olduğu yer (Kadıköy-İstanbul)

*Gökçe Şencan bu akşam Artı TV’de her Çarşamba olduğu gibi 21:00’de yayınlanacak “Dünya ve Biz” programımda tam da bu yazıdaki konuları ele almak üzere konuğum olacak. 


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.