YAZARLAR

Hiç akılcı değildi, ama bir ihtimâldi ve çok güzeldi

Galatasaray dün akşam yenilse de Avrupa seviyesinde bir pres kalitesine sahip olduğunu ve karşısında geriden oyun kuracak takımın adı Bayern Münih bile olsa, başlarını belaya sokmaya muktedir olduğunu herkese gösterdi.

Süper Lig şampiyonlarının Şampiyonlar Ligi gruplarında yaşadıkları temel ikilemlerden biri şudur: Kendi oyunumuzu mu oynayacağız, yoksa rakibe göre mi oynayacağız? 

Türkiye futbolu ile Avrupa futbolu arasındaki makas, özellikle 2010’lu yıllardan itibaren giderek açıldığı için bu ikilemin reaktif tarafı, yani rakibe göre oynama düşüncesi, Şampiyonlar Ligi’nde daha akılcı bir seçenek olarak kabul edilebilir.

Ama bazen de maceracılık, akılcılığa baskın gelir ve sizi kendi liginizde zirveye taşıyan kendi futbolunuzu Avrupa’nın en üst düzey takımlarına karşı da test etmek isteyebilirsiniz. Bunu en son Beşiktaş’ın başında Sergen Yalçın yapmak istemiş; yerel düzeyde çok iyi uyguladıkları pres futbollarını Borussia Dortmund, Ajax ve Sporting Lizbon’a karşı da denemeye cüret etmiş ve Beşiktaş bu cüretin bedelini grubunu puansız bir şekilde bitirerek acı bir şekilde deneyimlemişti.

2000’İN CÜRETİ 

Aynı cürete Okan Buruk da sahip. Ama onu Sergen Yalçın’dan ayıran ya da Yalçın’ın bir adım önünde tutan iki şey var. Birincisi; Başakşehir ile daha önce Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nde hiç fena olmayan iki sezon geçirmesi. İkincisi ise bu sezonki Galatasaray’ın Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ına göre çok daha kaliteli ve seçenekli bir kadroya sahip olması. İkisi de Buruk’un cüretkârlığının altını daha iyi doldurmasını sağlıyor.

Gelin görün ki, rakibiniz Bayern Münih ise akılcılık ile maceracılığın çekişmesinde biraz daha akılcı tarafa meyletmeniz gerekebilir. Kimse de sizi bunun için korkaklıkla suçlayamaz. Karşınızda Şampiyonlar Ligi grup aşamasındaki son 36 maçının hiçbirini kaybetmemiş bir takım varsa biraz çekinmeniz ve tedbirli olmanız sizi başınıza gelebilecek olası felâketlerden koruyabilir.

Okan Buruk’un ise belli ki hiç böyle çekinceleri yok. Kendisine de takımına da güvendiği çok açık. Old Trafford’da kazandıkları galibiyetin de bunu perçinlediğine şüphe yok. Daha da derinlerdeyse Galatasaray’ın Avrupa’da oynaması gereken bir futbol olduğu düşüncesi yatıyor olabilir. Buruk’un oyunculuk kariyerindeki en büyük başarılarını yakaladığı 1996-2000 arasındaki Galatasaray’ın pres futbolunun onun üzerinde derin izler bırakmasından ve teknik direktörlüğünde de bu izleri sürmesinden daha doğal bir şey yok.

Nitekim dün akşam sahada aynı cüret vardı. Rakibin kim olduğunun pek de bir önemi yoktu. Galatasaray kendi futbolunu oynamalı, kazanacaksa bu şekilde kazanmalı, kaybedecekse de bu şekilde kaybetmeliydi. Bu 2000’in cüretiydi.

GERİ ADIM YOK 

Bayern’e karşı oynayan her takım, bu Bayern ile denk güçte bir takım da olabilir, oyununda bir denge gözetmek zorundadır; çünkü aksi delilik olur. Galatasaray ise dün akşam deliliği seçti. Tam saha adam adama baskıyla maça başladılar, bunun bedelini henüz 8. dakikada Bayern’in ilk pozisyonunda Kâzımcan Karataş’ın da bir pozisyon hatasıyla geriye düşerek ödediler, ama geri adım atmadılar. 

Davinson Sanchez ve Abdülkerim Bardakcı orta sahaya kadar çıktılar ve ikisi de birebir baskıları mükemmel uyguladılar. Çift pivotta Kaan Ayhan'ın varlığı sayesinde Lucas Torreira da daha çok öne çıktı ve bu sarı-kırmızılıların presinin hem şiddetini artırdı hem de konumunu olabildiğince ileriye taşıdı. Bu sayede Galatasaray ilk yarı boyunca oyunu Bayern’in yarı sahasına yıkmayı başardı ve birçok gol pozisyonu da yakaladı. Tek eksik ise bitiricilik gibi görünüyordu.

Hepsinden önemlisi ise Bayern’in çıkmasına neredeyse izin vermemeleriydi. Bayern’e karşı pozisyona girebilirsiniz, ama kendi kalenizin bu kadar uzağında oynarken Bayern’e ciddi bir şans vermiyorsanız, olağanüstü bir hâl söz konusu demektir. Bunu Avrupa’da başarabilecek takımların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Türkiye’den bir takımın bunu yapabilmesi ise mümkün bile değildir. Ama dün akşam Galatasaray bunun mümkün olduğunu gösterdi.

Sarı-kırmızılılar, Avrupa seviyesinde bir pres kalitesine sahip olduklarını ve karşısında geriden oyun kuracak takımın adı Bayern Münih bile olsa, başlarını belaya sokmaya muktedir olduklarını tüm Avrupa’ya ilân etti. Bu delilik düzeyindeki oyunlarının ödülünü aslında birden fazla golle almaları gerekiyordu. Ama birçok pozisyonun başrolündeki Kerem Aktürkoğlu bir türlü Sven Ulreich’ı geçemedi, ondan seken ve altıpasta önünde bulduğu bir topu da ağlara gönderemedi. Böylece tek gol Mauro Icardi’nin ayağından gelebildi. Bu özgüvenli futbola bir Panenka penaltısı da yakıştı doğrusu.

ÇILGIN FUTBOLDA ISRAR

İkinci yarıdaysa Okan Buruk’un bir seçim yapması gerekiyordu; belki de bir Türkiye takımının bir Avrupa devine karşı en iyi 45 dakikasını oynamışlardı. Ama ne olursa olsun skor tabelasına hak ettikleri sonucu yazamamışlar ve çok efor harcamışlardı. Bu çılgın futbolu bir 45 dakika daha sürdüremeyecekleri açıktı. O yüzden ya ikinci yarıda bir denge oyununa yönelecekler ve kendileri için gayet iyi bir sonuç olan bir puanı almaya çalışacaklardı ya da Bayern’e karşı yakaladıkları bu ezici üstünlüğü tarihi bir galibiyetle taçlandırmak için risk almaya devam edeceklerdi. Okan Buruk ikincisini seçti.

Galatasaray ikinci yarıya da yüksek tempolu ve yoğunluklu bir futbolla başladı. Ama bilhassa 60. dakikadan itibaren yorgunluk belirtileri giderek belirginleşti. Ön taraftaki pres yoğunluğunun azalması, merkez ikilideki Torreira ve Kaan’ı da olumsuz etkiledi ve Bayern dakikalar ilerledikçe Galatasaray’ın kalesine daha sık gelmeye başladı.

Bu süre içinde Okan Buruk’un müdahalede bulunmakta geç kaldığı söylenebilir. Ama Buruk’un yapması gereken başlıca müdahalenin orta sahayı güçlendirmek olduğu düşünülürse, bu anlamda kulübede pek de seçeneğinin olmadığını söylemek gerek. Zaten biraz da bu yüzden Kaan Ayhan’ı orta sahaya çekmek gibi bir icatta bulunmak gerekti. 

KÖTÜ TRANSFERLERİN BEDELİ 

Başka bir deyişle, dün akşam Galatasaray bu yaz kötü bir transfer dönemi geçirmesinin bedelini ödedi. Sarı-kırmızılılar, kâğıt üzerinde çok kaliteli ve geniş bir kadroya sahip görünebilir. Ama yeni transferleri içinde Davinson Sanchez dışında net bir katkı alabildiği hiçbir oyuncu yok. 

Dün akşam Wilfried Zaha ve Tete takımın en silik oyuncularındandı. Galatasaray’ın bu kadar baskın olduğu bir ilk yarıda skor üstünlüğünü elde edememesinde bu iki oyuncunun etkisiz olmalarının da payı vardı. Tanguy Ndombele’nin fiziksel görüntüsü, Galatasaray’a katkı sağlamasına müsaade edecekmiş gibi durmuyor. Hakim Ziyech de aynı şekilde. Angelino ise Bayern’e karşı genç ve deneyimsiz Kâzımcan’ı kesemeyecek kadar kötü durumda. 

Belki kadroda Berkan Kutlu ve Yunus Akgün tutulabilseydi, dün akşam son 30 dakikada takıma katkı sağlayabilirlerdi. Ama taraftarlar tarafından yeterli görülmedikleri ve fazlasıyla hırpalanıp yollandıkları için şu an Ndombele ile Ziyech’in bir an önce kendilerinden beklenen formlarını yakalamaları bekleniyor. Fakat bu olacaksa da ne zaman olacağı belirsiz. Şampiyonlar Ligi’ndeki büyük hedefler için alınan oyuncuların, grubun ilk üç maçında ortalıkta görünmemesi, bu transferleri daha da anlamsız kılıyor.

BAZEN YENİLGİLER DE GURURLANDIRIR 

Tüm bu nedenlerden dolayı, son otuz dakikada nefesi kesilen ve kulübesinden de gerekli katkıyı alamayan Galatasaray’ın Bayern tarafından cezalandırılması olağan bir sonuçtu. Öyle de oldu. 70 dakika boyunca Galatasaray’ın kalesine dahi yaklaşamayan Harry Kane, bu bölümde sahneye çıktı ve altı dakika içinde kaydettiği bir gol bir asistle maçı bitirdi. 

Sonuç olarak, Galatasaray için verdiği üzüntüsü de gururu da yıllarca unutulmayacak bir mağlubiyet oldu. Bazen aldığınız yenilgiler de sizi gururlandırır. Dün akşamki yenilgi de öyle bir yenilgiydi. Birçok galibiyete tercih edilebilecek bir yenilgi.

 

 


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.