YAZARLAR

Hadbilim ve empati

“Haddini bilmek” kültürel olarak sıklıkla yerini, sınırını bilmek anlamında alttan üste buyrulan bir kavram olarak kullanıldığından sevimsiz bir tını taşıyor. “Haddini bilmesi” gerekenler daima hükmedenler karşısında altta kalanlar oluyor. Öte yandan bu “hadbilimi”nin insanın kendisiyle ilişkisi açısından bile önemli bir yanı var ki, tüm bu egemen çerçeve işte bu mühim kısmı da görünmez kılıyor.

Bizde sıklıkla çarpıtılıp nadiren yerli yerinde kullanılan iki kavram var: Haddini bilmek ve empati. İlki, belki de en işe yarayacağı alan olan “sınır bilgisi, başkalarının hayatına saygı” dışında her şey için kullanılıyor. Her şeyi “haddinden fazla” kendine yontan, kendisi etrafında algılayan insan, ister istemez empatiyi de tek taraflı bir hak olarak talep ediyor. Yanlış yaptığında, ileri gittiğinde, yapması gerekenleri çok ihmal ettiğinde sınırsızca anlaşılmak, affedilmek istiyor. Karşılığında en azını vererek hep en çoğunu almak istiyor. İstiyor da istiyor. Doğal hakkı saydığı şeylerin çoğu başkalarına büyük haksızlık oluyor. Kendine ve başkalarına ilişkin sınır bilgisi çok sorunlu insan, çocukluğuna saplanıyor, “dünya benim” diye tepinirken öfke ve şiddet üretiyor.

“Had”, sınır, uç, derece gibi anlamlar ifade ederken eş anlamlısı “hat”ın yazı ve çizgi gibi anlamları da var. Yazmanın bir yanıyla “sınır çizme, çerçeve belirleme” eylemi oluşu başlı başına ilgiye değer. “Had”din daha geniş, çoğul anlamı olarak kullanılan “hudut”sa “hudut namustur” anlamına sürüklendiğinde dünyanın başına bela pek çok şeyin temsili oluveriyor. Kişiler ve ülkeler arası ilişkileri düzenleyen sınırlar, sadece politika ve diplomasinin değil insan haklarından toplumsal cinsiyete pek çok alanın konusu. Çünkü sınırları maalesef güçlü olan belirliyor, kendine çizdiği sınırla kendisinden aşağıda gördüğüne ya da “malı saydığı”na çizdiği sınırlar arasında dağlar oluyor.

Ağaçların sınır bilgisi

“Haddini bilmek” kültürel olarak sıklıkla yerini, sınırını bilmek anlamında alttan üste buyrulan bir kavram olarak kullanıldığından sevimsiz bir tını taşıyor. Minibüste tek kişilik koltukta 1,5 kişilik oturan, sere serpe yayılan erkeklerin yanında küçücük alana sıkıştırılan kadınların, toplumsal hayatın hemen hemen her alanında da kendilerine çizilen dar sınırda kalması arzu ediliyor örneğin. Terbiyeden yürüyüşe her tür “minimalizm” ve karşısındakini gözetme davranışı kadınlardan beklenirken erkeğe dünya koca bir yürüyüş alanı olarak sunuluyor. Ya da sınırlar, hükmedenler karşısında halkın, yöneticiler karşısında çalışanların, çoğunluk karşısında azınlıkların uyması gereken şeyler olarak tanımlandığında “haddini bilmesi” gerekenler daima altta kalanlar oluyor. Yerlerine razı oldukları, boyun büktükleri, küçük harflerle konuştukları sürece makbul olanların had bilgisi…  Sınırlar kulağa ilk geldiği kadar masum şeyler değil anlayacağınız.

Bu “hadbilimi”nin eşitler arasında hatta insanın kendisiyle ilişkisi açısından bile önemli bir yanı var ki, tüm bu egemen çerçeve işte bu mühim kısmı görünmez kılıyor. Sınır ve mesafe bu anlamda ortak hayatı mümkün kılan başlıca şey, aslına bakılırsa. “Haddimi bilirim” dediğinde kendisine çizilen sınırlar içinde kalma becerisinden çok kendi sınırlarına hâkimiyetini ifade ediyor olsa insan, pek bir sorun olmazdı. Çünkü herkesin sınırları vardır ve Nick Cave’in şahane biçimde ifade ettiği gibi “insanın sınırlarını bilmesi önemlidir. Bizleri muhtemelen olduğumuz muhteşem felaket haline getiren şey, sınırlarımızdır.”

Sınırlı ömür, (sınırsız görünen) sınırlı sayıda seçenek ve belirli yapabilirlikler içinde insanın mutluluğu da, kendine ve başkalarına verdiği huzur da gerçekten bu anlamdaki had bilgisiyle yakından ilgili. Hayatının belirli bir noktasına kadar yetenek ve eğilimlerinin hangi konu(lar)da olduğunu saptayamayan insan hayatı hem kendisi hem de çok yakın çevresi için kâbus haline getirebilir. Etraf hemen hemen her konuda yetenekli olduğuna inandırılmış proje çocuklarla dolu. Küçük aile imparatorluğunun prens/paşa ve prensesi ilan edilen bu çocuklar hayata atılınca dünyadaki yerlerini ilk kez uzay teleskobundan görmüş gibi oluyorlar. (Erkekler açısından durum daha vahim çünkü kadınlara çoğunlukla hadleri, çeşitli biçimlerde haddinden fazla bildirilmiş oluyor.)

Öte yandan sınır bilgisinde de fırsatlar eşit değil. Çok büyük bir kesim, olanaksızlıklar içinde kendilerine biçilmiş roller nedeniyle gerçekte ne ve kim olduklarını öğrenme fırsatını hiç yakalayamadan ömür tüketiyor. Sonuç olarak şu veya bu nedenle sınırlarını bilme ya da kendini tanıma fırsatını yeterince bulamamış insanlar, başkalarının sınırlarına da gereken hassasiyeti göstermiyor ya da gösteremiyor. Bu sınır bulanıklığı da işte sosyal medyadan sokak röportajlarına her yerde rastladığımız “herbokolog”luktan başkalarının hayatına, tercihlerine ve yönelimlerine rahatlıkla burun sokmaya kadar, farklı biçimlerde sık sık karşımıza çıkıyor.

İnsanlar başka hayatları kolaylıkla yargılayabiliyor. Hiç bilmedikleri hikâyelere kendilerince sonlar atayabiliyor. Saç kesiminden vücut tipine, giyiminden partner seçimine, herkesin her şeyini durmaksızın yargılayabiliyor. Herkes, herkese neyin yakıştığını ondan iyi biliyor mesela! Bu mümkün de olabilir ama konu bu değil. On yıldır karşılaşmadığınız ya da sosyal medyada hiç tanımadığınız birinin kendi hayatınıza dair herhangi bir paylaşımınıza kılıçla dalabilmesi.  Başkalarını en şahsi, spesifik konularda bu kadar net biçimde eleştirebilen insanların, en ufak eleştiriye de hiç açık olmaması. (Bu ikisi paket halinde geliyor genellikle.)

Hayatın stresiyle birlikte sosyal medyanın yarattığı ulaşılabilirlik ve mesafe yanılsaması birleşince bunlar hayli uç örnekler olarak göze çarpıyor. Ama sınır bilgisi sadece yabancılarla ilişkiler değil, yakın ilişkiler açısından da önemli bir mesele.  Aslına bakarsanız eşi/sevgilisi de, çocuğu da, annesi, babası, kardeşi, dostu da insanın “malı” olmadığı gibi hakkında durmaksızın yargılar üretip bunların koşulsuzca kabullenilmesini bekleyeceği kişiler değil. Sevgi ya da herhangi türden bir ilişki biçimi, ancak şefkatli ve karşılıklı bir saygı içinde başka birinin kendi hayatına dair kararlarına sınırlı bir müdahale alanı açabilir insana.

Sınır bilgisi hayati bir bilgi. İnsanın kendi sınırlarını olabildiğince tanırken, başkalarının bahçelerine dilediği an ve şekilde dalamayacağını bilmesi önemli. Bu sınırların “güç” değil karşılıklı haklar ve eşitlik çerçevesinde belirlendiği bir dünya, şimdikinden çok daha mutlu ve iyi bir yer olabilir.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.