Metin Çulhaoğlu: Kapitalizm bir daha 'refah devleti' modeline izin vermeyecek

Metin Çulhaoğlu ile Marksizmin güncelliği, tartışmaları üzerine konuştuk. Marksist tarih anlayışından bahsettikten sonra gelecek Çulhaoğlu, "Kişisel kanaatim, dünyanın artık o liberal ya da burjuva demokrasisi dediğimiz dönemi, geri gelmemecesine geride bıraktığı, kapitalizmin kendi yapılanmasının ise o refah devleti modeline bir daha asla ve asla izin vermeyeceği" ifadelerini kullandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Geçtiğimiz cumartesi günü Karl Marx'ın 200'üncü doğum günüydü. Günümüzde kimileri Marksizmi 'başarısız bir deneyim', kimileri "bir ihtimaldi, güzeldi, yaşandı ve bitti” diye yorumlasa da Marksizm, özellikle kapitalizmin kriz dönemlerinde bu kampın ideologlarının dahi itiraf ettiği üzere, 'güncel bir kuram' olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle Marx, 200'üncü yaşını devirirken, onun ve Engels'in anlattığı 'hayalet' hâlâ yeryüzünde dolaşıyor...

Sosyal Araştırmalar Vakfı'nın (SAV) 4-6 Mayıs tarihlerinde düzenlediği 'Marksizm Sempozyumu'na katılan Türkiye sosyalist hareketinin önemli isimlerinden yazar Metin Çulhaoğlu'yla bir söyleşi gerçekleştirdik. Çulhaoğlu, Marksizmin güncelliği ve güncellik tartışmalarında 'yeniden inşa' ile 'güncelleme, zenginleştirme' arasındaki farklara değindi. Marksist tarih anlayışını konuştuktan sonra bu çerçevede gelecek öngörülerinden bahsettik. Çulhaoğlu, dünyada ve Türkiye'de otoriterleşme eğilimlerinin artacağını belirterek ve 'liberal demokrasi', 1960'ların 'refah devleti' gibi anlayışların bir daha yaşanacağına ihtimal vermediğini söyledi. "Mutlaka böyle olacaktır ya da olmayacaktır, diye kimse konuşamaz ama benim kişisel kanaatim, dünyanın artık o liberal ya da burjuva demokrasisi dediğimiz dönemi, geri gelmemecesine geride bıraktığı, kapitalizmin kendi yapılanmasının ise o refah devleti modeline bir daha asla ve asla izin vermeyeceği... Bu durumda da otoriterleşme, totaliterleşme, neo-faşizm eğilimlerinin giderek daha ön plana çıkacağı kanısındayım" ifadelerini kullandı.

'Güncel Bir Kuram Olarak: Marksizm Sempozyumu' başladı'Güncel Bir Kuram Olarak: Marksizm Sempozyumu' başladı

'YENİDEN İNŞA' MI 'GÜNCELLEME' Mİ?

Sempozyumun da konusundan yola çıkarak, 200'üncü yaş gününde, bugünden Karl Marx'a bakmak ne anlam ifade ediyor?

Sempozyumdaki oturum sırasında söylemeye çalıştığım şeyleri kısaca özetlemeye çalışayım. Günümüzde Marksizme yaklaşımlarda değişik eğilimler görülebiliyor. Bunların arasında Marksizmin geçerliliğini yitirdiği iddiasından hareketle onu reddedenleri bir tarafa bırakacak olursak, Marksizmin yeniden inşası tezini ileri sürenler de var. Ben bu yeniden inşa tezini de şahsen reddediyorum. Çünkü Marksizmin yeniden inşası demek, Marksizmin ayırt edici, ilkesel yanları ya da özellikleri diyebileceğimiz şeylerin geçerliliğini yitirdiği anlamına gelir. Dolayısıyla yeniden inşa demek, 'Marksizm dışında bir şey lazım' anlamına gelir. O da bir tür reddiyedir. İşte nedir: Modern toplumların tarihinin sınıf mücadelesi tarihi olduğu, sermayenin hareket yasaları, kapitalist üretim tarzındaki sömürünün özü, bu üretim tarzının neyle, nasıl, kimin gücüyle aşılabileceği gibi temel ilkelerden söz edeceksek, bunlar günümüzde geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla yeniden inşa söz konusu değildir, diyorum.

Peki ne yapalım? Öyle olduğu yerde dursun mu Marksizm, biz de ona bakıp feyzalalım? Hayır! Benim önerim, bu reddiye ve inşayı reddettikten sonra iki başlık altında toplanalım. Bunlardan bir tanesi güncelleştirme ve zenginleştirmeler. Yani Marksizmin güncelleştirilmesi ve zenginleştirilmesi diyorum. Bu zenginleştirme ve güncelleştirme çalışmalarının, özellikle başka alanlarda da olabilir, üç başlıkta özellikle geliştirici olacağını düşünüyorum: Bunlardan birincisi günümüzün gerçekliğinde işçi sınıfının yapısı; parçalanmış piyasalar, işçi sınıfının değişen yapısı, enformalleşme... Ve Marx'ın özellikle Kapital'in birinci cildinde değindiği yedek iş gücü olgusu vesaire bağlamında, bunu güncelleştirme ve zenginleştirmeye gerek olduğunu söylüyorum. İkincisi günümüzde sermaye sınıfı ile devlet ilişkilerinin, özü aynı kalmak kaydıyla biçimde, pratikteki farkı. Farklı derken ilkeyi reddedici anlamda değil ama pek çok görüşün ya da iddianın aksine kapitalizmin günümüzdeki yapılanmasında, siyasete ve devlete özellikle ön açıcı bir işlev düştüğünü ve Amerika'da Trump olsun, Türkiye olsun, devletin yeniden ön plana çıktığını, kapitalizmin kendi bekası ve kendini idame ettirmesi açısından eskisine göre daha farklı işlevler üstlendiği. Zenginleştirme ve güncelleştirme derken ikincisi bu. Üçüncüsü de özellikle teknolojik gelişmeler bağlamında. Teknolojik gelişmelerin sermaye ile ilişkisi anlamında değil; gündelik toplumsal insan ilişkilerini bu teknolojik gelişmeler ve çağımızın bir takım gerçekleri nasıl etkiliyor? Marx'ın sınıflar teorisinden hareketle saydığım üç alanda güncelleştirme ve zenginleştirilmesi gerektiğini söylüyorum.

Yapılabilecek şeyler arasında ikinci başlık ise, dün ben oturumda söylediğim zaman bazı arkadaşlar itiraz ettiler, ben de yanıtlamaya çalıştım, ben Marksizmi içerdiği ögeler birbirine tam bitişik duran, bu anlamda 'kompakt' bir sistem, öğreti olarak görmüyorum. Marksizm bir öğretiyse bunun içinde değişik ögeler vardır ve bu ögeler arasında belirli boşluklar ve mesafeler vardır. Boşluklar ve mesafeler olunca siyasi öznelerin bu öğretiye bir takım ağırlık kaydırmalarıyla, 'oraya değil de buraya ağırlık verelim' vesaire anlamında ağırlık kaydırmalarının mümkün ve meşru olacağını düşünüyorum.

'BİLİMSEL ÖZ' İLE 'PRATİK' ARASINDA BOŞLUKLAR

Netleştirmek için araya girmem gerekirse, bu mesafeler ve boşluklar Marksizmin 'eklektik' olduğu anlamına mı gelir? Ya da Marksizmin sosyoloji, iktisat gibi bir kısımdan bir parça alıp diğer kısımlarının görmezden gelinmesi mümkün müdür? Değilse bu eklektik anlayışla farkı nedir?

Şu açıdan farklı, Marksizmin kapsadığı, mesela sosyoloji gibi bilim alanlarını vesaire kast etmiyorum. Felsefe, ekonomi-politik, siyasi iktisat ve siyaset anlamında dengeler. Mesela çubuk bir dönem felsefeden yana bükülebilir. Yol açıcı olmak üzere bir dönem daha reel politikaya ağırlık verilebilir. Başka bir dönem başka şeylere ağırlık verilebilir. Bu anlamda. Herhangi bir öğretinin eklektik olabilmesi için, ögelerin birbirini çelmesi, bağdaşmaması gerekir. Ben Marksizmde ögelerin çeliştiği, bağdaşmadığını söylemiyorum. Aralarında belirli boşluklar olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde netleştirebiliriz.

Şöyle örnek vereyim, ben çok sık bu örneği veririm, sizin için de belki tekrar olacak kusura bakmayın, biraz karikatürize bir örnek olacak: Şimdi biz bir ülkede siyasi devrim olduğunda, onun ardından sosyalizmin kuruluşuna geçildiğini de, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle, üretimin sosyal karakteri arasındaki çelişkiye son verildiğini söyleriz. Ama o devrime bilfiil katılımcı olan, devrimi gerçekleştiren insanlar herhalde, “Ya biz üretim araçlarının özel mülkiyetiyle üretimin sosyal karakteri arasındaki çelişkiye son vermek için devrim yapıyoruz” demiyordur. Dolayısıyla Marksizmin bilimsel olan özüyle, onun öngördüğü devrimin pratikteki gerçekleşmesi arasında bir boşluk var. Bu, boşluğa bir örnektir.

Söz gelimi Lenin'in inisiyatiflerine, yaptığı şeylere bakacak olursak, Lenin, Marx'ın öğretisine tamamen ama tamamen sadık kaldığı takdirde, işçi sınıfının herhangi bir 'öncü örgüt' ya da 'dışarıdan bilinç' olmadan bir süreç içerisinde bilinçleneceği ve devrim yapacağını düşünmesi lazım. Ama ne yapıyor? Başka türlü bakıyor ve siyasete ağırlık vererek, 'işçi sınıfına dışarıdan bilinç verilmesi gerekir' diyor. 'Dışarıdan' sözünün de altını çizeyim, çünkü 'dışarıdan' sözü sadece dar anlamda 'işçi sınıfından olmayan başkaları'dır. Oysa 'dışarıdan bilinç' daha ziyade şu: İşçi sınıfı sadece gündelik ekonomik çıkarlarıyla, şununla bununla ilgilenmesin, kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konularda da müdahil olsun anlamındadır, ancak bu zaman siyasi bir sınıf haline gelebilir. Öbür türlü ekonomik bir sınıf olarak kalır. Bunları kastediyorum.

'MARKSİZMİ EĞİP BÜKENLERLE TARTIŞMALAR BİZİ GELİŞTİRİR'

Günümüzde Marksist tartışmalara yaklaşım da bir soru. Tartışmaları yürütenlerin yer yer Marksizmden uzak çevreler olması, bu anlamda bir sapma yaşandığı söz konusu mu? Başka bir deyişle 'Marksizmin güncelliği' tartışmaları güncel mi?

Ne kadar öyleyiz ayrı ama ben kendimi 'ortodoks Marksist' olarak görüyorum. Sadece kendimi değil, başka arkadaşları da öyle görüyorum. İsim vermeme gerek yok, benim gibi ortodoks pek çok Marksist arkadaş var. Aramızdaki temel farklılıklardan biri, ben Marksizmin liberal yorumu da olsa, Marksizmin orasını burasını eğip bükse de, ortodoks Marksistlerin o insanlarla tartışması ve yapabiliyorlarsa çürütmeleri gerektiğini düşünüyorum. Marksizm üzerine tartışmaları, katılımcıların kimliklerinden ve eylemlerinden bağımsız olarak gerekli, yararlı görüyorum. Ama mesela benim gibi ortodoks olan bazı arkadaşlarımız, “Bunlarla tartışmaya gerek yoktur, onlar şöyle şöyle Marksizm yorumuna sahiptirler; bizse böyleyiz” diye, yani tartışmadan etmeden bir oluşumun karşısına bir 'kontra' oluşum çıkarma. Oysa ben tartışmanın geçerli ve gerekli olduğunu düşünüyorum.

Söz gelimi günümüzde de bir takım güncel örnekler bulunabilir ama mesela Althusser'in yapısalcılığıyla Edward Thompson'ın ona verdiği cevap. Yani sınıf nedir? Sınıf yapısal bir varlık mıdır yoksa sürekli oluşum halinde olan bir toplumsal unsur mudur? Bunun faydası olmuştur. Ya da akademik çevrelerde feodalizmden kapitalizme geçişi belirli bir yaklaşımla açıklayanlar vardır, bu yaklaşıma itiraz edenler vardır. Günümüzün

kapitalist krizlerinde azalan kar oranlarının mı başat olduğu, yoksa teknolojik gelişmelerinin mi? Tartışma konusudur. Şimdi bu tartışmalara katılanlar arasında belki de, “Ya bu adam ya da bu kadın iyi bir Marksist değil” diyebileceğimiz insanlar vardır. Ama biz eğer ortodoks Marksistlersek, bu tartışmalara bir şekilde müdahale etmemiz gerekir. Şöyle özetleyeyim çok uzatmadan, Marksizmi yeniden inşa çabalarının geçerli olmadığını söyledim. Ama bu doğrultuda “Biz yeniden inşa ediyoruz” diyenlerle tartışmada bir sakınca yoktur. Bu bizi de geliştirir, bizi de olgunlaştırır diye düşünüyorum.

Biraz tarihe gelelim. Doğru Marksist tarih anlayışının nasıl olduğundan bahsedilirken özetle şu söylenir: Determinist, kaderci anlayıştan uzak, ancak 'kendiliğindenci' de olmayan bir 'ara yol'. Bu yol daha açık bir şekilde nasıl tarif edilebilir?

Bu konuda Engels'in klasikleşmiş sözünün, belki beylik gelebilir ama geçerliliğini yüzde yüz koruduğu kanısındayım: “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar ama kendi belirledikleri koşullarda yapmazlar” birincisi bu. İkincisi de şu, “Tarihsel süreç, çok sayıda öznenin kendi öznel konumlarından hareketle gerçekleştirdikleri eylemlerin, -altını çiziyorum- bir bileşkesi olarak ortaya çıkar” Şimdi ikinci söylediğimde 'bileşke' deyince sanki kendiliğinden, bir 'olumsallık', bir 'contingency' varmış gibi görülüyor ama ortaya çıkan şeyin bir bileşke olarak ortaya çıksa bile verili bir ortamda, verili bir çerçevede; ancak hangi varyant, hangi değişikliği alırsa alsın o çerçevenin dışına çıkamayacağı için de determinist yanı oluyor.

Bazıları buna 'Ya sen de çok ortalamacı yaklaşıyorsun' diyebilir. Ben ortalamacı olduğumu düşünmüyorum. Gerçek budur diyorum. Tekrar edeyim, evet, çok sayıda öznenin kendi sınıfsal konumlarından başlattıkları girişimlerin, tekrar altını çiziyorum, bileşkesi olarak sonuçlar ortaya çıkar, tarihsel süreç gelişir. Ama bu bileşke ucu bucağı olmayan sınırsız bir alanda gerçekleşmez, bu bileşke son tahlilde belirli bir üretim tarzının, üst yapının belirlediği koşullarda cereyan eder diyorum.

'ÜZERİNİZE BOCA EDİLEN ŞEYLE HESAPLAŞMANIZ GEREKİR'

Tarihte 'Marksizmin güncelliğini yitirdiği' tartışmalarının başladığı başka bir zamana dair Ekim Devrimi öncesi dönem örnek verilir, “1905'ten Ekim Devrimi'ne kadarki Bolşeviklerin 'duraklama' dönemi olmasaydı acaba Bolşevikler 'Bolşevik' olabilirler miydi?” sorusu yer yer sorulur. Tarihin bu 'duraklama' dönemleri nasıl yorumlanmalı? Marksizmin günümüzde de benzeri bir süreçten geçtiğini düşünürsek, Marksist tarih anlayışında bu dönemlerin ifade ettiği şeyler nelerdir?

Duraklama dönemlerinin tarifi başka bir şey ama ben aşağı yukarı anladığımı zannediyorum senin duraklama döneminden kast ettiğini. Bana göre 'duraklama dönemlerinde' kaçınılmaz olarak şöyle bir sonuç ortaya çıkar: Bu dönemlerde, bir önceki dönemde, yani duraklama diye nitelenemeyecek dönemde, sağlam, diri, angaje görünen, hatta üretken insanlarda bir savrulma yaşanır. Bu kaçınılmazdır. Bolşevikler'de de olmuştur, bilmem kimde de olmuştur... Şimdi bu duraklama dönemlerinde bana göre 'nüve' dediğimiz ön plana çıkar. Yani bütün olumsuzluklara rağmen, belirli bir hatta direnebilen ve üretebilen insanların önemi ve ağırlığı artar. Onun için ben Bolşevik Devrimi'ne özel bir önem atfediyorum. Mesela Bolşevikler 1905 Devrimi'nde bir şeyler yaptılar ama sonra Lenin'in 'Gericilik' ya da 'Utanılası Yıllar' dediği, sizin deyiminizle bir 'duraklama' dönemi çıktı.

Böyle dönemlerde bir sağlam durma, ama özellikle duraklama dönemlerinde sosyalistlerin, Marksistlerin üzerine pek çok şey boca edilir: “Bakın gördünüz mü, böyle olmuyor!” diye. İşte burada bir şey daha ekleyeceğim, sağlam durmanın yanı sıra o üzerinize boca edilen şeylerle göğüs göğüse hesaplaşmak gerekir. Mesela bizim üzerimize bu duraklama döneminde postmodernizm boca ediliyorsa, bizim “Ya bu da nedir, gelip geçer” demeyip, onunla ciddi bir hesaplaşma içine girmemiz gerekiyor. Bu duraklama dönemleri böyle atlatılır. Yani şöyle de denebilir: Postmodernizm bir modaydı, şuydu buydu, biz de hiç bulaşmadık, 5 yıl sonra da geçti. Belki de gerçekten geçecektir ama size bir şey eklemeden, sizin kendinizi geliştirmenize imkan vermeden de geçmiş olabilir. Oysa biz, postmodernizm üzerimize boca edildiği zaman, “Ben bu konuda laf etmeyeyim, kendi köşemde sağlam çekirdeğimi koruyayım” derseniz, geliştiremezsiniz kendinizi. Üzerinize boca edilen şeylerle hesaplaşmanız lazım.

Son olarak, konuştuğumuz tarihsel yaklaşım ve güncellikten de yola çıkarsak eğer, Marksizm bize geleceğe dair ipuçları verebilme kapasitesine sahip midir? Bu çerçevede kabaca bir gelecek öngörüsü nasıl yapılabilir?

Bu konularda siz de takdir edersiniz, çok kesin, 'böyle olacak' diye bir şey söylemek mümkün değil. Ama ben kendi kanaatimi söyleyeyim. Ben genel olarak dünya ve Türkiye önümüzdeki dönemde klasik burjuva liberal demokrasisinin yeniden tesis edileceği, kapitalizmin bir tür ikili, 1960'ların refah devletine döneceği, geleneksel klasik burjuva demokrasisinin, refah devletini tamamlayan bir üst yapı ögesi olarak bir bütünlük oluşturacağı bir dönem yaşayacağına kesinlikle ihtimal vermiyorum. Neye ihtimal veriyorum o zaman? Bana göre dünyamız önümüzdeki dönemde, bugün emareleri görünen 'otoriterleşme', buna 'neo-faşizm' ya da 'totalitarizm' de diyebiliriz, dünya bu yöne evrilecek. “Mutlaka böyle olacaktır” diye ya da “Böyle olmayacaktır” diye de kimse konuşamaz ama benim kişisel kanaatim, dünyanın artık o liberal ya da burjuva demokrasisi dediğimiz dönemi, geri gelmemecesine geride bıraktığı, kapitalizmin kendi yapılanmasının ise o refah devleti modeline bir daha asla ve asla izin vermeyeceği, bu durumda otoriterleşme, totaliterleşme, neo-faşizm eğilimlerin giderek daha ön plana çıkacağı kanısındayım.

Peki sol ne yapacak? Sol 1930'ların, 1940'ların antifaşist cepheleri gibi olmasa da mutlaka bir cepheleşme içerisinde olacak ve bu cepheleşmede Marksist unsurlar ne kadar etkili olabilirse, ne kadar nüfuz edebilirse, o cephe içerisinde herhangi bir bileşen değil de belki de 'primus inter pares' yani eşitler arasında birinci bir konumda olabilirse, dünyamızın sola açılan geleceği öyle belirlenecek diyorum.