YAZARLAR

Göç, kavimler göçü mü insan ticareti mi?

Diğer yandan Akdeniz’in, Adalar Denizi’nin sularına gömülme, zorlu dağ yollarında, sınırlarda kurşunlara hedef veya kurtlara yem olma ihtimallerini bilmez değil şüphesiz yurdundan ayrılıp tehlikeli yolculukla göçe başlayanlar. Bu sonu belirsiz göçü göze almaya onları iten şüphesiz içinde yaşadıkları ülkenin, toplumun zorlu koşulları.

Düzensiz göç ve göçmenler mevzuu, çok boyutlu, çok katmanlı ve farklı yönleriyle bu konu üzerine çalışmış uzmanların kendi alanlarına giren bir mevzuu. Ucundan tutarak analiz etmesi; benim gibi dışarıdan (uzmanlık dışından) konuşacak olanların da çok yönlü bakarak görüş oluşturması şart. Kolayca her kafadan bir ses çıkarken ve böylesi büyük insani, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal etkiler göz ardı edilerek salt hak savunuculuğu ve faşizan tutum karşıtlığına indirgenerek konuşulurken sağlıklı görüş oluşturmak hiç kolay değil. Ortada küresel bir kriz var ve bence bu krizin adı 21’inci yüzyılın kavimler göçü. İlk çağı sonlandırıp orta çağı başlattığı düşünülen, Roma İmparatorluğu'nun önce ikiye bölünmesine ve sonra Batı Roma’nın yıkılmasına yol açan tarihi kavimler göçü kadar, belki daha büyük etkilere yol açabilecek bu hareketlilik, o tarihtekinden farklı olarak saldırgan değil ama yine de yıkıcı etkileri büyük olabilir. İlk bakışta eski sömürgelerde yaşayanlar, sömürgecilikle zenginleşip, güçlenen, refaha ulaşan eski sömürgecilerin torunlarından, dedelerinin hakkı olan o refahtaki paylarını almaya geliyor gibiler. Fakat belli ki bu da yüzeysel bir okuma ve tüm bu hareketlilikten zarar görenler kadar kazanç sağlayanlar da az değil.

Demografik yapı, kültürel doku, siyasal sistemler kaçınılmaz olarak etkilenecek. Hatta Avrupa’nın siyasal sistemi ve insan hakları hukuku değilse bile, bu hukukun uygulanışı etkilendi bile. Göçmenler Avrupa kıtasına ayak basmadan durdurulmak isteniyor, kıtanın değerlerini korumak için. Ancak herkesin gördüğü gerçek, o değerleri korumak için yapılan, botları geri iterek ölüme terk etme gibi uygulamaların o değerleri yok etmeye yol açtığı. Avrupa göç ile kaybetmekten korktuğu ne varsa göçü durdurmak için kendi eliyle yok ediyor. Türkiye gibi pek çok yönden kırılgan sayılabilecek bir ülke ve toplumun nasıl etkileneceğini bugünden kestirmek gerçekten zor ama pek çok şeyin değişeceğinden emin olabiliriz. Eğer küresel soruna küresel ölçekli çözüm arayışı sergilenmez ve dünyadaki refah ve adalet arayışına cevap üreterek, insanların kendi yurdunda huzur ve güvenle yaşaması ihtimalini düşündürecek önlemler alınmazsa.

Medyascope TV’de Gökçe Çiçek Kösedağı’nın sunduğu Nuray Mert ile Soru-Cevap (3) adlı programda dile getirildiği gibi: “Küresel çapta yaşanan krizleri çözmeden, sadece göçmen kabul etmekle ve bu konuda insancıl bir söylem belirleyerek içimizi rahatlatamayız.” İnsancıl bakış yetmez diyor ya Nuray Mert, içimizi rahatlatarak göz yumduğumuz pek çok insanlık dışı durum olduğuna dikkat çekiyor sanırım. Çünkü 21’inci yüzyıldaki kavimler göçünün bir ucu da insan ticareti. İnsancıl bakışla, göçmenlerin hakkını savunduğumuzu düşünürken insan ticaretine göz yummakta olduğumuzu da fark etmek zorundayız. Ticaret arz-talep meselesi malum. Düzensiz göç hareketliliğinin başlamasında, yaygınlaşmasında, kapitalist dünyanın ucuz iş gücü talebinin yatıyor olabileceğini göz ardı edersek konuya eksik bakmış oluruz. Sendikal haklar, sosyal güvenlik sistemleri, ülkelerin refah düzeyiyle orantılı ücret dengeleri emekçinin insanca yaşam hakkını korumayı hedefliyor ama aynı zamanda sermayenin kâr marjını düşürüyor. Kayıt dışı ve adeta karın tokluğuna çalıştırılabilecek kaçak göçmenlerle üretim yapıp yüksek kâr elde etme ihtimalinin, küçük ya da büyük ölçekli sermaye sahiplerince fırsat olarak görüleceğini tahmin etmek zor değil.

Avrupa’da düzensiz göçün insan ticareti boyutuna dair araştırma ve raporlar var mı bilgim yok. Ancak Türkiye’de araştırma ve rapor değilse bile, gündemi takip ederek bile var olduğunu kesinlikle olduğunu biliyoruz. Yıllar önce Suriyelilerin hedef alındığı bir göçmen krizinde, sözüm ona ensar tavrı sergileyen bir AKP yetkilisinin “onlar işletmelerimizin ucuz işgücü” şeklindeki savunması unutulacak gibi değildi. Bayram tatilinde Niğde yakınlarında bir tırdan indirilerek çevre köy ve çiftliklere dağılan Afgan göçmenler hakkındaki sonradan edinilen bilgiler ise, bu işin hayli sistematik olarak yapıldığını görmeyi sağladı. Tarım ve hayvancılık sektörünün çoban ve işçi ihtiyacını karşılamak üzere hayli bilinçli şekilde geldikleri/getirildikleri/kullanıldıkları anlaşılıyor. 1500 çoban ihtiyacı için kaç Afgan, insanlık dışı şartlarda yolculuk yaparak ulaştığı bu ülkede işçi değil köle olarak kullanılıyor? Hükümetin bu soruya cevap vermesi gerekir. İnsanları çoban ya da işçi adı altında köleleştirmeye, bizi, köle ticaretinden pay alan bir ülke konumuna düşürmeye kimsenin hakkı yok.

Daha vahimi ise bilinçli olarak çalışacakları yerlerin yakınlarında indirilip kölelik şartlarında çalışmaya razı olanların, diğer göçmenlere kıyasla şanslı sayılabileceği ölçekte büyük insani dramların yaşandığını bilmek. Göç yollarında insan kaçakçılarıyla birlikte ilerlerken “insan kemiklerine basmaktan kaçınma ihtiyacı ve uçurumların dibinde pek çok göçmen cenazesinin olması ihtimalini duymak” gibi göç hakikatleri var maalesef. Hale Gönültaş’ın kaleme aldığı İran Sınırı yazı dizisi, göç gerçeğini açıklıkla ortaya koyuyor. Bu bilgiler ışığında, sadece insan hakları söylemiyle göçmenlere insancıl yaklaşımla yetinirsek, aslında insan ticaretine zemin hazırlamak diyemesek bile, insan ticaretine ve insanların köleleştirilmesine karşı ideolojik körlük içine yuvarlanmış olmuyor muyuz?

Diğer yandan Akdeniz’in, Adalar Denizi’nin sularına gömülme, zorlu dağ yollarında, sınırlarda kurşunlara hedef veya kurtlara yem olma ihtimallerini bilmez değil şüphesiz yurdundan ayrılıp tehlikeli yolculukla göçe başlayanlar. Bu sonu belirsiz göçü göze almaya onları iten şüphesiz içinde yaşadıkları ülkenin, toplumun zorlu koşulları. Geride kalanların hayatlarına dair dünyadaki gelir ve refah adaletsizliğini bir parça dengeleyecek önlemler almadan göçün durdurulamayacağı ortada iken, hayatta kalarak ülkemize kadar gelebilmiş olanlara yönelik ırkçı söylem ve saldırıların önlenmesi de şart. Göçmen karşıtı faşizan politikalarla, göçün yarattığı insani krizi -belki daha yerinde söyleyişle- insani krizin yarattığı göçü önlemek mümkün değil.

Bu arada şu soru da önemli: Neden Afgan mülteciler için Türkiye daha doğru yer? Türkiye’yi yönetenler de Avusturya Başbakanı Sebastian Kurtz gibi mi düşünüyor? ABD’nin asker çekme politikasının bedelini niçin sadece Türkiye üstlenmek zorunda? Neden Afganlar için kendi yurtları en doğru yer değil? ABD ve AB önce bu konuda üzerlerine düşeni niçin yapmadıklarını veya hangi politikalarıyla bu insani krizi başlattıkları sorusunun cevabını versinler, Türkiye için karar vermeden önce. Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan veya İran bile değil de çizilen rota neden hep Türkiye? Türkiye’deki mevcut ekonomik, siyasal, sosyal istikrarsızlık ve eşitsizlik daha da derinleştiğinde Türkiye’yi yönetenlerin bundan fayda sağlaması ihtimali var mı? Bana kalırsa bu soruya ‘evet’ cevabı vermek imkânsız ama o halde “niçin daima Türkiye’den başka ülkelerin çıkarları doğrultusunda göçmen politikası izlediklerini” iktidara sormak gerekiyor.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.